ÇAYIN TAŞI İLE ÇAYIN KUŞUNU VURMAK

 ÇAYIN TAŞI İLE ÇAYIN KUŞUNU VURMAK

Datça'nın bir köyünden yıllar önce, takriben(2500) M2 tarla nitelikli taşınmazı, şartları bana uyduğundan taksitle satın almıştım. Bir kez gördüğüm tarlayı, daha sonra hiç görmedim. Durumu nedir diye merak etmedim. Nasıl olsa alıp götürmeyeceklerdi. Alırken değil, ama birkaç sene sonra, o toprakta iyi soğan yetiştiğini, öğrendim.

Aradan 8-9 yıl geçti, bir Perşembe günü pazardan soğan alırken, aklıma, arayıp sormadığım bir kez gördüğüm tarla geldi. Satıcıya dedim ki: "Bu soğan nerenin?" "Datça'nın" Deyince, "Sen Datçalı mısın?" Soruma "Evet" dedi. Sormayı sürdürdüm: "Datça'nın neresindensin, sorum: "Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesi Tanır köyünde Dünya'ya gelen, âşık Yener'in şiiri, bestekâr Ünal Narçın'ın nihavent makamında ve sofyan usulde bestelediği (Kız sen İstanbul'un neresindensin) şarkı ismine benzedi" Bazen böyle şeyler oluyor, neyse!

Satıcı adam, tarlayı aldığım köyden olduğunu söylemez mi! İçimden: "İyi olacak hastanın, doktor ayağına gelirmiş" Avuntusu ile sevindim. Avuntumun içine biraz sevinç katıp, heyecanla: "Yahu, benimde oralarda küçük bir tarla var, acaba yerini söylesem bilebilir misin?" Diye sorunca: "Nerdeymiş bu yer?" Diye sordu. Yerini tarif ettim, "Biliyom benim gıyımda" Deyince, şaşırdım ama çok sevindim. İçimden(Bu kadar tesadüfe az rastlanır) Dedim, ama tedirgin oldum ve "Allah hayra çıkarsın!" deme ihtiyacı hissettim.

Parselin yerini iyice anlattım,  "Biliyom benim tarlanın gıyında işte! Orada, bir arkadaş soğan ekip biçiyo, içine ev/bark yaptı!" Deyince, "Nasıl olur?" Diye şaşkınlık geçirerek sordum ve yerini bir daha tarif ettim. Dedi ki: "Sahibi olmadığından, o arkadaş Dokuz/On senedir o tarlada soğan yetiştiriyor. Tarla sahibi sen misin?" Diye sordu. "Evet" dedim. Öyle deyince: "Zaten kendisine burada, sabah beraber geldik. Taaa bak! Orda soğan satıyo." dedi.

Konuştuğum satıcı ile o kişinin tezgâhı arasında, aşağı yukarı 15-20- metre mesafe vardı. Yavaş yavaş oraya doğru yürümeye başladım. Nasıl olsa yerini belledim diye, eve alınacak sebze ve meyvelere bakıp bazılarını satın alarak, diğerlerini gözden geçirerek şahsa doğru ilerliyordum. Bu arada epey oyalanmışım ki, gecikmenin farkında olamadım. Tezgâhın yanına geldim kimse yok, yanındaki komşu satıcıya sordum: "Şimdi belediyeye gitti, işi varmış. Öğleye kadar gelmem, soğan almaya gelen olursa sen bakıver dedi!" Diye yanıtladı ve: "Soğan lazımsa ben vereyim" Dedi, teşekkür edip ayrıldım.

Ama kalabalığa karışıp gözlüyordum. Çünkü ilk görüştüğüm şahıs, arkamdan tezgâhını kısa süreliğine birine emanet edip, hızlı adımlarla gittiğini ve kendisini uyardığını düşünmeye başladım. Çünkü aklıma gelen bir şeyi daha sormak için, ilk konuşmadan 1-2 dakika sonra geri döndüğümde, tezgâhının başında değildi, onun tezgâhı ile de, komşusu ilgileniyordu.  "Arkadaş nerede?" Diye sordum, "Ufak su dökmeye gitti" dedi. İnanmadım ama tezgâha bakana: "Tamam" dedim ayrıldım. Uzaktan izlemeyi sürdürüyordum.

Tarlamı işgal eden şahıs, belediyeden kısa süre sonra geldi, komşusu ile kısa bir süre konuştu. "Beni arayan birisi oldu mu?" diye sorduğunu varsayıyorum.

Vakit kaybetmeden hızlı adımlarla, tezgâha ulaştım. Selam verdim, "Buyur" dedi. "Soğan alacaktım, seçmek serbest mi?" Diye sordum. "Seç" dedi. Komşusu meşguldü, beni fark etmedi. Soğan kaça dedim. Bir rakam söyledi. "Biraz indirim yok mu?" dedim: "Yok" dedi. Maksadım onunla konuşmaktı. "Nerenin bu soğan?" Diye sordum, "Datça'nın" dedi. Devam ettim: "Neresinden?" Deyince, o an durumu çaktı sanıyorum. "Arkadaş, sen soğan almaya mı geldin, soru sormaya mı geldin?" Deyince: "Elbette soracağım, bir mahsuru mu var?" Diye sordum. "Soğan satılık değil" Deyip, diklendi: "Dur bakalım!" dedim.(Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış gibilerden, adam konuşmak yerine, dikleniyordu!) 9/Yıldır tarlayı ekip biçiyormuşsun, birde içine ev bark yapmışsın. Benim haberim yok! Aramızda anlaşma yapıp kiralamadın. Hadi kiralamadın üstüne üstlük bu güne kadar beş kuruş para ödemedin!" Deyince, terbiye sınırlarını aştı ve çamura yattı: "9 yıldır neredeydin?" Deyince sinirler tepeme çıktı. "Sana ne? Soruyu ben soracağım. İçine girip yerleşmişsin, görende satın aldın sanacak!" Adam terbiyesizin biri! Demez mi: "Nerden bileceğim, tarlanın sahibi olduğunu? Belki bedava soğan almak için tarla benim diyorsun!" Tam anlamı ile: "La havle ve la." çekilecek durum. "Bu güne kadar bir başka kişi, tarlamı iznim olmadan işgal etmişsin! Diye sordu mu?" Deyince, arsızlığı arttı! "Eee, ne yapalım? Tarlayı almışsın, bırakıp gitmişsin. Tarla gen olmasın diye üç kuruş ekmek paramızı çıkardık, çoluk çocuğun karnını doyurduk.  Tarlayı alıp götürmedim ya! Tarla orda duruyor" Deyince: "O zaman mahkemede görüşürüz" Dedim. O da, "Görüşürüz" Diye cevapladı. Tam ayrılacağım sırada, saniyeler içinde düşündüm! O arada, rahmetli Ecevit'in:" "Toprak işleyenin, su kullananın" Deyişi aklıma geldi ve: "O zaman tarlayı sana vereyim." dedim.

Rahmetli Süleyman Demirel'in dediği gibi, gerçekten "Demokrasilerde çare tükenmiyor" konuş, anlaş, işi bitir. Bir hafta sonra Datça'da buluştuk. İstemeye istemeye tarlayı yok pahasına verip geçtim. Ödediğim vergiler yanıma kâr kaldı(!) Adam akıllıymış, soğanların parası ile tarlayı satın aldı. Yani, çayın taşı ile çayın kuşunu vurdu. Atalar, benim gibi iş bilmezler için: "At binenin, kılıç kuşananın!" Demiş, iyi demiş. Netice olarak, bu alış/verişe canım çok sıkılmıştı. Minibüsle dönerken, aklıma: "Sen bir garip çingenesin, telli zurna nene gerek!" Deyimi geldi. Bunu değiştirip kendime uyarladım: "Yahu! Sen garip bir vatandaşsın, soğan tarlası senin nene gerek" dedim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI