OTURMA ŞEKLİNİN DİPLOMATİK ANLAMI VAR MI ACABA


Kısaca ve özet olarak: Bir şeyi anlamak, öğrenmek, görmek ve benzerler için duyulan ve içten gelen isteğe merak dendiğini herkes bilir. Uluslararası ilişkilerde, liderlerin ülke ziyaretleri sırasında, davranış biçimlerini herkes gibi bende ekranda seyreder, bazılarını ilginç bulup merak ederim.

 

Ziyaret sırasında dikkatimi çeken, liderlerin oturma şeklidir ki, bu özellikle iki devlet başkanının, basın karşısındaki oturma an'ı dır! Oturma biçimini ilginç kılan, ev sahibi başkanın bacağını diğer bacağının üzerine koyduğu sırada ayakkabısı, zorunlu olarak misafir başkana doğru yönlenir. (Bu pozisyonu insan olarak oldukça çok yadırgarım. Düşünceme göre; bunun ev sahipliği, üstünlük, güven ve güçlülüğün bir göstergesi ve gösteri biçimi olduğuna inanırım. Bu güne kadar Cumhurbaşkanımız dışında hiçbir Türk başbakanı, gittiği yabancı ülkelerde, ev sahipleri gibi oturmamıştır. Belki, şöyle düşünülebilir: ".nedeni ev sahibi bir devlet başkanı, ama öte taraftan Türkiye'den giden hükümet başkanı olması hasebiyledir"

 

Herhangi bir misafir başkan veya başbakan, ev sahibi başkan gibi oturması ve ayakkabısını, ev sahibi başkana doğru yönlendirmesi şekli, kayıt altına alınmayan diplomatik şartlardan biri olmayabilir. Ancak ülkenin coğrafyası, kalkınmışlığı, nüfusu, nüfusun eğitim oranı, ekonomisi, ithalat ve ihracatı, üretim ve tüketimi, askeri gücü, altyapı ve teknolojik yatırımları, ithalat ve ihracatı ve devletler arası ilişkileri, oturma biçimini belirleyen unsurlardır diye düşünürüm!

 

Çünkü çocukluk yıllarımızda, gerek aile içinde gerekse okulda oturma disiplinine uyulması gerektiği hep hatırlatılırdı. Örneğin: Yer sofrasında nasıl oturulur? Yemek nasıl yenir, sofradan nasıl kalkılır gibi benzeri kurallar manzumesi eksiksiz sürdürülürdü. Çocukların, görsel ve pratik uygulaması geleceğe hazırlıktı, bir nevi staj gibiydi. (Günümüzün eğitimli anne ve babası, çocuklarını bizlerden çok farklı yetiştiriyor ki, çağdaş eğitim, uluslar için bu nedenle fevkalade önem arz eder.) Devrisi yıllarda bu ve buna benzer daha pek çok öğreti, meslek hayatı ve günlük yaşamındaki, dik durabileceği bir yer edinmesi, mazbut yurttaş olmasını sağlayan çabalardı.

 

Devlet başkanlarının bu oturma biçiminin, diplomatik anlam taşıyıp taşımadığını bilmiyorum. Ama bir o kadarda merak ettiğimi ifade etmek isterim. Bu noktada, ülkelerin eğitimli insan oranı gücü, refah seviyesi, tarım, sınai ve hayvancılığının gelişmişliği ile yaşam biçimindeki geleneksel değer ve yargıların, toplum yaşamı için ne denli önemli ve etkin rol oynadığı diğer düşünüşlerimden biridir.

 

Örneğin: İslami toplumlardaki:(Özellikle ülkemizde ve benim gibi 80 yaşına ulaşmış yurttaşın çocukluk dönemlerinde) aile yaşamı ve ilkokul eğitimleri sürecinde: Büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterilmesi önemli öğretiydi. Hatta yerli yerine oturmuş, uyulması zorunlu olan kurallardan biriydi. Ne yazık ki bu kurallara artık ülkemizde uyulduğu pek söylenemez. Çünkü önemi ve etkisi genç nesil tarafından dikkate alınmamaktadır! Bu fotoğraf üzüntü vericidir. Japonya bu konuda mükemmel örnek bir ülkedir. Başarılı olmalarının nedeni, çağdaş eğitimle birlikte, geçmişlerindeki; örf, adet ve geleneklerini bir kenara koyup, yeni toplumsal alışkanlıklara yönlenmemeleridir. Bu nedenle Dünya'nın önemli ülkeleri arasında ve üst sıralara yerleşmiş olmaları ise bunun bir göstergesidir.

 

Çocukların çağdaş eğitimle yetiştirilmeleri, o ülkenin refaha ulaşmasının, kalkınmasının, başarıya erişmesinin bilinen tek ve vazgeçilmez yoludur. Ancak biz ne tuhaf bir toplumuz ki, emperyalist ülkelerin; vahşi, doymak bilmeyen ve saldırgan hırslarından kurtardığı Anadolu coğrafyasında, ulus devleti kuran Atatürk'e saygı ve sevgi duymamak gibi gaflete düşüyoruz. Aynı ülkenin yurttaşı olmamıza karşın, birbirimizi de sevmiyoruz. Aynı ülkede yaşamamıza, aynı havayı teneffüs etmemize rağmen, küçük sorunu büyütüp, birbirimizin gırtlağına sarılıyoruz. Bunun akıl ve mantıkla izahı yapılabilir mi?

 

Millet olarak, maalesef; pek vurdumduymaz, adamsendeci, bana neci, disiplinsiz ve kuralsız bir toplumuz. Bu durum, bütün sorunların anasıdır. Cahil cehaletinden ötürü, sorumsuzluğumuzdan kaynaklanan problemin nedenini, kendimizde değil, hep başka yerlerde ve hatta üçüncü kişilerde ararız ki, bu durum: Artık cehaletin kaymaklı kadayıf tarzıdır!

 

Ama kurallara uyan, yanlışı için özür dileyip, öz eleştiri yapan ve bu tavrı sayesinde güzelleşip mükemmelleşen yurttaş, her zaman, her yerde ve herkes tarafından uzuun uzun alkışlanır.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI