SAVAŞLAR NE İÇİN YAPILIR!

SAVAŞLAR NE İÇİN YAPILIR!

 

Toplum olarak cinnet geçiriyoruz! Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki; doğru, gerçekten doğru mu; yanlış, gerçekten yanlış mı, yalan gerçekten yalan mı? Kimse farkında değil! İnsanın, insanlığın tam anlamıyla yok olma sürecine girmiş bulunmaktayız. Kâr hırsıyla doğayı tahrip ettiğimiz yetmiyormuş gibi, yerel, bölgesel ve Üçüncü Dünya Savaşını körükleyerek sonumuzu hazırlıyoruz. Kızılderili şefin dediği gibi, “ Bir gün paranın yenmeyeceğini göreceğiz. “

Bu gün insanoğlu uzayda yeni dünyalar ararken, yaşadığı dünyayı neden yok eder, anlaşılır gibi değil. Yaşadığımız dünyada barış içinde yaşamamız gerekirken, haksızlıkların, hukuksuzlukların, adaletsizliklerin, açlıkların, acıların, ölümlerin, sömürünün önüne geçemiyoruz. Peki, insanoğlu bu kadar mı çaresiz ve aciz? Çaresiz ve aciz olmadığımızı hemen hemen herkes biliyor. Peki, o zaman bu yaşananların sebebi nedir? Neden tüm bu olumsuzluklar bir türlü engellenemez? Kimin çıkarınadır? Bu ve benzeri soruları neden sormuyoruz? Cevaplanamayan onca sorunun arkasındaki gerçek nedir?

Özellikle bu gün Müslüman coğrafyasına bir bakın, durmadan kan akmakta. Hem de Müslüman Müslüman’ı boğazlıyor. Ne adına? Görünürdeki durum, din iman adına. Bizde buna inanacağız!

Emperyalizmin dünya halklarını bölüp, parçalayıp birbirine kırdırarak sömürüsünü devam ettirdiğini biliyoruz. Sermayeyi elinde bulunduran bir avuç insan, ürettiği teknoloji, mal ve hizmeti sorunsuz satabilmesi için, halkları birbirine düşürerek çatışma ortamı sağlaması gerekir! Gelişmemiş ve az gelişmiş ülkeler, çatışmaların tarafları olmaları sebebiyle, gelişip kalkınmalarına zaman ayıramamaktalar. Özellikle egemen güçlerin böl yönet oyunu çerçevesinde kini-dini, mezhebi ve ırkçılığı körükleyip, halkların düşünme yeteneğinin yok edilmesine neden olmaktadırlar. Bu nedenle beyin; iyiye, güzele, üretmeye, paylaşmaya, barışa değil, sadece ölüme ve öldürmeye odaklanmaktadır. Tabi bunda emperyalizmin maşalığını yapan yerli işbirlikçileri de unutmamak gerekir. Ortadoğu da yaşanan acıların, ölümlerin tamamı cahil bırakılan, hala Ortaçağı yaşayan halkların acı ve gerçek görüntüsüdür. Birbirini kıran bu ulusların ipinin kimin elinde olduğunu bilmemek mümkün mü?. Bunu görmeden, bunu bilmeden, sormadan, sorgulamadan ne acıların, ne açlıkların, ne yıkımların, ne de ölümlerin önüne geçmek mümkün değildir. Tarih bize bunu söyler, bunu der!

Toplumlar, topluluklar tarihi, tarihlerini bilmezlerse; geleceklerine yön veremezler. Tarih tekerrür eder gider. Tarihi, acılara, zulümlere, yıkımlara, ölümlere neden olanlar yazıyorlarsa; tarihin tekerrür etmemesi mümkün değildir! Çünkü yaşanan bu acıları, yıkımları, ölümleri gelecek kuşaklara bir kahramanlık öyküsü gibi ballandıra ballandıra anlatırlar/aktarırlar, meşrulaştırırlar. Onun için tarihin bilinmesi toplumları barışa, kardeşliğe daha çok yaklaştırır.

Tarihi değerlendirmeyi, tarihe farklı bir bakış açısını bir de değerli yazar Erdoğan Aydın’dan dinleyelim, okuyalım: “…Eğer bugün insani ve toplumsal yükselişimiz için, sağlıklı bir tarih bilincine sahip olmak zorunluluğunu kabul ediyorsak, tarihi, nesnel olguları, neden ve sonuçlarının yanı sıra insanlık ufkuna giren değerler açısından da sorgulayarak öğrenmek durumundayız. Eğer bu coğrafyada gönüllü bir birlik ve beraberlik, yani toplumsal kardeşlik istiyorsak, evrensel normların insanlarımız arasında daha da yaygınlaşmasını sağlamak durumundayız.

İnsanlarımız Arap Ordularının Buhara önlerinde ne aradığını, hangi meşru gerekçeyle atalarımızın kanını döktüğünü (ve tabii aynı şekilde Osmanlı’nın Viyana önlerinde, İspanyol’un Amerika Kıtasında vb.), hangi hakla halkların kanını akıtabildiğini sorma bilincine ulaşmak zorumdayız.

 

Bu bilinçle donanmalıdır ki, ister kendine yapılmış olsun, isterse kendisinin başkasına yaptığı, her türden insanlık suçunu aynı ölçütlerle reddetme erdemine ulaşsın; insanlaşmanın mihenk taşlarından biride bu çünkü. Aksi takdirde hep birileri bize saldırınca “adalet ve insanlıktan” söz edip, ama fırsat buldukça coşkulanarak birilerine saldıran ikiyüzlü insanlar olarak yaşayacağız. Aksi takdirde İstanbul’un fethini, Viyana kapılarına dayanmayı kutlayıp, Bosna’da Sırpları, Filistin’de Siyonizm’i lanetlemek şeklindeki tarihsel bir şizofrenide yaşayıp gitmeye devam edeceğiz.

İnsanların çoğunun böyle bir çifte standart ahlak(sızlık)la belirlendiği bir dünyada ise silahlanmaya ayrılan fonlar, eğitime, sağlığa, bayındırlığa, sosyal desteklere ayrılacak fonlardan hep daha fazla olacak ve bizlerde hangi inanç veya milletin parçalarıysak, onların sembollerini istismar eden egemenlerin atgözlüğü takmış kurbanları olarak, diğer sembollerin kurbanı olanlarla düşmanlaşmaya devam edeceğiz. İşte tam da bu fasit daireden kurtulmak için aydınlarımız tutarlı, bilimsel ama aynı zamanda cesur ve hakşinas olmak zorundadır. Suya sabuna kıyısından köşesinden dokunmakla belki ellerimizi temizleyebiliriz, ama tarihsel yüklerimizi temizleyebilmek, çocuklarımızın içinde büyüyecekleri barışçıl bir dünya sunabilmek için daha çoğuna gereksinimimiz bulunmaktadır.

Hamasi nutukların gözlerden gizlenmeye çalıştığı gerçek durumu kısmen de olsa gözler önüne sermeye çalışmaktan amacım, hangi inanç ve milliyetten olursak olalım tarihe evrensel değerlerle bakmaya zemin yaratmaktır. Dolayısıyla bu çalışma, içeriği insanlık değerlerince doldurulmayan bir “kahramanlık” ve “ahlâk” söylemiyle idealize edilmeye çalışılan, ama başka halklara, başka dinlere mensup ve en az bizim gibi insan, bizim gibi saf ve kirli, bizim gibi ezen ve ezilen diğer insanlara yönelik önyargı ve yabancılığı biraz olsun gidermeyi amaçlıyor. Özetle bu çalışma, konuya ilişkin gizlenen gerçekliği ortaya koyması yanı sıra, çağdaş insanlık değerleri ölçütünde iyi olmanın, yani başkalarıyla ‘biz’im aramızda hak ve özgürlükler açısından hiçbir ayrım olmayacağı fikrinin kendi tarihimiz özgülündeki temellerini bilince çıkarmaya çalışıyor.” (Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman Olduk kitabından alıntıdır.) 

Tarihi bu güne kadar egemenler yazmıştır. Günümüz teknolojisiyle artık tarihi çeşitli boyutlarıyla ayrıntılı olarak incelemek mümkündür. Dünyadaki yaşanan savaşların nasıl, niçin, kimin için, neden sorularını sorup, sorgulama şansımız vardır. Bu sorup, sorgulamayla barışa daha çok yaklaşacağımızı umut ediyorum! Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüyle gelecek günlerinizin aydınlık olmasını diliyorum.

Saygılarımla.

YAZARIN DİĞER YAZILARI