YADİGÂR SARI'YI KAYBEDELİ İKİ YIL OLDU

YADİGÂR SARI'YI KAYBEDELİ İKİ YIL OLDU  

 

Acılar nasıl tarif edilir ki? İçten kim yaşar acıyı? Acı bir gerçek mi, yoksa sanal bir şey mi? Çok bağırıp çağıran çok mu acı çeker? Göstermelik acı ne demek? Acının kan bağıyla ilgisi var mı? Bireysel ve toplumsal acıyı nasıl ayırt edebiliriz? "Sensiz yaşayamam" diyen biri gerçekten acı çekiyor mudur? Soruları istediğimiz kadar çoğaltmamız mümkün.

 

Tüm bu sorulara çok değişik cevaplar alabileceğimizi biliyorum. Acı en basit değerlendirmeyle bir insanda, özellikle bir sevdiğini kaybetmenin üzüntüsünü derinden hissetmek olarak tarif edebiliriz. Ya da insanda umulmadık anda, umulmadık bir zamanda negatif enerjinin en yoğun olduğu ve insanı sarstığı bir durum olarak açıklayabiliriz. Tabi ki, çok farklı açıklamalar olması, tarif edilmesi doğaldır.

 

Yâdiğar Sarı öğretmenimi kaybedeli iki yıl oldu. Bende bıraktığı acıyı yukarıdaki değerlendirmelerden hiç birisi tarif edemez. İlk şoku Dalaman Devlet Hastanesi'ne gittiğimizde doktorun, "çiğerlerinde su var" dediği gün yaşadım. Çünkü hayatım boyunca birçok kişinin refakatçisi olduğumdan, çiğerlerin su toplaması iyiye bir işaret olarak görülmemesi gerektiğini öğrenmiştim ama umudumu da diri tutmak ve kötü düşüncelerimi de dışarı atmak niyetindeydim. İnsanın bir tür kendisini "yok yav bundan bir şey çıkmaz" anlayışıyla aldatması gibi. Yani bir tür insanın kendi kendisiyle çelişmesidir.

 

Bu acı, hastanede yatarken, hatta iyi olup hastaneden çıktığında bile her nedense artarak devam etti. İçimde hep acaba sorusunu duyar gibi oldum. Çünkü bir insanın iyileşmesini ancak kendi kendine çıkıp alışveriş yapabilmesi, gezmesi okuması, dostlarıyla buluşması, yaşamını idame etmesi olarak değerlendiriyordum. Umudumu kaybetmemekle birlikte, acının sızısını derinden derine çoğaltarak hissediyordum. Yani artarak devam eden bir acıyla karşı karşıya kalmıştım. Bunu çok değerli büyümüz, Muğla'nın beyni, belleği olan Ünal Türkeş'de de yaşamıştım. Ünal Türkeş'in vefatı bende şok etkisi yaratmıştı ama acısı hala dün gibi taze duruyor.

 

O kadar dostu, iyi insanları, bu toprağın değerlerini, bizi biz yapan önderleri kaybettim ki, hepsinin acısı ayrı bir sızı şeklinde devam ediyor. Tanıyım tanımayım, insanlığa fayda sağlamış, vatan için şehit olmuş tüm değerlerin acısını hissetmemek mümkün değil! Yalnız, daha yakından tanıdığınız, yanında olduğunuz insanların vefatı insanın içini daha çok acıtıyor.

 

Herkesi bilmem ama bana göre acının kan bağıyla hiçbir ilgisi yoktur. Birçok insan, hatta en yakınları bile göstermelik gözyaşlarına boğulabilir. En çok da ölümüne neden olan yakınlarının feryatları bana çoğu zaman göstermelik gelir. Bunu en yakınlarımdan biliyorum. Adını yazmayacağım akrabam da olan biri, bir akrabamızın cenazesinde, "Herkes ölene ağlıyor, bende bizimkilerin ettiklerine (negatif anlamda) ağlıyorum" demişti. Tabii ki, bunu gerçeğinden ayırt etmek mümkün değil. Yadigâr Öğretmenim uzun yıllar önce Kayseri'de geçen bir olayı anlatırdı. "Çerkezlerle Avşarlar arasında çeşitli nedenlerle anlaşmazlıklar bulunurmuş. Bir gün Çerkezlerden biri vefat eder, fakat vefatından dolayı üzgündürler ama ağıt yakıp yüksek sesle çevreye duyuracak durumda değillerdir. Bunun çevre tarafından hoş karşılanmayacağını bildiklerinden ağıt yakacak birilerine başvururlar (o dönemde parasıyla ağıt yakan bayanların vefat edenin başında yüksek sesle ağıt yakması bir gelenek olduğu söylenmektedir). Çevrede en iyi ağıt yakan Avşar bayanlarını alır gelirler, fakat Çerkezlerle çeşitli nedenlerle anlaşmazlığı bulunan bayanlar, korktuklarından mecburen ağıt yakmak zorunda kalırlar".

 

"Ne deyim de ne şöyleyim,

Ölü bizim olmayınca.

Birer birer Çerkez mi biter,

Beşer onar ölmeyince"

 

Önemli olan insanın eşine, kardeşine, annesine, babasına, komşusuna, dostuna ve tüm tanıdığı insanlara çıkar gözetmeden sağ iken değer vermesidir. Öldükten sonra insan ne kadar çırpınırsa çırpınsın hiçbir faydası yoktur diyebilirim. Geri getiremezde zaten!

 

Acıyı en iyi anlatan şiirlerdir. Şiir gibi bir yaşam dileklerimle, sağlıcakla, şiirlerle kalınız.

 

 

 

 

 BİLEMİYORUM

 

Kuru yaprak gibi düştü toprağa,

Hangi canda olur, bilemiyorum.

Dostumun bağında baykuşlar öter,

Karalar bağladım, gülemiyorum.

 

Yapacağı işler yarıda kaldı,

Beni onulmaz dertlere saldı,

Parça parça etti, yalnız bıraktı,

Artık bir selamın alamıyorum.

 

Dağların altında kalmış gibiyim,

Dostum ölmüş, bende ölmüş gibiyim,

Yalnız, tek başıma kalmış gibiyim,

Gürbüz, dostun gitti diyemiyorum!

 

11.01.2019

 

NEYLEYİM

 

Dostum beni terk eyledi üzgünüm,

Kime kızsam çare değil neyleyim.

Kardayım, kıştayım, harda, közdeyim,

Bir boşlukta yaşıyorum, neyleyim.

 

Ecel beni alır kara toprağa,

Bir gün dönüşürüm, canlı yaprağa,

Benden sonra sahip çıkın davaya,

Yarım kaldı davam, şimdi neyleyim.

 

Dostumun anısı yaşar beynimde,

Onur, gurur vardı onun huyunda,

Güzellik, iyilik vardı özünde,

Kaybettim bu özü, şimdi neyleyim.

 

Kimsenin hakkında demezdi kötü,

Bazen oluyordu aşırı katı,

Yıllarca çalışmış, yoğudu yatı,

O güzel beyniyle göçtü neyleyim.

 

Gürbüz'üm çok yazma okuyan olmaz,

Bu dünya elbette sana da kalmaz,

Ağlasam, bağırsam, çığlığım duymaz,

Bir dostu kaybettim, şimdi neyleyim.

 

11.01.2020

Saat: 16.30

 

Kemal Gürbüz

Şair, Yazar-Devlet Sanatçısı

04.01.2021

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI