ADIYAMAN-KÂHTA ve NEMRUD DAĞI/KOMAGENE KRALLIĞI,ZİRVE

ADIYAMAN-KÂHTA ve NEMRUD DAĞI/KOMAGENE KRALLIĞI,ZİRVE

DAĞLAR DAĞIMDIR BENİM/GAM ORTAĞIMDIR BENİM,

SÖYLETME ÇOK AĞLARAM/DERTLİ ÇAĞIMDIR BENİM.”

         NEMRUD, ADIYAMAN/KÂHTA ilçe sınırları içinde yüksekliği 2150 metre olan antik bir dağ… Dünyanın 8. Harikası olarak değerlendirilir. Yüksekliği 10 metreyi bulan heykelleri ve metrelerce uzunluğundaki kitabeleriyle UNESCO DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ ’nde yer alıyor. Yunanca “GENLER TOPLULUĞU” anlamına gelen “KOMAGENE”, GREK ve PERS(DOĞU/BATI) uygarlıklarının, inanç kültür ve geleneklerinin bütünleştiği güçlü bir krallıktır. Hemen her yerde olduğu gibi buranın da bir hikâyesi bulunuyor: “ Hz. İbrahim, devrin kralı NEMRUD’ un putlarını kırarak kendisini Allah’ın varlığına inanmaya davet edince NEMRUD,  öfkelenir ve Hz. İbrahim’in ateşe atılmasını emreder. Böylece büyük bir ateş yakmak üzere yerdeki bütün odunlar toplanır. Ayrıca NEMRUD, evlerde ateş yakmayı da yasaklar. Zaten ortalarda ateş yakacak odun da kalmamıştır. Halk, ateş yakmadan nasıl yemek yapacağını düşünür durur. İşte bu günlerde bir avcı, avladığı ceylanı eve götürerek hanımından yemek yapmasını ister. Hanımı evde odun olmadığını, ateş yakamayacağını söyler. Avcı yine de çocukların karnını doyurması için bir çare bulmasını ister. Bunun üzerine kadın, ceylanın budunun yağsız kısmından bir parça alıp taş üzerine koyarak bir taşla ezmeye başlar. Sonra da ezilmiş eti bulgur, tuz ve biberle karıştırarak yoğurur. Böylece bildiğimiz “ÇİĞ KÖFTE” ortaya çıkmış olur.

            Buradaki kralların adları: 1.ANTİOCHOS, KOMMAGENE TYCHE, ZEUS OROMASDES, APOLLO, HERACLES (HERKÜL), ORTOSTAT, YAZILI LEVHALAR, KARTAL ve ASLAN HEYKELİ, BAŞ ŞEKLİNDE HEYKELLERİN AİT OLDUĞU TAHTA OTURMUŞ VÜCUT HEYKELLERİ de hemen baş heykellerinin yukarısında yer alıyor. Hava ve iklim koşullarından dolayı zamanla bazı heykellerin başları kopmuş. Bunlarla ilgili ayrıntıya giremiyoruz. Çünkü çok uzun…

                Değerli okurlar, yine yollardayız. Bizi gurbete bağlayan paslı yollar/Dönmeyen yolcusuna ağlayan yaslı yollar… Keban Baraj’ ı önüne kadar geliyoruz. Pazar günü olduğundan görevliler herhangi bir yetkiliye ulaşamadıkları için set üstüne çıkamıyoruz. Uzaktan fotoğraflayıp dönüyoruz.  DOĞANŞEHİR alabalık tesislerinde mola verip öğle yemeğimizi yiyoruz. Akşama doğru da ELAZIĞ ’dayız. Kente  girer girmez yine rehberimiz bir saat veriyor ve çarşıya dağılıyoruz. Öncelikle baharatçılar çarşısına giriyoruz. Artık anlatmaya gerek yok, her yer baharat, fındık, fıstık, badem, ceviz, biber, isot, salça, binbir çeşit kurutulmuş kokulu otlar, dolaşıyor, fotoğraflar çekiliyor, alabildiğimiz kadar bunlardan alıyor ve orta yerde Valilik Konağının önünde ağaçların altında arkadaşları bekliyoruz. Bu arada meydanda “İKRAM ÇEŞMESİ” yazılı tarihi görüntülü bir çeşme görüyoruz. Tabi ki merak ediyor ve oradaki esnafa soruyoruz. Elazığ Belediyesi,  bu çeşmenin musluklarından sabahları çorba akıtıyor ve ihtiyacı olan/olmayan halka ikram ediyormuş. Bize ilginç geliyor ve fotoğraflıyoruz. Söylenilen saatte arkadaşlar toplanınca BOZDOĞAN OTEL’ e yerleşiyor ve dinlenmeye çekiliyoruz. Öyle yorulmuşuz ki dışarıya bile çıkamıyor, her günkü gibi serilip kalıyoruz. Ertesi günü de kahvaltıdan sonra yine yollara düşüyoruz. Hedefimiz Adıyaman/Kâhta/NEMRUD… Oysa küçük bir araştırma sonucu görüyoruz ki Elazığ’ ın öyle güzel ve değerli tarihi/coğrafi yerleri varmış ki görmeye değer. Ama biz hiç birini göremeden yollara düşüyoruz. Kasetçalarımızda yanık yanık türküler; AĞITLAR… “NEMRUD’ un KIZI YANDIRDI BİZİ/ÇARPTI SİLLESİN FELEK MİSALİ/SİL YAZIMIZI KURTAR BİZİ/OCAĞIM SÖNDÜ NASIL BELÂDIR/BIRAKIP GETTİ BU NASIL DEVRANDIR/DÜNYA GÖZÜMDE KERBELÂDIR/ALLAH’TAN BULASIN”…  Adıyaman’ dan çıktığımızda Sarı levhada NEMRUD: 88 km. yazısını görüyoruz. Uzun yollar, bağlar, bahçeler, yemyeşil ekili alanlar geçip Kâhta’ ya ulaşıyoruz. Dağ yollarına vuruyor ve önce KARAKUŞ TÜMÜLÜSÜ’ ne ardından da şu meşhur CENDERE KÖPRÜSÜ’ ne ulaşıyoruz. Sol yandaki büyük kanyonun ağzındaki tarihi köprüyü gördüğümüzde aracımızdan iniyor ve biz eski köprüye doğru yürürken aracımız da sağ yandaki uzun ve yeni köprüyü geçerek dolaşıp eski köprünün çıkışına geliyor ve bizi bekliyor. Eski adıyla CHABİNAS, yeni adıyla CENDERE KÖPRÜSÜ, Cendere suyu üzerinde bulunuyor. İsa’ dan sonra 1. Yy. sonlarında SAMSAT’ ta karargah kurmuş olan 16. Roma Lejyonu SEPTİMİUS SEVERUS tarafından inşa edilmiş. Septimius, bu köprüyü ailesi adına yaptırıp iki yanına sütunlar diktirmiş. Her yerde ve her zaman olduğu gibi kardeşlerden CARACALLA,  kardeşi GETA’ yı ortadan kaldırınca onun adına dikilen sütunu da ortadan kaldırmış/yıktırmış. Köprü kemeri, 92 adet taş blokun üst üste bindirilmesiyle hiç harç kullanmadan inşa edilmiş. Köprünün su seviyesinden yüksekliği 17.85 metre, uzunluğu 117. 50 metre, iki sütun arası 5.30 metre, eni ise 7.80 metre imiş. Sütunların yüksekliği de 5.95 metreymiş. 1951 ve 1997’ de iki kez onarım görmüş.

            Karşı kıyıda bekleyen aracımıza bindiğimizde NEMRUD’ un zirvesi 15 km. yazısını görünce hedefe yaklaştığımızı anlıyoruz. Yemyeşil ekinlerle bezeli tarlalardan ve yamaçlardan sonra yamaçları meşe ağaçlarıyla yeşermiş vadide tırmanmaya başlıyoruz. Zirve yolu son yıllarda yapılmış ve gayetle sağlam ve düzgündü, yalnızca Adıyaman’dan bizi alıp buralara sürükleyen yeni aracımız oldukça güçlü ve sağlamdı. Vadilerin dibinden, sırtların başından aşırarak bizi artık ağaç ve yeşilliğin kalmadığı 1500 metrenin üzerindeki konaklama yerine getirdiğinde aşağıda kalan tüm alanlar ayaklar altındaydı. Burada inip yeniden üçüncü bir araca binerek daha yukarıya tırmanacaktık. Çünkü her durakta yolcu sayısı azalıyor ve araçlar da küçülüyordu. Başlangıçtaki gezgin sayısı yarıya inmişti. Burada tuvalet, yeme/içme gibi ihtiyaçlar giderildikten sonra son aracımıza doluşarak yeniden otsuz, ağaçsız kıraç bir alanda zikzaklar çizerek yükselmeye başladık. 10 dakika kadar sonra bu aracımız da durdu ve buradan sonrasına araç da gitmiyor ve yaya çıkılıyordu. NEMRUD’ un zirvesi, artık bir km. kadar yukarımızda; önümüzdeydi. Bize “ bakalım sizi orada göreceğiz, nasıl çıkacaksınız!” diyenleri geride bırakıp aralanıverdiğimizde onlar da şaşırıp kaldılar. Öndeydik ama nefes nefese kalmış, neredeyse morarmıştık. Artık 2000 metrenin üzerindeydik. Sık sık durup dinleniyor ve geriden gelenlerin, uzaklarda kalmış dağların, tepelerin, püskürme ve kaynama sırasında bulgur kazanı gibi kaynamış volkanik oluşumların fotoğraflarını çekiyorduk. Yukarıda enfes bir hava vardı, saat 16.00 sularıydı. Biz zirveye çıktığımızda zirvede hemen hemen TANRILARIN yanında kimseler yoktu. Bu soğukta ve yükseltide fazla kalmamak için gün batımına yakın yukarıya çıkıyorlardı ki GÜN BATIMI’ nı izleyip fotoğraflayabilsinler. Dikine tırmanışı bitirip de zirvedeki yığıntının çevresini (tıpkı bir çeç gibi) turlamaya başladığımızda artık soluklanıp kendimize gelmiştik. Ama bu kez de soğuk esen rüzgâr bizi şaşkına çeviriyordu. Kocaman kocaman kaya kütlelerinden oluşan TANRI HEYKELLERİ’ ni fotoğraflarken şaşkınlığımız son haddine varmıştı. Zirvenin son bölümünü konik biçimde 50 metre kadar yükseklikte çakıllardan yığma bir Tümülüs oluşturuyordu. Bu arada diğer arkadaşlar da geldiler ve hep birlikte fotoğraflar, fotoğraflar, fotoğraflar çektik/çekildik. Bu arada güneş batıda inmekteydi ama henüz daha saat 18.00 sularıydı. Gün batımına daha bir saatten fazla vardı. Ayrıca gökyüzü oldukça açık ve kuruydu. Bir nem, bir bulut, yağmur falan yoktu ki gün batımında bir kızıllık/renklilik  oluşsun… Yeterince fotoğraf çekip batıdaki heykelleri de doğu yandaki heykelleri de gezip gözlemledikten sonra batı yakasından çıktığımız yolu, doğu yakasından inmeye başladık.  Uzaklarda, çok uzaklarda barajlar, baraj gölleri masmavi görüntüleriyle bu kıraç alanları süslemekteydiler. Doğu yakasındaki dik ve taşlıklı inişten kıtım kıtım inerken büyük bir kalabalığın yukarıya doğru tırmandığını gördük. Akşama doğru ortalık serinlemiş, yukarısı iyice soğumaya başlamış, gelenler; başlarını poşularla, ceket ve montlarıyla boğup sarmalayarak soğuktan korunmaya çalışıyorlardı. Hatta iki genç de aşağıdaki kulübeden battaniye kiralamışlar ve birlikte sarınmış öyle çıkıyorlardı. Kulübenin oraya indiğimizde ise gezginler battaniye almak için kuyruk oluşturmuşlardı. Yine mola yerine inmiş, biraz dinlendikten sonra geldiğimiz aracımıza doluşarak dönüşe geçmiştik. Böylece uzun yıllardır süren bir özlemimizi gidermiş, NEMRUD’ un TANRILARI ile tanışmış, görüşmüştük.  Akşama Adıyaman RAMADA OTEL’ deyiz. Her günkü gibi erkenden odalarımıza çekiliyoruz. Çünkü dışarıda gezecek mecalimiz kalmamıştır. Ertesi günü de artık dönüş başlamıştır. Malatya/Arguvan ve Maraş’ ı teğet geçtikten sonra Adana’ ya doğru hızla yol alıyoruz. BAHÇELİ’ nin BAHÇE’ sine doğru yaklaşırken gidişte uzaktan görüp fotoğrafladığımız TURGUT ÖZAL viyadüklerini  ve arka arkaya gelen uzun tünelleri geçip BAHÇE/OSMANİYE yoluyla ADANA’ ya iniyoruz. Çarşıda öğle yemeği için az bir zaman bulup ucu ucuna hava alanına yetişiyor ve 14.40’ ta MİLAS/BODRUM HAVAALANI için uçağımıza biniyor, dönüşe geçiyoruz. Bu gezideki en uzun yolculuğumuz, beş buçuk saati aşan Adıyaman-Adana yolculuğu oluyor. Yine de sıkılmadan bir yolculuk yaparak gezimizi çok büyük birikim/donanım ve fotoğraflarla süslemiş olarak SAĞ/SALİM bitiriyoruz. Bu geziyi yapanlar biliyor, yapmayanlara anlatmaya çalışıyoruz. MUTLAKA GİDİNİZ… YENİ GEZİLERDE BULUŞMAK UMUDUYLA SAĞ ve ESEN KALINIZ.

YAZARIN DİĞER YAZILARI