TÜRKÜLERİMİZ CANDIR, YAŞAMDIR!..

                      TÜRKÜLERİMİZ CANDIR, YAŞAMDIR!..

Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu… Yıllar sonra bu yaşlı sanatçı ikili, gazeteci meslektaşımız sayın İsmail Küçükkaya’nın 29 Haziran sabah programına çıkarak, doyumsuz türkülerini söyleyip, yine bizi mest ettiler; Allah hepsinden gani gani razı olsun!..

Erkan Oğur’un cura, İsmail Hakkı Demircioğlu’nun bağlama çalarak söyledikleri ilk türküleri, unutulmaz eser; “Zahit Bizi Tan Eyleme” türküsü idi… İkincisi “Bülbülüm Altın Kafeste”, üçüncüsü Kul Hasan’dan alınma “Canım Efendim, Sultan Efendim”, dördüncüsü “Pencereden Kar Geliyor” ve beşincisi de “Şu Karşı Yaylada Göç Katar Katar” idi…

Yıllar önce İzmir’de dinleme mutluluğuna eriştiğim bu muhteşem ve yaşlı ikili, 1980 yılında birlikte grup kurdular… Öyle özgün müzikleri seslendirdiler ki, bir dinleyen bir daha onları unutamadı… Tam kahvaltı hazırladığım bir zamanda İsmail Küçükkaya’nın programına çıktılar, güzel türkülerini peş peşe sıraladılar, artık onları izlerken her şeyi unutan benim için de olanlar oldu tabii: Ocak üzerinde unuttuğum çaydanlık, kaynaya kaynaya suyunu bitirmiş, her zaman rafadan hazırladığım yumurtam patlamış, ısıtmak için elektrikli ızgaraya koyduğum ekmek dilimleri kömüre dönüşmüştü…

Ama olsundu… Ben bir daha bu Erkan Oğur ile İsmail Hakkı Demircioğlu ikilisini nerede canlı olarak izleme imkânı bulacaktım ki…

Sohbet sırasında İsmail Küçükkaya’nın; “Efendim uzun zamandır ortalıkta sizleri göremedik, özlettiniz kendinizi, iyi ki sizi buldum da, sevenleriniz şu anda eminim bayram ediyorlardır” sözlerine karşı; “Arkadaşlarımız bir dizi konser programı hazırlamışlardı ama, seçimler dolayısıyla bunu ertelemek zorunda kaldık, önümüzdeki günlerde sevenlerimizle buluşmak için yine yollara düşüyoruz, bu müjdeyi kendilerine verebilirsiniz” dediler…

Türkü; “Hece ölçüsüyle yazılmış, halk ezgileriyle bestelenmiş manzume” demektir ve biz Türklere özgü bir müzik türüdür!.. Kim ki size Türk olduğunu söyleyip de, “Ben türküleri sevmem” diyorsa, o aslında Türk filân değildir!.. Türk olan herkes ‘türkü’ dinler ve türkü sever!.. Bunun aksine hiçbir makul sebep gösterilemez!.. “Ben Türk’üm ama şu türküleri sevmiyorum” demek, içine şeker şurubu katılmamış ‘baklava’ gibi bir şeydir!.. Nasıl tatlısız baklava olmaz ise, türkü sevmeyen Türk de olmaz, olamaz!..

Türkü, kulak pasını temizleyen en iyi ve en steril temizleyicidir!.. Türkü sanattır, türkü hayattır, türkü umut ve yoldaşımız, türkü geçmişimiz, türkü en değerli ata mirasımızdır!..

Bakınız Âşık Veysel bir türküsünde ne diyor: “Dost dost diye nicesine sarıldım/ Benim sadık yârim kara topraktır/ Beyhude dolandım, boşa yoruldum/ Benim sadık yârim kara topraktır…/ Karnın yardım kazmayınan, belinen/ Yüzün yırttım tırnağınan elinen/ Yine  beni karşıladı gülünen/ Benim sadık yârim kara topraktır…”

Pîr Sultan Abdal ise; “Şu karşı yaylada göç katar katar/ Bir güzel sevdası serimde tüter/ Bu ayrılık bana ölümden beter/ Geçti dost kervanı, eyleme beni…” diyor…

O meşhur “Fırat Türküsü” de şöyle diyor: “Şu Fırat’ın suyu akar serindir/ Yârimi götürdü kanlı zalimdir/ Daha gün görmemiş taze gelindir/ Söyletmeyin beni, yaram derindir!../ Kömürhan Köprüsü Harput’a bakar/ Kör olası Fırat ocaklar yakar/ Ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar/ Söyletmeyin beni yaram derindir…” 

Allah için şu türkülere bakıp da şimdi söyleyiniz; bu türküler sevilmez mi? Damarlarında asil kan akan hangi Türk bu türkülerden uzak durabilir?    
YAZARIN DİĞER YAZILARI