ESKİ ORMAN YANGINLARI !?

 

ESKİ ORMAN YANGINLARI !?

1963 yılı, Temmuz ayının son günleriydi… Göktepe mevkiinde çok büyük orman yangını başlamış, o günkü iptidaî koşullarda söndürülmesi haftalarca devam etmişti… Çünkü o zamanlarda ne yangın söndürme uçakları vardı, ne helikopterler, ne hazırda bekleyen söndürme ekipleri ve ne de bugünkü kadar yaygın su ve köpük tankerleri vardı… En kötüsü de, orman içinde gidilecek yollar yoktu…

Bir yerde orman yangını çıktı mı, o civarın köylüleri Ormancılar ve Jandarma tarafından tutulur, kamyonlarla dağa götürülür, günlerce dağda söndürme çalışmasına katılırlardı… Onlara devlet tarafından günde bir paket Birinci sigarası, bir ekmek, bir miktar da helva ve peynir verilir, sularını tankerlerden içerlerdi…

Bu yangına katkıları nedeniyle, Orman İdaresi de her yıl bu köylülere “Zat-ı İhtiyaç” adı altında, tamiratlar için 3-5 metreküp, yeni bina-dam yapanlara da 5-10 metreküp kereste verir, kesim yapılan yerlerden de Kışlık odun ihtiyaçlarını almalarına izin verilirdi… Yangından kaçanlar tespit edilirse, bunlara bu zat-ı ihtiyaç kereste ve odun verilmezdi…

İşte o büyük Göktepe yangını çıktığı günler, bizim köylülerin de “Tütün İşi” yüzünden başlarını kaşıyacak vakitleri yoktu… Çünkü en değerli tütün yapraklarının olgunlaştığı, “kırım-dizim-kırmandal-sergi” işlerinin en kızıştığı günlerdi… Bu yüzden, orman yangını için adam toplayan Ormancı ve Jandarmalardan bucak bucak kaçarlar, gündüzleri sokakta asla gözükmezlerdi…

Köyde olup da, bu yangınlara memurlar, fırıncılar, kadınlar, yaşlılar, Muhtar ve Azalar dışındaki tüm erkeklerin gitmesi mucburiydi!.. Hatta bazı erkeklerin, gece tütün kırmaya, gündüz tütün çapasına giderken, kadın kıyafetleri giyerek tarlalarına gittikleri çok görüldü… Tabii, o kılıkta yakalananlar da olduğu için, Ormancıların ve Jandarmanın da gözü açılmış, yoldan geçenlere çok dikkatli bakar olmuşlardı…

O yangın gecelerinden birinde, köyün birinci azası olan babam ile gece tütün kırıcı kadınları uyandırmaya gitmiştik… Ben daha 12 yaşındaydım… Köy camisinin yanından geçerken bir araba gelip durdu… Hemen iki Jandarma indi ve babamı arabaya çıkarmaya çalışırken, komşumuz olan köyün Ormancısı merhum Mustafa Yargıç, hemen Jandarmalara seslendi; “Bırakın onu, o bizim bu köyün birinci azasıdır!” dedi… Jandarmalar hemen babamı bıraktılar ama, beş vakit namazını ömrü boyunca hiç geçirmeyen babam ne dese beğenirsiniz; “Evet öyleydim Mustafa Efendi ama, ben bugün azalıktan istifa ettim, tütün işlerimle uğraşıyorum” demez mi?

Yahu, herkesin bu yangından bucak bucak kaçtığı bir sırada, işlerin bu kadar yoğun bir zamanında, komşumuz Ormancı babamı kurtarmaya çalışmış, ama babam, sırf yalan söylememek için istifa ettiği gerçeğini söylemiş, tam üç hafta Göktepe yangınını söndürmeye götürülmüş, hem kendi hem de ortaklarımızın tütünleri mahvolmuştu!.. Ben hâlâ bu olayı hatırladıkça; “Yahu baba, her yerde bu kadar dürüstlüğün ne lüzumu vardı ki? Senin istifa ettiğini kim biliyordu ki?” demekten kendimi alamıyorum!..

Eve geldiğinde ise tanınmaz haldeydi; zayıflamış, her tarafı kapkara olmuş, elbiseleri yırtılmış, fötr şapkasının tepesi delinmiş, elleri-ayakları yanmış, ayakkabıları parçalanmış, biz onu ilk görüşte tanıyamamıştık…

Askerden yeni gelen nalbant Hüseyin Tütüncü, kendini yakalayan jandarma erini gaza getirip; “Ben şimdi kaçsam, sen beni yakalayamazsın!” demiş, asker de; “Hadi kaç bakalım, seni iki adımda yakalarım” demiş, daha köyden çıkmadan Hüseyin Tütüncü kaçmış, asker onu yakalayamamış, o yangından böyle yırtmıştı…

O eski çileli yangınlar gitti, geriye böyle hatıraları kaldı…         Sakin KOŞAR…

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI