GÜNLER GELİP - GEÇERKEN…

 

                     GÜNLER GELİP - GEÇERKEN…

Bugün 26 Kasım 2018, günlerden Pazartesi, saat 12.’yi 10 geçiyor… Dışarıda hafifçe yağmur yağıyor, rüzgâr Güneyden hafif şiddette eserken, okullarından öğle yemeğine çıkmış çocuklar, açık pencerelerden kendilerini merakla izleyen bir çift anne gözlerine doğru neşeyle koşuyorlar…

Bense yola bakan penceremden, dalgın gözlerle dışarı bakıyor, arada bir masamdaki açık bilgisayarıma göz atıp, bugün neler yazacağımı düşünüyorum… Koltuğumun dibindeki kalorifer peteğinin ılık sıcaklığına arada bir temas edip; “Acaba bu ay doğalgaz faturası kaç lira gelecek?” diye düşünmekten de kendimi alamıyorum…

Bir karga karşı komşu balkon demirine konuyor, etrafı hızlıca kolaçan ettikten sonra aşağıya indiği sırada iki yerli kumru hızla aynı balkona konup, bu mahalleden olmayan kargaya var güçleriyle bağırıp, taciz etmeye başlıyorlar!.. Karga  hızla balkon demirlerine yürüyüp, demirlerin arasından uçarak, çevredeki yüksek ağaçları arasında yok oluveriyor!..

Yerdeki bir su kabına su içmeye inen bir serçeye, alaca renkli bir kedi basılarak yaklaşıyor… Üstteki ağaçta bulunan bir başka serçe avazı çıktığı kadar ciyaklayarak, bir tehlike olduğunu yerdeki serçeye haber veriyor… Kuşcağız suyunu bile içemeden uçup gidiyor, yine avlanırken avucunu yaladığı için kıçüstü oturan kedi, bir arka ayağını yukarı kaldırarak, bu sefer karın bölgesindeki parazitleri yalayarak temizlemeye başlıyor…

Patlak egzozu ile aşağılardan büyük bir homurtuyla gelen kamyonetin üstündeki bozuk hoparlörden; “Hurdacı geldi hanımmm!.. Eskileri alıyor, naylon tencereler veriyorummm!..” diye karık sesle site binaları arasına giriyordu… Önce ağaçlardaki kuşlar kaçtı, sonra çöp bidonu etrafındaki kediler dağıldılar, birkaç köpek kamyonete saldırıp, öfkeyle havlamaya başladılar, hurdacı adam ağırca ilerliyor, anonsa devam ediyordu… Hiç ilgilenen olmadığı için geçip gitti, en son da Belediyenin diktiği; “Hurdacıların Girmesi Yasaktır” levhasına sürtünerek, aynı monoton anonslarla yukarı mahallelere doğru yürüyüp gitti…

Salondaki aynanın önündeki telefonum çaldı… Açtım, İzmir’deki 4 yaşındaki torunum ‘Karan Karakuş’ arıyordu: “Saki dede, ben Karan… Hadi bize gel, aninem topumu vermiyooo… Hadi bize gel Saki dede!..” diye şikâyet ediyordu… Hani başı dertte olmasa var ya, hiç böyle söylemez, dalgasını geçmek için beni her aradığında; “Napıyosun Necdet dede?” diyerek, Manisa-Salihli’deki dedesi olarak bana hitap ederdi… Tabii, Necdet dedesini aradığında da ona; “Ne yapıyosun Saki dede” diye hitap ediyormuş, iyi mi? Daha dört yaşında ama, maşallah şu dalga geçme şekline bakınca, şimdiden “Saki Dedesi” Sakin Koşar’ın mizah ustalığını elinden alacak gibi görünüyor kerata!..

Dışarıda yağmur durdu… C-Blok’a bir kamyon yanaştı, yine bir komşu başka bir yere taşınacak… Biri göçüp gidiyor, biri yerleşmek için geliyor… Şimdiki şehir yaşamı böyle zaten; tanışmak yok, kim kime dum duma, gelen belirsiz, giden belirsiz?

Birden bütün çatılardaki ve ağaçlardaki kuşlar tarumar oldular, ortalık müthiş bir kanat çırpma sesinden geçilmez oldu!.. Demek ki yine ovadan dağlara doğru bir “Alıcı Kuş - Şahin” geçiyor, tüm kuşlar da canını kurtarmak için kaçışıyorlardı!.. Neden büyük balık küçük balığı yutar? Niye güçlüler zayıfı ezer!? Doğuştan donanımlı ve güçlü olan ‘Şahin’ niye karnını hep kendi cinsi kuşları yiyerek doyurur!? Hayatın asıl gerçeği bu zaar!?         Sakin KOŞAR…

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI