... VE BİRGÜN ONU APANSIZ ALIP GÖTÜRMÜŞLER.

  ... VE BİRGÜN ONU APANSIZ ALIP GÖTÜRMÜŞLER. 

Uzuun yıllar önce, Devrim gazetesinin günümüzdeki yeri kahvehane idi. Ömer Sevinç, (Namı diğeri aşçı Ömer) isimli meslek ustası bu mekânı kiralayıp, işletmesini üstlenmişti. Ancak kahvenin müşterisi hiç denecek kadar azdı. Genellikle, yazılı veya sözlü sınav olacak Turgutreis'in, bazı çalışkan efeleri(!) o gün, okuldan kaçar kahveye sığınırdı.(Kaçak efelerin durumu Deve kuşuna benzerdi. Çünkü okul müdürü yanına bir iki yardımcısını alır, kahveye gelir, hepsini toplar okula götürürdü) Kahvehanenin üstü ise butik oteldi. (Butik otele, şehrimiz meğer 1960'lı yıllarda sahipmiş de, yerli ahali niteliği ve tanımı konusunda, bilgi sahibi olmadığı için bu deyim duyulmamış. Vaziyet onu gösteriyor!) Otelin sorumlusu en yakın arkadaşlarımdan Bayram Kalay'dı. (Aktif kişiliğinden ötürü, namı diğer "Amele Bayram" olarak bilinir. Bu arada, arkadaşımız geçtiğimiz hafta içinde, İzmir Ege Üniversitesi Hastanesi'nde önemli bir operasyon geçirerek, eski sağlığına kavuşturuldu.)

Gel zaman git zaman, bir gün kahvede yine 5-6 kaçak öğrenci grubu otururken, 17-18 yaşlarında bir çocuğun kapıdan içeri girdiğini, bir kenara yalnız başına oturduğunu, bu yabancının dikkat çektiğini, arkadaşlarımdan biri tarafından bana iletildi. Bir süre sonra, kahveye uğrayıp şahsı gördüm, masama çağırdım, konuştum sohbet ettim. Mesele anlaşılmıştı. Çocuğun kimi kimsesi yokmuş, annesi babası trafik kazasında vefat etmiş, zaten bir evin bir oğluymuş dolayısı ile ortada kalakalmış. Ne edeyim, nerelere gidip çalışayım diye düşünüp taşınmış ve nihayet ne hikmetse yönünü şehrimize çevirip, çıkıp gelmiş.

Önce birlikte olduğum arkadaşlarım, kendisine bazı sorular yönelttiler: "Nerede kalacaksın, öğrenci misin, yoksa çalışıyor musun, ne iş yapıyorsun, cebinde paran var mı?" soruları yok sıfatı ile yanıtlanıyordu. Anlaşılıyordu ki delikanlı: Tığ-ı teber şah-ı merdan çıkıp gelmişti. Bu durumda nasıl yardımcı olabileceğimizi düşünmeye başladık!

Mizacım gereği; düşkünlere, yoksullara, zorda kalanlara yardım etmek zaafımdı. Hemen üst kattaki otelde, yatacak yer konusunu an itibarı ile çözümledik. Ama bu böyle ilâ nihayet sürdürülemezdi ve "balığı kendisinin tutması" gerekiyordu. Ona çalışabileceği ve devamlılık arz eden bir iş bulmak zorunluluğu vardı. (Acilen bulunan) Kahvedeki garsonluk işi, yemek ve otel ücretini karşıladığı için sıkıntı geçici olarak çözümlenmişti. Arkadaşlarımla birlikte içimiz rahatladı.

Birkaç gün, çocuk için devamlılık arz eden bir iş arıyordum ki, Cennet mekân, Ahmet Zeybek ağabeyle tesadüfen karşılaştım ve durumu kendisine izah ettim. Tanrı rahmetini esirgemesin, umduğum sonuca hemen ulaştım. Sayın Ahmet Zeybek, biçare genç insanı işe almayı kabul etti ve: "Gelsin işe başlasın" dedi. "Ne iş yapacak acaba?" diye sormadan da edemedim. "Sinemada yer gösterecek" dedi. İş'i; yerde bulup, üç defa öperek alnımıza götürdüğümüz ekmek parçası gibi, saygı ve sevinçle karşıladık. Genç adamın hayatını kurtaran sürekli bir iş, bulunmuştu. Kendisine müjdeyi verince ağzı kulaklarına vardı.

İşe başladığı gün çok mutluydu, Ahmet Zeybek ve diğer çalışanlarda onu sevmiş, elinden tutmuş, çok sıcak ve candan davranıyorlardı. Çalışma ortamına çok alışmıştı, işini sevdi ve ciddi şekilde sahiplendi. Pek çok yurttaş onu tanıdı kendini güler yüzle selamladı. Böylece şehrimize alıştı ve adeta yerli ahaliden biri oldu. Zaman zaman ziyaret ediyordum. Muğla'da olmaktan ve bir iş'te çalışmaktan ve dostluklar kazanmaktan son derece şanslı olduğunu ifade ediyordu. Kısa sürede kendi ayaklarının üzerinde durmanın güveni, davranışlarına ve konuşmalarına yansımıştı.

Belli bir süre geçtikten sonra, diğer çalışanlardan, bazen bir kenara çekilip gizlice ağladığını öğrendim: Kendisine: "Ne oldu, bir problem mi var?" Diye sordum: "Söyle, elimizden gelen bir şeyse çözmeye çalışırız" dedim. "Hayır, öylesine ağlıyorum. Aklıma annem babam geliyor, üzülüyorum onun için ağlıyorum" deyince, onu teselli etmeye çalıştım.

Eğer yanılmıyorsam, tahminen 1.5 yıl kadar sinemada çalıştıktan sonra, bir gün palas pandıras gittiğini öğrendim. Öyle sanıyorum ki: Çalışma arkadaşları ile sohbet ederken, anne ve babasının sağ olduğunu, yaşadıkları şehri, belki de adreslerini söyledi ve içlerinden biri, durumu ailesine bildirdi! Meğer delikanlı bir şeye kızmış evden kaçmış! Sonuçta, ailesi yıldırım hızı ile gelmiş ve onu apansız alıp götürmüş.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   

YAZARIN DİĞER YAZILARI