1960'LARIN TEMMUZ SICAĞINDA, KILIÇ/KALKAN - FOLKLORİK DANS- DAVUL/ZURNA ve "CUVARE NASIL İÇİLİR?"

Cahillik yanlışın kökenidir. Yanlış; suçu, hatayı ve birçok olumsuzluğu beraberinde taşır. Cehaletin nedenleri aslında toplumsaldır. Toplum olarak gelişmeyi becerememiş ülkenin, cahil insan sayısı, eğitimli insan sayısından fazladır. Cehaletin temelinde "Eğitimsizlik" yatar. Eğitimsiz ana/baba gerekli bilgiyi veremediğinden çocuk; yanlış eğilimlere, tehlikeli yollara, kanunsuz davranışlara yönelir. Cahil insan; zamanı doğru kullanamaz, boşa geçirir ama kahvede, "O mekânın özel kültürü" ile yetişir. Beynini yorduğu bir ilgi alanı vardır ve onun için önemlidir. O da, şans oyunlarında kazanacağı paranın hayalini kurmak. Hiçbir konuda, doğru bilgi edinmez, dedikoduya inanır. Araştırmaz, sorgulamaz; bana neci, adamsendeci, boş vericidir.

 6-7 yaşımda iken, anne ve babamla bir akşam tanığımız bir aileye ev oturmasına gittik. Çünkü o evin benim yaştaki çocuğu tanıdığımdı. Eve girdiğimizde sigara kokusundan içeride durulacak gibi değildi. Neyse oturduk, büyükler kahveleri içerken biz de, önümüze konulan kuruyemişleri tükettik. Çocuğun babaannesi ile dedesi olabildiğince cahil ve acayip insandı. Onlara göre; erkek adam rakı içip: "Ööf demeyince, sigara yakıp üfürmeyince, kızdığı zaman sövmeyince" adam sayılmazdı.

 O akşam, dede ile babaanne de oradaydı. Torunlarının gösterisini sunmak için, tabakadan sigara saran dede, torununa Muğla ağzı ile: "Yag baken aslanım. Cuvare naha içiliyormuş, görsünnee!" deyip sigarayı uzatınca babam müdahale etti: "Ağbey! Ne yapıyorsun yahu? Bacak kadar çocuğa sigara mı içirilir? Etme, bu olmadı işte!" deyince, gösteri önlendi. Bu kez dede, dışarıdan müdahaleye sinirlendi ve hışımla yerinden kalkarken, torununa:" Kalkıle!" deyince çocuk benimle kalma istemini belirtti, ama dedesi gürledi: "Vallaha hindi şamarı yiğsin, çabık kalk, yörü!" diyerek azarladı. Durum dedenin ne denli öfkelendiğini gösteriyordu. 

Kalktılar birlikte eve gittiler. Biz de bir süre oturup döndük. Çocuğun babası ise, sesini hiç çıkarmadı, sadece seyretti. Çünkü dedesinin öğrettikleri hayat dersiymiş onun için karışmazmış(!) Çocuk, daha sonra dedesi ile içtiği ve sonra alıştığı alkol nedeniyle 45'li yaşlarda öldü. Dedenin; iyi niyetli olarak torununu hayata hazırladığı düşünülebilir, ama cehaleti ile ömrünü genç yaşta bitirmesine sebep olması üzüntü vericidir.

Geçelim, bir başka konudaki uygulamalara. Bunun için, geriye dönüp baktığımızda 1960'lı yılların Temmuz' sıcağında, turist karşılamaları dikkat çeker. O yıllarda yavaş yavaş başlayan turizm hareketliliği sırasında turistler, Bursa "Kılıç/Kalkan" ve diğer gösterilerle karşılanırdı. Özel kıyafet giydirilmiş 8 kişilik ekip, sol elinde kalkan, sağ elinde kılıçla zıplaya zıplaya cenge hazırlanan savaşçılar gibi ve "Hayda bireee!" nidaları ile yeri göğü inletir, kılıç'ın, kalkanı dövmesi ile çıkan ses, bazı turistleri korkutur, bazılarını ürkütürdü.

 Hiç unutamadığım bir görüntü, o yıldan bu yıla, hafızamdan hala silinmemiştir. Gemiden inen turistler, gümrüğe giderken Kılıç/Kalkan ekibinin iskelede ve Temmuz Güneşi altında hoplayıp zıplayarak, gösteri için kılıcı kalkana vurması ve keskin metal bir ses çıkarması tedirgin ediciydi. Bu sesten korkan turist kadın, ağır ağır eşinin sağ yanından yürüyor ve yan gözle timi izliyordu, bir bakıma tedbirli davranıyordu. Öyle korkmuş ki, adeta tetikteydi. Hani aklınca bir saldırı olursa, sanki kocasını ekibin üzerine itip zaman kazanacak ve kaçarak paçayı kurtaracaktı(!) Tim "Hayda Bireee!" diye gürleyince, korkudan başını önüne eğdi ve eşinin koluna girip hızlı biçimde gümrük binasına doğru yürüdüler. İkisi de saldırıdan kurtulmuştu(!) 

Öte taraftan, yine o Temmuz sıcağında genç kızlara eski kıyafetler(Folklorik) giydirilerek davul/zurna önünde dans(Folklorik oyun anlamında) ettirirlerdi. O çocuklar, o sıcakta ve ter içinde, Türk turizmini ilginç hale getirmek için çok gayretli çalışırdı. Çünkü geminin halatlarını bağlayan liman işçisinden, gelen turistleri seyreden yurttaşa kadar herkes, bir şortla dolaşırken kalın giysilerle dans gösterisi yapan kızların: "Bitse de, gitsek, sıcaktan bunaldık" demekte ne kadar haklı oldukları ortadaydı.

 O yıllarda Güneşin altında ayakta dikilirken zurna sesi, kargadan dönme bülbül(!) sesi gibi gelirdi insana. Davulcu ile zurnacı boyunlarındaki yağlıkla elini yüzünü siler, ter'in bedende oluşturduğu ıslaklık, iyice silinip kurunmadan hamamdan çıkmış müşteriyi andırırdı. Ter; ayrıca gömleklerde moda tasarımcıları için doğal desenler oluşturur, zurnacının zurnasını üflerken yanağının şişmesi; 5 numara kandil camının göbeğine benzerdi. Yanı sıra o kavurucu sıcakta alından dımbır dımbır ter akar, boyun damarları düdüklü makarna gibi şişerdi. Bu arada (Turizm bizim işimiz) diyen yetkili kişiler, kendilerince geliştirdikleri ve ilginçliğine inandıkları bu tür program senaryoları ile turist karşılar, ülke turizmini her yıl zirve yaptırırdı(!)

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI