İKİ MOTOSİKLETLİ, KONVOYA SİRENLERİ İLE ESCORT EDİYORDU.

 

 

 STAR Gazetesi yazarı Resul Tosun'un, yüksek sesle okunan ezan konusundaki açıkladığı düşüncesine katılan çok. Yazarın özellikle belirttiği gibi yurttaş ezana değil, yüksek sese karşı. Fakat bu düşüncesini söylediği zaman, maalesef din ve ezan karşıtı olarak haksız yere suçlanıyor. Hani nerede kaldı din kardeşliği? Sadece yüksek sesle okunan ezana değil, her türlü yüksek sese tepki gösteren vatandaş, din ve ezan düşmanı olarak yaftalanıyor. Böyle bir yaftalama olabildiğince haksızlıktır. Çünkü safsatadır, boş ithamdır, üzücü ve düşmancadır. Hiçbir yurttaş, din'e ve ezan'a karşı değildir. Aksini söylemek, mantıksızlık ve derin düşünme yetersizliği nedeniyle, ortaya çıkan ağır bir suçlamadır. 

BEYNİ tırmalayan güçlü sesin, ruh ve kulak sağlığını etkilediği anlatılsa da, sorunu doğru algılayamayan, Müslüman sadece "Benim" diyen ve problemi değerlendiremeyen bakış, yanlışı maalesef sürdürüyor. Halkın %99.9u Müslüman olan bu ülkedeki konu ile ilgili şikâyet, ezan değil yüksek sestir! Müslüman bir ülkede, yurttaşın gönlü; Tanrı'nın sevgi ve saygısı, duası ve Tanrı'ya boyun eğişi ile dinleyeceği ezan, kulağı yırtan yüksek sesle okunduğundan, dikkat dağılıyor. 

BİR anı: 1950 yılı ilkokula başladığım yıldır. İlk yaz tatilinde, babam dinimi ve namazı kılmayı öğrenmem için, bir camideki kursa gönderdi. Kursun öğretmeni genç bir hafız adayıydı, elimize okuyacağımız kitabı verdi, oturup kalkmamızı öğretti ve ertesi günü kurs başladı. Bir takım öğretilerden sonra Şahadet getirmeyi ve "Süphaneke" duasını ezberlemeye başladık. Başladık, ama dilimiz sureyi telaffuz etmekte zorlandığı için yanlışlık yapıyor ve okumayı beceremediğimizden hemen avucumuzu açıyorduk. Genç hafız adayı değneği çocuk avuçlarımıza yapıştırıyor, ama bir kere ile tatmin olmadığından öteki avucumuzu da uzatıyorduk.  Ve bu şekilde üç aylık zaman böyle geçiyordu. 

O YILLARDA, çocuğa dayak atmak olağandı. Çünkü dayağın, Cennet'ten çıktığı, adam olmanın yolunun dayakla mümkün olduğu söylenirdi. Zaten okula ilk kayıt sırasında,  öğretmene: "Eti senin, kemiği benim"  Denir ve çocuk kurban eti gibi paylaşılırdı(!) Bugün bu paylaşım yok, dayak yok. Çocuğun eti de, kemiği de artık ailesinin.   

YÜKSEK ses, erkek hindi gibi kabarmak, sille tokat saldırmak ve silah ülkemizin belli başlı sosyal sorunlarından biridir!  Ülkemizde yurttaş, bir konuyu tartışmaya sakin başlar! (Aynı otomobildeki hareket gibi, vites 1-2-3.) Bir süre sonra taraflardan biri: "Benim düşüncem doğru, seninki yanlış" iddiasından hareketle, söylediğine itiraz edilmemesi ve tartışmayı karşı tarafı susturmak ve kazanmak için başvurduğu yöntem, sesini yükseltmesidir!  Ancak bu yöntem karşı tarafı gerdiği için tartışma bir an'da iki kişiyi veya tarafları öfkeli duruma sokar. Sonunda, kişiler birbirini sinkaflı ve hakaretamiz sözlerle hitap etmeye başlar. Bir sonraki aşamada; yumruklaşma, birbirinin gırtlağına sarılma ve tekmeli tokatlı kavgadır. Ceman: iki ölü, 10 yaralı ile tartışma sonlanır. Bizim tartışma kültürümüz bu(!) Seviyesi çok yüksektir ve "Ben" merkezlidir. Hatta belindeki silaha sarılıp, Dünyaya örnek olmak için tartışmayı taçlandıranlar ise, her türlü övgüye müstahaktır(!) Ancak böylesine kültürlü bir milletin eline neden silah verilir, bilmiyorum! 

TEKRAR belirtmek zorundayım. Yurdumuz insanının; sünnet ve evlenme törenleri davul zurnalı konvoyu, caddelerde dolaştırılır. Hatta geçmiş yıllardaki bir mahalli seçimde, bir aday inandığı yöntemiyle propaganda için Muğla merkezinde ne kadar "Taksi" varsa tamamını kiralayıp, "Tırtıl" misali uzun bir konvoy oluşturmuş ve en öndeki otomobile de kendisi binmiştir. Diğerlerinin içinde bir kişinin bile bulunmadığı boş "Taksi"ler caddelerde, konvoy halinde hiç durmadan klakson çalarak dolaşmıştır(!) Buyurun size bir başka ses kirliliği örneği. 

İKİ hafta önce, çay bahçesinde otururken, önce davul zurna sesi duyuldu ve arkasından, demir kafesli bir "Tır" içinde 4-5 Boğa ve onların arkasında da, klakson çalan kalabalık ve gürültülü konvoy geçti. Caddelerden tır içinde, güreşen boğa geçirildiğini bu güne kadar görmemiştim. Çevre yolundan değil, şehir merkezinden geçirilmelerinin nedenini "Gösteri için" diye yorumladım. Zaten açık seçik belli oluyordu. Bu geçişte, boğalar çayırda otlarken, ilk kez gördükleri şehri ve caddeyi: "Allahallaaah burası neresi, nereye gidiyoruz yahu?" Diye mel mel bakıyor, "Bindik alâmete gidiyoruz kıyamete" Dercesine kulaklarını dikmiş, birazda korku ve ürkeklikle çevreyi ve insanları dikizliyordu(!) Haa! Bir de, konvoyun önünde, iki polis veya polis kıyafetine benzer giysileri ile iki motosikletli, konvoya sirenleri ile refakat ediyordu(!)

YAZARIN DİĞER YAZILARI