BARIŞ NEREDE?

BARIŞ NEREDE?

Yaylada akşamlar tez, sabahlar akşamdan da tez oluyor. Gün batarken ayağınızı bağdan bahçeden, elinizi çiçekten böcekten çekip kendi huzurevinize çekiliyorsunuz. Sabah, daha gün doğmadan ya bir kuş ya bir horoz ya da bir köpek kalk artık sabah oldu, diyor size. Gün ne denli uzun olursa olsun, doğanın ritmi, sizi bütün gün zinde, huzurlu ve mutlu tutuyor. "Barış, doğaya uyumda." Boşluğa bulut / Buluta yağmur Yağmura toprak / Ne güzel uymuş Gündüze güneş/Güneşe tarla Tarlaya başak/Ne güzel uymuş Başağa buğday/ Buğdaya insan İnsana emek/ Ne güzel uymuş Emeğe eylem / Eyleme yürek Yüreğe sevgi /Ne güzel uymuş Bu ülkenin yetiştirdiği en değerli devlet adamlarından Bülent Ecevit, ne de güzel anlatmış değil mi bu uyumu? Neylersiniz ki kimileri, var oluşlarını bu uyumu bozmaya adamış. Yıkacaklar, yakacaklar, vuracaklar. İlla ki yok edecekler. Ve tabii ahaliye en halisinden tumturaklı nutuklar çekecekler. Vatan, millet... Kalkınma, zenginlik. Ha bir de mutlaka "barış" diyecekler. Elleri silahlı. Bombalar patlatırken yoksul bir kentin sokaklarında, kendi saraylarında barışa kadeh kaldıracaklar. Cennet dağları, altın diye diye cehenneme çevirirken namaza koşup "Allah'ım beni cennetine koy!" diye dua edecekler. İrem bağlarını kömüre kurban edip akşamları Safiye Ayla Hanım'la "Çile, bülbülüm çileeee! Allâh!" diyecekler. Amma ki tarumar ettikleri dağlarda karacaları yurtsuz, o ovalarda bülbülleri gülsüz bıraktıklarını, asla akıl etmeyeceklerdir. Dostlar laf-ı güzaf bir yana, kaç gündür hiç keyfim yok. Yine buldu beni belalım. Çocukluk düşlerimi, gençlik heveslerimi, gelecek umutlarımı çalan, ömrümün yedi belası bu. Okurlarım bilir, yeter gayrı, şöyle sakin bir yerde soluklanayım. Birkaç güzel nota, sevgi dolu birkaç dize, üç beş umur görmüş satır bırakayım geleceğe, dedim de Yaz başında Muğla'nın kıyıcığında Karabağlar denilen "asude bir bahar ülkesi" ne göçtüm. İyiydik hani. Çoluk çocuk, börtü böcek Tarancı'nın; Sen doğmana bak güzel gün Gözümü alan aydınlık Dağlar seninle heybetli Ovalar seninle sonsuz dizeleriyle başlayan sabah duasını yaparak uyanıyorduk. Geçen hafta sabah uykusunun en tatlı yerinde kuş, horoz, köpek bil cümle hayvanat bir ağızdan tantanaya başlayınca yataktan fırladım. Cı! Cı! Cık! Ü ü ürü ü! Blaf ! Blaf! Blaf! Öyle ya bizim görmediğimizi onlar görür, onlar duyar, onlar hissedermiş. Baktım havada bulut da yok ki bu ne dumandır desem. Meğer bu canım, cenneti kömür tüccarlarına peşkeş çekmeye hazırlanıyormuş devleti-i âli'miz. Ah öyle bir anda, şu bir türlü ders alamadığımız Göç Destanı'nı anımsamam mı ben! Hani yüce hanımız bir Çinli hanıma tutulmuş da Çinlilerle, hanım karşılığında kutlu dağı verince kuşlar, kurtlar; "Göç göç!" demişler ya. Yine göç yolları göründü m'ola dedim kendi kendime. Kümese koştum. Bizim kocaoğlan, "Allah Aşkına sizde bir gram akıl yok!" dedi. Evimizin bekçisi, aslan parçası Karabaş'a koştum. Blaf , dedi; laf, laf, dedi. Durdum ve yutkundum. Onun, "Bre vicdansızlar yettiniz!" dediğini, vicdansızlar anlayabilir miydi ki? Masmavi gökyüzüne çevirdim gözlerimi. Ben diyeyim tüy, siz deyin telek. Gagasındaki barış çubuğunu sabah yeline bırakıverdi serçe. Sahiden bugün dünya barış günü müydü? Ama İdlip'te neden öldüm ben? Kaz dağlarında kimdi beni zehirleyen? Daha dün neden yandım İzmir dağlarında? Şimdi Karabağlar gibi benzersiz bir yaylaya ve yüzyılların kültürel mirasına neden göz diktiniz? İnsaf! Karabağlar Yaylası, Muğla merkezinin hemen güney doğusunda yer alan benzersiz bir doğa parçasıdır. Muğlalılar yüz yıllardır yazları buraya göçer. Kuşaktan kuşağa aktarılan buraya özgü üretim ilişkileri, gelenek ve görenekler, sosyo - kültürel mirasın geleceği kurmadaki rolü açısından son derece önemlidir.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI