İZZET GÜNAY'LA TÜRK SİNEMASINDA YOLCULUK

İZZET GÜNAY'LA TÜRK SİNEMASINDA YOLCULUK

 

GÜNBATIMI SÖYLEŞİLERİ'nin bir yenisi daha Dibeklihan Sanat ve Kültür Köyünde dostlarla buluştu.

 

Bu kez, "Türk Sineması" konuşalım istemiştik. Bu konu için en ideal konuşmacılardan birinin İzzet Günay olduğunu iyi biliyorduk. Çünkü o, Türk Sinemasına 120 filmle damgasını vurmuş bir baş oyuncuydu. Bu başarısının ardında ise tiyatro ve dans gibi sinemayı çok iyi besleyen iki alanda kendisini kanıtlayarak sinemaya geçmiş olması vardı.

Yılın uzunca bir döneminde, Bodrum'da yaşıyor olması, ona ulaşmamızı da kolaylaştırıyordu. Sağ olsun teklifimizi büyük bir incelikle kabul etti.

İzzet Bey'in sanatçılığının yanında, iyi bir koleksiyoncu olduğunu biliyordum. Ama ön görüşmeler için gittiğimiz denize nazır, asude evinde "koleksiyonculuğun, onun sanatını ve kişiliğini derinden beslediğini hissettim.

Dün gece söyleşisinin bir yerinde çok saygı duyduğu Ö. Lütfi Akad için "Masmavi gözleri vardı. Çok az konuşurdu. Yapılan işi beğenip beğenmediğini gözlerinden anlardık. Çünkü iş güzel olmuşsa Lütfi ağabeyin gözleri ışıldardı." demişti. Aslında aynı durum onun için de geçerli. O, koleksiyonculuktan söz ederken çocuk meraklarının ve bilge olgunluğunun göz bebeklerinde cem oluşunu izliyorsunuz.

İnanıyorum ki o, 7 yaşında bir çocuk olarak pul koleksiyonculuğuna başlayışını, hiç görmediği halde bir pul defteri yapışını; potin bağı ve düğmesi çekecekleri koleksiyonunu anlatırken içinizde uyuyan koleksiyonculuk yanınızı siz de fark edersiniz. Ama o sizi hemen uyaracaktır;

"Koleksiyonculuk size haddinizi bilmeyi öğretir. Neyi ne kadar yapabileceğinizi, hesaplamadan yola çıkarsanız başaramazsınız. Koleksiyonculuğun %15'i bilmeye dayanıyorsa, %85'de araştırmaya dayanır. Sabırla sonuna dek çalışmak zorundasınız."

Dün geceyi Türk Sinemasının kült filmlerinden "Vesikalı Yarim"le başlattık.

İzzet Günay'ın Türkan Şoray'la başrolleri paylaştığı filmin senaryosu Safa Önal'ın, rejisörü Ö. Lütfi Akad. Filme gerçekten çok büyük değer katan müzikleri Metin Bükey kurgulamış.

Filmin konusunu, aslında en güzel Ö. Lütfi Akad anlatmış. 
İzzet Bey bunu şöyle dile getiriyor:

"Bir gün Lütfi ağabey çağırdı. Bir film yapacağız. Türkan Hanımla oynayacaksın, dedi. Nedir, dedim. Bir Halil var. Manav. Bir pavyona gidiyor. Orada konsomatris Sabiha'ya aşık oluyor, dedi. Bu kadar mı, dedim. Evet, dedi."

Konusu, böyle iki cümleyle anlatıverilen filmin 15 benzeri daha yapılmış bu ülkede. Ama hiçbirinin, Akad'ın filmindeki psikolojik, sosyolojik derinlikleri yakalaması söz konusu bile olmamış.

İzzet Bey, alçak gönüllülük yapıp kendi başarısını dillendirmese kendisinin, Türkan Şoray'ın, Ayfer Feray'ın, hatta baba Selahi İçsel'in olağanüstü oyunlarının filmi zirveye taşıyan unsurlar olduğunu söylemek gerek.

Filmle ilgili çok kapsamlı çalışmalar yapılmış. Yıllar sonra Dibeklihan'ın seyircileri de çok şeyler söylediler. Sanırım bu değerlendirmeler "klasik" sözcüğünün gereğiydi. Bence de "Vesikalı Yarim" bir klasiktir. Bu bakımdan Vesikalı Yarim, toplumbilimcilere, sinemaseverlere, eleştirmenlere ve sanatçılara yüzyıllar sonra bile "kutsal" aile kurumunu aşk, arzu, tutku, saygı, direnme, sadakat... dahası "Türkiye'de kadın olmak" bakış açısından birçok veri sunmaya devam edecektir.

Zaman zaman ülkenin bugünkü durumunda Türk sinemasının günahı nedir, sorusunu kendi kendime sormuşumdur.

Şurası bir gerçektir ki Anadolu insanı, "Cumhuriyet" sayesinde okuma yazmayı öğrenmiş; ama okur olma yetisini kazanamamıştır. Yaşadığımız bu karşı konulamaz değerler aşınmasındaki en güçlü etkenlerden biri bu olsa gerektir. Kuşkusuz bu aşınmada sinemanın rolünü yadsıyamayız.

Sinema, Anadolu'ya kitaptan sonra; ama kitaptan hızlı girmiştir. Köylerde gezici, kasabalarda yazlık sinemalar kısa sürede halkın hem eğlencesi hem öğrencesi olmuştur. Anadolu insanı, bu filmlerle bir yandan kurtuluş savaşını, ulusal değerleri öğrenirken kendi dışındaki yaşama biçimleriyle de tanışmıştır. Filmlerdeki mekânların ve araç gereçlerin onda daha iyi, daha konforlu yaşama arzusu yarattığını söyleyebiliriz. Tüm bunların ve bazı filmlerin bizzat temasıyla köyden kente göçü de hızlandırdığını söylemek, yanlış olmasa gerek.

Teknolojiyle buluşma, sanayinin gelişimine katkı gibi çok önemli hizmetler yanında, kent ve kır arasında sıkışıp kalan; kimilerinin "ara kültür" kültür olarak da nitelediği gecekondu ve arabesk kültürünün, toplumun tüm kesimlerine yayılmasında, sinemanın payını görmezden gelemeyiz.

Dün gece İzzet Günay; " 1970' le birlikte Anadolu'daki sinemaların " Halk böyle istiyor." söylemleriyle İstanbul sinema sektörünü derinden etkilediğini ve sinemanın halkı, değerler bakımından yükselteceğine, tersine bir işlev üslendiğini..." anlatırken bir gerçeğin altını çizmekteydi.

Bence sadece sinemada değil, hemen tüm sanatlarda benzer bir sorunu yaşandı. Dahası bugün içinde bulunduğumuz durumdan sanatçısından, eğitimcisine; bilim insanından, politikacısına hepimizin çok önemli suçları, hataları olduğunu kabul etmek zorundayız.

Acaba cumhuriyetin damla damla biriktirdiği değerlerin kısa bir sürede allak bullak olmasının kördüğümü o en başta söylediğimiz "halka okuma yazma öğrettik; ama okur yapamadık" cümlesinde mi gizlidir? Enine boyuna tartışmak gerek.

Sayın İzzet Günay'ın onurlandırdığı "Günbatımı Söyleşileri"nin 14.sü sadece keyifli değil, aynı zamanda çok da doyurucuydu. Dibeklihan ailesine, bizleri onurlandıran Sayın Yılmaz Özdil, Sayın Selda Alkor başta olmak üzere tüm konuklarımıza teşekkür ediyorum.

Ne mutlu bize ki sinemamızın İzzet Günay'ı var.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI