SU ÜLKESİ

SU ÜLKESİ

 

Birkaç yıl önce, neredeyse çeyrek asırdır Bodrum'da yapsatçılık yapan bir beyle konuşurken, "Erzurumlu musunuz?" diye sormuş; "He gardaş! Nirden bildin!" deyince gülümsemiştim.

"Bodrum'u seviyor olmalısınız." deyince de beklemediğim;

"Yok gardaş! Nesini seveceğim ki Bodrum'un. Bizimki ekmek parası. Bugün burada iyiyiz. Yarın işler iyi olmaz, başka bir yere gideriz." yanıtını almıştım.

Bodrumlu olmak ile Bodrum'da yaşamak çok farklı şeyler.

Bir insanın kendisini bir coğrafyaya ait hissetmeden oralı olması olanaksız.

Nerelisin?

Adanalı...

Nerelisin?

Rizeli, Antepli, Vanlı, Sivaslı, Ankaralı, İstanbullu, İzmirli...

Bugün Marmaris, Datça, Fethiye, Dalyan..

Ve Bodrum sokaklarında dolaşanlara mikrofon uzatsak ve sorsak kaç kişi yaşadığı yerden olduğunu söyler ki?

Sanırım Muğla'nın temel sorunlarından biri bu. İnsanların büyük bir kısmı burada yaşamasına karşın kendisini buralı hissetmiyor.

Bu uzun girişi yapmamın nedeni dün geceye dair bir şeyler söylemek.

Dün akşam Dibeklihan'da Muğla Günleri'nin üçüncüsünü gerçekleştirdik. Güney Karya'nın orta boylu güzeli Ortaca ve

onun boynundaki inci gerdanlık Dalyan'ı tanıttık.

Hemen söyleyeyim kişisel olarak çok yararlandığım çok nezih bir gece oldu.

Belediye görevlilerinin özverili çalışmaları, güleryüzlü karşılamaları ve sunumları, Başkan Hasan Karaçelik'in içten açılış konuşması, Çok etkileyici tanıtım konuşmaları ve harika bir folklör gösterisiyle örülen gece eminim, konukların belleklerinden kolay kolay silinmeyecektir.

Bölgenin tanıtımını Dalyan Resort'un sahibi DOKTOP başkanı turizmci Yücel Okutur üstlenmişti.

Çalışmalarını her zaman takdir ettiğim Ortaca Belediye Başkanı Sayın Hasan Karaçelik de el verince hele hele sevgili dostum Kadir Vargı'nın " Dalyan Fotoğrafları" sergisi de sanki planlanmış gibi dün açılınca Dibeklihan'da katılımcılar benim deyimimle "su ülkesi"nin şölenini yaşadılar.

Kuşkusuz gecenin ömrümce unutamayacağım konuşmasını Dibeklihan'ın sahibi, bu günlerin mimarı Cenap Tezer yaptı.

Aslında bu bir konuşma mıydı, serenat mıydı, sayıklama mıydı sorgulamak gerekirdi. o konuşurken Kavafis'in,

"Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,

aynı mahallede kocayacaksın;

aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

Başka bir şey umma-

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,

öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de."

dizelerini kaç kez mırıldandım saymadım.

Bir insan bir şehri, bir coğrafyayı, bir tarihi bundan daha derin nasıl sevebilir ki!

Dün bir kez daha anladım ki onun bedeni bin bir emek yarattığı Dibeklihan'daysa da ruhu Dalyan'da: o minik iskelesinde, piyadelerin pancar motorlarının sesinde, yalıçapkınlarının uçuşlarında ve renklerinde...

Gecenin ikinci konuşmacısı da ruhunu Konya'dan İstanbul'dan Dalyan'a kaçıran da Yücel Okutur'du.

O milyonlarını bir otele dökerek milyarlar kazanma peşinde koşan biri değil. Tam tersi, doğal cenneti insan cennetiyle bütünleştirmeye çalışan bir usta.

O, Dalyan'ı, Kaunos'u, İztuzu'nu, Sultaniye'yi, Köyceğiz gölünü, kefalleri anlatırken yaşadığı "gurur ve korku" arasındaki gelgitlerinden etkilenmemek olanaksızdı.

Bir insanın, bir coğrafyanın ve tarihin gururunu yaşarken yitirme korkusunu iliklerinde hissetmesi Cenap Tezer'in de dediği gibi "aşk"tan başka ne olabilir ki?

Prof. Dr. Yakup Kaska genç bir bilim insanı. Benim açımdan "gelecek umut"larından biri o. Kendisini Dalyan'ın 2 milyon yıldır sahipleri olan karetta karettalara adamış. İztuzu'ndaki Kaplumbağa hastanesinin kurucusu ve o hastaneyi yaşatmak için kurduğu DEKAMER'in başkanı.

Gecenin sonunda birçoklarından duyduğum "Hoca sabaha dek konuşsaydı, dinlerdim.", "Ne kadar da duyarsız insanlarız.", "Keşke çocuklarımızın da dinleme şansı olsaydı." gibi cümleler, onun konuşmasının değerinin ifadesi olmalı...

İnsanlar öncelikle güvenli, huzurlu ve rahat ortamlarda yaşamayı yeğlerler. Çünkü soylarını sürdürme içgüdüsü bunu emreder.

Bu, hayvanlar ve bitkiler için de böyledir.

Dünkü yazımda "Günlük - sığala ormanları dünyanın bir iki yerinde yetişir. O şanslı yerlerden biri de Ortaca - Dalyan - Marmaris hattıdır.

Karetta karettalar denizlerin çok özel canlılarıdır. Onlar soylarını sürdürebilmek için çok uzak denizlerden İztuzu sahillerine gelirler." demiştim.

İnsanlar gibi hayvanlar da soylarını devam ettiremeyecekleri ortamları terk ediyorlar. Göç dediğimiz olgunun özü bu. Türler, kendisine uygun yeni habitat bulamazsa da yok oluyor.

Dün gece Yakup Bey anlatırken kendi kendime sordum:

"Bu canım su ülkesinin gerçek sahipleri kim?"

"2 milyon yıldır soylarını burada sürdüren kaplumbağalar mı, üç beş bin yıldır buralarda yaşayan ömrü 70 -75 olan biz insanlar mı?"

Aslolan hayatın devamı. Güney Karya, hayatın kaynağı olan en güzel ve değerli bir "su ülkesi." Böylesine değerli bir coğrafyayı korumanın ve yaşatmanın onurunu da yok etmenin utancını da yaşamak bizim elimizde.

Dedik ya her şeyin başı sevgi. Bizi bencilliklerimizden, vurdumduymazlıklarımızdan, kötülüklerden koyuyacak ondan daha güçlü hiçbir şey yok.

Bu benzersiz "su ülkesi"mizin, bugün sevgiye her zamandan daha çok ihtiyacı olduğu bir gerçek.

Haydi artık! Bahanelere sığınacak zaman çoktan bitti.

YAZARIN DİĞER YAZILARI