BURUK SEVİNÇ

BURUK SEVİNÇ

Geldi mi üst üste geliyor. Sevinçler de üzüntüler de sanki birbirini bekliyormuşçasına peş peşe takılıyorlar. Önce çok yakın bir dostumu kaybettim. Onun acısı yüreğimi yakarken abimlerin kaza yapıp ağır yaralandıkları haberiyle sarsıldım. Onlardan dönüşte dostum ve komşumun acı haberini aldım. İrademle bu acıların üstesinden gelmeye çalıştım ama kısa sürede pek kolay olmuyor.

Bunu bilen dostum Prof. Dr Nureddin Demir: "Abi, bizim çiftlikte birkaç gün dinlenmek sana iyi gelir. Ne diyorsun?" diye sordu. Ben de yararlı olacağını düşünerek kabul ettim.

Göcek'ten sonra kuzeye yöneldik. Dar ve kıvrımlı yollardan ilerlerken yangında büyük zarar gören çıplak tepelere acıyla baktım. Bazı kişiler, orman yangınını yalnızca ağaçların ve otların yok olması olarak görür. Oysa yangın, onlarca yılın birikimlerinin yok olması, kurdun, kuşun, böceğin de ölümü demektir. Belki de yüzlerce yılın oluşturduğu birikimin bir anda alevlere teslimi demektir.

Ormanda görevli kişiler, kalıntılarla uğraşıyorlar. Yer yer tomruk öbeklerine rastlıyoruz.

Sonunda dört bir yanı yüksek tepelerle çevrili çanağı andıran çiftliğe geldik. Kafa dinlemek isteyenler için biçilmiş kaftan burası. Her gün Nureddin Bey beni alıp Fethiye ve Göcek'te hem işlerini yaptı hem de gezdirdi. Belli ki üzüntümle beni baş başa bırakmak istemedi.

Bu arada değişik esnaf kesimiyle tanıştım. Söyleşi sırasında belli etmeden onların sorunlarını, özellikle de ekonomik sıkıntı içinde olup olmadıklarını anlamaya çalıştım. Görünen o ki herkeste bir ekonomik sıkıntı var. Geleceğe umutla bakamıyorlar. Günden güne daha da sıkıntı yaşamakta oldukları konuşmalarından kolayca anlaşılıyor.

Nureddin  Bey, dönmemden bir gün öncesi kuzu çevirme ve dostları bir araya getirme inceliğini göstererek konukseverliğini taçlandırdı. Bana da çok iyi geldi. Kendisine ve eşi Prof. Dr Esen Hanıma teşekkürü borç bildiğimi belirtmek isterim.

Bu arada Fethiye'de Ali İhsan Tarışlı adında domates seracılığı yapan birisiyle tanıştırıldım. Aile boyu, kendisi, eşi ve iki kızıyla birlikte arı gibi çalışıyorlar. Kızlar, derslerini iş yerinde hazırlıyor, ödevlerini de orada yapıyorlar. Öyle başkaları gibi süslenip gezip tozmak lüksleri yok. Durumlarından pek şikâyetçi değiller anladığım kadarıyla.

Böyle bir fırsat yakalamışken Ali Beye işleriyle ilgili olarak genel durumlarını soruyorum.

"Çok çalışıyoruz. Emeğimizi işin içine katmadan maliyet çıkartmaya çalışıyorum. Yine de pahalılık dolayısıyla zorlanıyoruz. Araplara ve Rusya'ya ihraç ediliyor domateslerimiz. Eğer bir geri dönüş olmazsa seviniyoruz elbette. Ama bazen almak istemiyorlar. Dışsatıma göre hazırlandığımız için bu durum bizim açımızdan sıkıntı ve burukluk yaratıyor. Yani biz tam sevinemiyoruz bu nedenle. Sevincimiz, buruk bir sevinç oluyor. İç piyasaya sürdüğümüz domatesler, hem çok ucuza gidiyor, hem de bazen fazla beklemekten mallarımız bozuluyor. Dolayısıyla da zarar ediyoruz." yanıtını alıyorum.

Özellikle de Avrupa ve Rusya'ya ihraçta, ya ilaç artıkları, ya da başka nedenlerle geri dönüşler konusunda ne düşündüğünü soruyorum. Bazı arkadaşlarının dikkatsizliğinin, bu konuda dikkatli davranan üreticileri de güç durumda bıraktığını, alıcının koşullara uyulmadığının tespitinde bir güvensizlik doğduğunu, bazı sorumsuzlarca ilaç artıklı ürünlerin iç piyasaya satımı durumunda da insanlarımıza zehir yedirmek anlamına geldiğinden halkta güvensizlik yarattığını, kurunun yanında yaşın da yandığını belirtiyor.

Bu gibi durumlarda bir devlet garantisinin olup olmadığını sorduğumda ise böyle bir garantinin olmadığını üzüntülü bir eda ile belirtiyor.

Bu durum, çiftçiyi ve üreticiyi gerçekten çok rahatsız ediyor. Çünkü işler, hep umulduğu gibi gitmiyor. Bir örnek vermek gerekirse geçen yıl Kızılağaç'ta bir zehirli yağmur yağdı; üzüm alınamadığı gibi neredeyse asmalar kuruyacaktı. Şimdi düşünelim: Büyük çaplı bir üzüm üreticiliğine soyunulmuşsa; böyle bir durum karşısında üretici ne yapabilir? Bir dahaki yıllar için umutsuzluk yaşamaz mı? 04.12.2019 (Nuri Çelik)

YAZARIN DİĞER YAZILARI