ÜLKENİN YAZ GÜNDEMİNDEN KESİTLER.

ÜLKENİN YAZ GÜNDEMİNDEN KESİTLER.

Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ

            2003 yılından beri köşe yazısı yazmaya çabalıyorum. Yaklaşık bir aydır gazetelere haftalık yazılarımı  yazamadım. Bir yandan  Eylül 2020'de yayımlamayı planladığım "Tanıklıklarla Köy Enstitüsünden İlköğretmen  Okuluna Akçadağ Aydınlığı" adlı kitap üzerindeki çalışmaların yoğunluğu, salgın sürecinin ruhsal dünyamızda yarattığı dalgalanmalar, ülkedeki can sıkıcı siyasal iklim  ve pek çok  sürecin  yazma motivasyonumuzu olumsuz etkilediği çok açık. Tüm bunlara rağmen yılların alışkanlığıyla  yazmayı özledim.  

            Son günlerin en önemli ülke gündemi, şüphesiz son altı aydır ülkemizi ve tüm dünyayı etkileyen  pandemi süreci ve hayatın her alanında yarattığı tahribat. Can kaybının altı bini aştığı ülkemizde mayıs ayından beri her gün yaklaşık ortalama bin kişi virüse yakalanıyor, salgın sıfırlanamıyor. Bu sürecin iki tarafı da gerekeni yapmıyor. Yurttaşlarımızın büyük bir kısmı  maske takmayarak, sosyal mesafeyi dikkate almayarak  virüse karşı savaşımda duyarlı davranmıyor.  Düğünler, taziye  buluşmaları, asker uğurlamaları, halaylar ve sonuçta  altı bini aşan can kaybı.  Sürecin diğer tarafında ekonomi ve virüs arasında sıkışmış bir siyasal iktidar var. Başlangıçta Umre ziyaretine izin vererek  ve son olarak politik kaygılarla düzenlenen kılıçlı (!) Ayasofya açılışı virüse karşı mücadelede siyasal iktidarın  inandırıcılığını epeyce zedeledi.    İktidar, tüm bu uygulamalarla  "sürü bağışıklığını" kabul etmiş gözüküyor. Sürece sadece ekonomi ve siyasal gelecek penceresinden baktığı görülüyor. Tanık olduğum bir örnek var.  Ege'de bir ilçede ilçe sağlık kurulu artan virüs vakaları  nedeniyle tüm düğün ve sünnet törenlerini yasaklıyor, kısa bir süre sonra parti devletinin valisi iki saat süreli düğün ve sünnet törenlerine izin vererek yasağı kaldırıyor. Virüsle mücadelede politik kaygılar öne çıkıyor. Siyasal iktidar halkın sağlığını korumak adına bir an önce yeni radikal önlemler almalıdır.

            Son haftalarda Türk lirasının  Dolar ve Euro karşısındaki değer kaybına tanıklık ediyoruz.  Yayımlanan makale ve yorumlara bakılırsa Türk lirasının değer kaybı önümüzdeki süreçte çok ciddi ekonomik krizlerin habercisi. Böyle bir krizde emeği ile yaşayan insanlarımızın daha da yoksullaşacağı  ve eşitsizliğin artacağı  çok açık. Kapitalizm ve virüsün omuz omuza ülkenin yoksullarının hayatlarını cehenneme döndürdüğünü acıyla yaşıyoruz.

            Tüm bu süreçler yaşanırken siyasal iktidar, FETÖ darbe girişimi, virüs salgını ve yarattığı travmalardan hiç  ders almadan parti devleti anlayışıyla kamuda atamalar yapıyor. Üniversitelere AKP eski milletvekilleri ve ilahiyat çıkışlı akademisyenlerin rektör atandıklarını görüyoruz. Ağustos başında 16 üniversiteye yapılan rektör atamalarında  da benzer şekilde  bilimsel kriterlerin tümüyle yok sayılarak atamaların yapıldığını gördük.  Bir arkadaşımın sosyal medya paylaşımından Orta ve Doğu Karadeniz bölgesindeki Rize'den Sinop'a kadar 6 ilde  bulunan 8 devlet üniversitesinden 7'sine İlahiyat Fakültesi mensubu rektör atandığını görüyoruz.  İlahiyat çıkışlı rektörlerle evrensel üniversite kavramının yakalanamayacağı çok açık. Yine Sayın Yıldırım Kaya'nın açıklamalarından 18 yıldır bir akademik görev üstlenmeyen Eski AKP Adana Milletvekili ve Sağlık Bakanlığı eski müsteşarının  Ankara Üniversitesi'nin yeni rektörü olduğunu,  19 Mayıs Üniversitesi rektörlüğüne ise Diyanet İşleri eski Başkan Yardımcısının,   Çukurova Üniversitesi Rektörlüğüne ise  Türkiye'deki üniversitelerde hiçbir akademik görev üstlenmeyen bir akademisyenin  atandığını öğreniyoruz. Tüm bu atamalarda liyakatın öne çıkmadığı çok açıktır. Türkiye'de çok hızlı bir şekilde içi boşaltılmış üniversite kavramı hayata geçmektedir. Bu durum dünya üniversite sıralamalarına da yansımaktadır. Ağustos başında Dünyanın en iyi üniversitelerini sıralayan "Şanghay Klasmanı" açıklandı. Türkiye'den hiçbir üniversite ilk 100'e giremedi. İlk binde ise Türkiye'den 11 üniversite yer aldı. Akademik özgürlüğün ve özerkliğin olmadığı bir üniversite ile geleceği yakalamak asla mümkün olmayacak.

         Yaz döneminde LGS sınav sonuçları açıklandı. Sınav sonuçları ve siyasal iktidarın yoğun bir şekilde destek verdiği, Cumhuriyet döneminin en yüksek okul ve öğrenci sayılarına ulaşan imam hatip okullarına ilişkin sonuçlar ve  araştırmalar basında genişçe yer aldı. LGS'ye giren öğrenciler, en çok fen liselerini tercih ederken ilk tercihine imam hatipleri yazanların oranı yüzde 11,1'de kaldı. İmam hatip ortaokulu mezunlarının yarısı imam hatip lisesini tercih etmedi. Anadolu imam hatip liselerine yerleşen öğrencilerin yalnızca yüzde 50,61'inin imam hatip ortaokulu mezunlarından oluştuğu kaydedildi.  İmam hatiplere yönelik Tokat İHL'de yapılan bir araştırmada  öğrencilerin sadece yüzde 38'i "Burada okumayı kendim seçtim" derken  öğrencilerin yüzde 51'i ailesi istediği için imam hatibi tercih ettiğini belirtti. Puanı, düşündüğü  okula yetmediği için imam hatip lisesine yerleştiğini anlatan öğrencilerin oranı yüzde 44 oldu. Öğrencilerin yüzde 22'si, "İnançlarımı yansıttığı için İHL'yi tercih ettim" seçeneğini işaretledi. Araştırmaya katılan ve "İmam hatip lisesinde öğrenim görüp din görevlisi ya da ilahiyatçı olmak istiyorum" diyenlerin oranı yüzde 17'de kaldı. Anket sonuçlarına göre, öğrencilerin yüzde 68'inin imam hatip lisesinde okumaktan ya memnun olmadığı ya da bu konuda kararsızlık yaşadığı yorumları öne çıktı.  Tekrar tercih şansları olsa imam hatip liselerini seçip seçmeyecekleri sorulan öğrencilerin yüzde 73'ü, "Bugün yeniden imam hatip lisesine gelmezdim" seçeneğini tercih etti. İmam hatip okullarının ve öğrencilerinin  sayısının zorlayarak abartılı şekilde artırılması asla  akılcı bir yaklaşım değildir. Ülkenin gelişim  ve değişim potansiyeline katkısı tartışmalı olan bu okullar eğitim sisteminin en önemli sorun merkezlerinden biri olmaya devam ediyor.

            Gazete yazımı yazarken bana ulaşan bir kayıp haberi ile sarsıldım. 1943 doğumlu gazeteci yazar Varlık Özmenek'i kaybetmiştik. Varlık Özmenek, Köy Enstitülerinin efsanevi öğretmenlerinden Hamit Özmenek'in oğludur. Çifteler'de dünyaya gelir ve adını müdür Rauf İnan verir. Hamit Özmenek daha sonra İvriz, Aksu, Pulur, Dicle Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapar. Varlık Özmenek'in çocukluğu enstitülerde geçer ve bu nedenle panellerde kendisini "Ben Köy Enstitüsü mamulatıyım" derdi. TRT-TV kuruluşunda yer alan Özmenek daha sonra gazeteciliğe başlar. 1960 yılında Köy Enstitülerinin çıkardığı İmece dergisi mutfağında, TİP'in yayın organı Yürüyüş dergisinde, 12 Eylül'den  sonra  düşün dünyamıza çok değerli katkı yapan Bilim ve Sanat dergisinin mutfağında görüyoruz.  Varlık Abi, 2003 sonrasında çıkarmakta olduğumuz Yeniden İmece dergisi yazarı olarak aramızdaydı. Panellerimizde, çalıştaylarımızda hep yanımızdaydı. Onunla Ankara Tavukçu'da, İzmir'de Taka'da  yakın tarihimize yönelik yaptığımız söyleşileri, esprilerini, dostluğunu  hiç unutmayacağız.  Yakın tarihimizin çok önemli tanıklarındandı, Köy Enstitüleri düşüncesinin yiğit bir taşıyıcısı ve birikimli yurtsever bir sosyalist  aydındı. Anısına saygıyla.

.

YAZARIN DİĞER YAZILARI