İŞTE BÖYLE HANIM KIZIM

İŞTE BÖYLE 

HANIM KIZIM

 

Reşat Nuri Güntekin'in eşi Hediye Güntekin, bir radyo söyleşisinde şu sav sözü etmişti:

“Dağların yüksekliğini tam algılayabilmek için, biraz geri çekilmek gerek.”

 

***

Toplum olarak hipermetrobuz galiba.

Çoğu kez, yanımızdaki değerin ayırdına varamıyor ya da görmezden geliyoruz. En azından, değerlerimize yeterince değer veremiyoruz gibi geliyor bana.

 

***

Yazıya şundan böyle girdim:

Tiyatronun anayurdu olan Ege'de nice tiyatro yazar ve sanatçısı gelip geçti. 

Böylesi nadir insanlardan ikisi İzmir'de yaşıyor. 

DEÜ GSF'in babası Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun az buçuk farkındayız. Üstelik Özdemir Hoca'nın yetiştirdiği yüzlerce tiyatro sanatçısının yanı sıra eşi Hülya akademisyen, kızları Zeynep de anlı şanlı bir oyuncu.

 

***

Ben -son kitabı vesilesiyle- Emeritus Prof. Dr. Murat Tuncay'ı konu edineceğim. 

Kitabının adını, bu yazıma başlık yaptım. 1948'de “orta halli bir memur ailesinin ilk çocuğu olarak” Ankara'da doğdu. 

TED Ankara Koleji'nin ardından AÜ DTCF'yi bitirdi. DEÜ GSF'ye asistan olarak atanınca, Belgin ile evlenip İzmir'li; bir süre sonra Azgür'ün babası oldu.

Akademik aşamaları teklemeden tırmanan Murat Tuncay: yetkin bir tiyatro kuramcısı; snopsis, librette, tekat vb yazdı. 

İonia göklerine tiyatronun şavkını yansıttı.

 

***

Bilimsel yayınlarına ek olarak popüler konularda üretimler de yaptı. 

Son kitabıyla adeta, kendi yaşamını oluşturan parçaları bir araya getirerek çok hoş bir puzzle tablosu oluşturuyor.

 

***

Son derece başarılı bir baskıyla elimizi öpen eser, şiir ve artistik nesir örnekleri içeriyor. 

Hasip Akgül'ün elinin değdiği belli olan kitap “Beni Gidi Beni” başlığı taşıyan sunu ile başlıyor. Daha önce Cemâl Süreya'da, Can Yücel'de gördüğümüz bu tür söylemlere “hınzırca” derim ben. 

Unutulmuş bir sözle “sehl-i mümteni”dir bunlar; yani basitmiş gibi görünen ama bulunup söylenmesi güç olan sözler. 

Alıştığım üzere, “İşte Böyle Hanım Kızım”ı da, sayfa kenarlarına kendimce işaretler koyup notlar yazarak okudum. 

 

***

Bunlar ayrı bir kitap oluşturacak çoklukta ama, baştan sona bir göz atalım kitaba:

“Sunu” niteliğinden sonraki yazının başlığı “Bir Aşçı Tabağı Yapalım mı Hanım Kızım”; bu adeta, senfoninin üvertürü. 

Başka bir söyleşiyle; “Ne bulduysa çorbası”; buradan anlıyoruz ki, Tuncay, “hayat sayfalarını birleştirerek bir kitap yazacak.” “Kızım” demesine bakmayın siz; aslında gelinine, yani okurlarına laf çatıyor. 

Şunu hemen belirteyim; bazı şiirlerinin final dizesini gereksiz buldum ben: 

“Ne olur?”, “Yaş icabı”, “Alet sıkıntılarıyla beraber”, “Nasıl etsek?”, “Güzel şeyler yap” vb.

 

***

“Tanışalım Efendim”de, bir anlamda itirafını suç ediyor:

“Gözüm yamyamdır biraz hanımefendi

Sizi de bir yerden ısırıyor gibi...”

“Masal Masal Matitas” şiirinde, “Bin Bir Gece Masalları”nın “Şehrazat”ına bitmez tükenmez masallar anlatıyor diye yükleniyor. “Baharlı Heyecanları Özlemek”te, bencileyin fen bilimlerine uzaklığını açık ediyor:

“Bende kültür iyi, ekonomi orta halli, fizik nanay.

Onda fizik harika, ekonomi fazla, kültür şınanay!”

“Benim İç Geçireceğim Kadın”da, o kadının, gözü kapalıyken gülümsemesini, Münir Nurettin, Bitmemiş Senfoni'nin andante'sinden, Neveser Kökdeş'in Nihaventlerinden gözlerinin yaşarmasını istiyor. Sıkıntı halini, Kitap Fuarında imza isteyen tutulmamış yazara benzetiyor. “Neyse”de “bir şey”i, neye benzetiyor:

“Denizin tuzu neyse güzelim

Çiçeğin kokusu çiçeğe neyse

Gündüze güneş,

Ay yıldızlı gece neyse...”

 

***

Kocakarı Nasihatları'nda söz ettiği: 

“Desti gibi kocası olanın/Kulpu kadar itibarı olur” sav sözünü bir yerden anımsıyor muyum, yoksa Murat Tuncay icadı mı kestiremedim.

 

***

“Kalem Karalama”daki şu kurnazlığa bakar mısınız?

“Kağıt anamızın ak südü gibi;

Kaymak, beyaz, temiz ve çizgisiz.

Bütün suç kalemde kardeşim:

Kalem terbiyesiz.”

 

***

Böyleyken, kalem ustası, kendisini “Müsveddelik” sayıp, bir güzelin temize çekmesini diliyor:

“Sen al götür beni güzelim,

Uzaklara değil, gözünü seveyim, yakınlara,

Ev mi olur artık, otel mi?

Hangisi uygunsa...

Beni bir temize çek iyice.”

Murat, izleyen sayfada “Temize çek”ilmek istediğini daha büyük harflerle dile getiriyor.

 

***

Şair, “İşte Böyle Hanım Kızım”ın bundan sonraki sayfalarından, yazım imleriyle uğraşıyor; teknik imla işaretlerine haddini bildiriyor. Mesela; 

“Ünlem kardeş bağırma/ Ortalığı karıştırma!” diye komut veriyor.

 

***

Güzel sanatlarla uğraşan müspet (ısbatlı) bilim erbabı Murat Tuncay, ara sıra, dilek ağacına çaput bağlar gibi, yıldız kaymasından medet ummaktan geri kalmıyor:

“Şuradan bir yıldız kaysa diyorum.

Halden, otostostan ankasa

Alsa getirse beni.

Daldığın uzakların yakınlarına bıraksa...”

 

***

Cahit Külebi; 

“Şuradan bir rüzgar geçti / Koştum ama yetişemedim” der ya: Murat Tuncay: 

“Şuradan Bir Kız Geçti” diye bakakalıyor geçen kızın ardından. 

Ama ara sıra, canını sıkan dilbere; 

“Az sıkılmış da buzdolabında unutulmuş / Yarım limon gibi” diye sitem ediyor.

Bozkırdan çıkıp, hemencecik Akdenizli oluveren şairimiz, denize bakıp iç çekiyor:

“Bu deniz var ya bu deniz.

Ne güzeller serildi yattı kıyılarında,

Sularında ne güzeller yıkandı.

Çakıl taşları neler söylüyor, dilinden anlasak?”

 

***

Anlarsın sen Murat Usta, anlarsın çakıl taşların, çakır gözlerin dilinden. 

Lazım geldiğinde kendisini çekiç yapar, o güzeli çivi:

“Diyelim sen çivisin, ben çekiç

Elime vurmadan bir vuruşta çakıyorum seni.”

Artık, nasıl çakıyorsa...

 

***

Şairimiz, Alaaddin'in sihirli lambasını ele geçirse; karşısına çıkan, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte Arap:

Dile benden ne dilersen, dese; 

Murat Tuncay ne diler acaba? 

(Ben olsam aynı statüsünün sürmesini dilerdim.) 

Oysa Murat, Cin'in karşısında kemküm edince, müstahak olduğu cevabı alıyor:

Otur, sıfır!

(Ne de olsa, serde hocalık var!)

 

***

Halikarnas Balıkçısı, “Altıncı Kıta” Akdeniz'i, “Evet”in gürlediği ülke diye tanımlar. 

Bizim Murat da “Evet”çidir; 

“Evet”te bir yumuşaklık vardır, 

“hayır”da ise hayır yoktur:

“Ben bütün evetlerin müşterisiyim güzelim,

Toptan, parakende.”

 

***

Oğlu Özgür'e seslendiği “Alkışlanırken” şiirin final beşliği, Rudyard Kipling'in “İf” şiirindeki gibi, bütün evlatlara nasihattır:

“Hiçbir şeye benzemez çünkü

Hak edilmiş bir zaferin saha sarhoşluğu.”

 

***

Elimdeki kitapta “Bana dokunur musunuz”, 

“Dr Tuncay'ı takdimimdir”, 

“Diyorum ki Melis'e, “Tiyatro bu”, “Tik Tak”, “Öte Dünyada sakin bir köşe”, “Dionysos'un unuttuğu adam” gibi, 

her okuyana dokunan şiirler var. Hele kitaba adını veren son şiir, sevgilinin şiir defterine yazılacak nitelikte;

“İşte böyle hanım kızım

Durulacak yerde durmak,

İnilecek yerden inmek lazım.”

Kalemi böyle yazıyor ama, aklı duracak, durulacak gibi gelmiyor bana.

 

***

Çok yönlü sanatçı Murat Tuncay, bunca güzel işi nasıl beceriyor dersiniz?

Bence, Belgin Tuncay'ın lojistik desteği sayesinde.

 

Ps. l: Benim bildiğim Murat Tuncay, bu kitabın mürekkebi kurumadan yeni bir ürün daha verir.

Ps. 2: Şimdi aldığım habere göre bu yılın “Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülü” 27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününde Prof Dr Murat Tuncay'a verilcek; muştular olsun İzmir'e... (Ş. G. )

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI