ÜZÜMDEN ŞARABA

ÜZÜMDEN ŞARABA

 

“İnsanlarda tek sıcak kanun

Üzümden şarap yapmaları,

Kömürden ateş yapmaları,

Öpücüklerden insan yapmalarıdır,”

(Paul Eluard)

 

Bir Türk, bir Arap, bir Rum, bir de İranlı dört genç, her nasılsa arkadaş olmuşlardı. Dayanılmaz sıcak bir yaz günü, aç–susuz kalmışlardı. Bunlara acıyan bir iyiliksever, bir miktar para verdi. Hay vermez olaydı! Bizimkiler, bu parayla ne alacakları konusunda müthiş bir tartışmaya tutuştular.

Türk olan dedi ki:

-Arkadaşlar, gelin biz bu parayla üzüm alalım; serin serin, kütür kütür yeriz.

Arap itiraz etti:

-Hayır efendim, ben diyorum ki inep alalım.

İranlı geri kalır mı:

-Bana sorarsanız engür alalım.

Rum olan şiddetle itiraz etti:

-Hayır arkadaşlar, bence bu parayla israfil alalım…

“Üzüm”, “inep”, “engür”, “israfil” diye nerdeyse saç saça baş başa kavgaya girişecekler..

Bu sırada oradan geçmekte olan dil bilir yordam bilir, yol bilir yorgan bilir birisi, gençlere verilen bağış parayla bir sepet üzüm aldı, onlar da hem susuzluklarını, hem açlıklarını giderdiler. Anlayıverdiniz ki; dört gencin amacı bir, ama dili değişikti.

***

Ara Sınav:

-Bir kök asmadan en fazla kaç kg üzüm alınabilmiştir?

(Tarım bilgini diyebileceğimiz İzmirli Zir. Yük. Müh. Atıf Attila’dan öğrendiğime göre, ABD’de tek kökten çardak oluşturmuş asmadan 2 bin 500 kg ürün alınmış.)

***

Bir Uzak Asya ülkesinin hükümdarı ava meraklıydı. Bir gül, yakınlarıyla birlikte ava çıktı. Ormanda, bir ağaca turkmuş (dalları arasına sıkışmış) değişik bir kuş gördü. Koca hünkar, atından inip ağaca çıktı ve zavallı kuşu kurtarıp salıverdi. Kuş, kanat çırparken, “ben bu iyiliğini karşılıksız bırakmam” demek ister gibi bakmıştı.

Bir zaman sonra, avcı padişahın has bahçesinin üstünde uçan bir kuş göründü. Bu, hükümdarın kurtarıp salıverdiği kuş idi. Kuş, hünkarı görünce, ağzındaki nesneyi bırakıp havada kayboldu. Padişah, bu nesneyi toprağa gömüp, gözü gibi baktı. Bir süre sonra dikilen yerden, yaprakları insan avucu gibi bir bitki çıktı. Bu bitki büyüdü, dal budak sonra da salkımlar salmaya başladı.

Derken, bu salkımlardan damlalar düşmeye başladı. Padişah, salkımlardan dökülen damlaları altın taslarda biriktirdi.

Peki, neydi bu nur saçan sıvı? Ne olduğunu öğrenmek için, bir idam mahkumunda denemeye karar verdi. Adama;

-Nasıl olsa öleceksin, bunu iç bakalım nasıl bir tesiri olacak! Hükümlü, kasedeki sıvıyı çekine korka içmeye başladı. Ama o da ne? İçtikçe, gözleri parlıyordu asılacak adamın. Mahkum, içtikçe açıldı ve sonunda, padişaha:

-Ver bir kâse daha, diye buyurdu. Evet, anladınız; şaraptı bu.

***

“Dünya durdukça duracak” bilgin şairlerden Ömer Hayyam’ın bir teranesi (rubai) geldi kuruldu yazının burasına:

“Şarap dinin düşmanı imiş.

Öyleyse vallahi de içeceğim

billahi de,

Çünkü, düşman kanı içmek sevaptır!”

Gerçi ben hacıyım, hocayım ama, Hayyam’ın teranesine karışmam.

Diyanete sormalı: Helal mi, haram mı?..

***

Mitolojinin Zevk ve Sefa Tanrısı Dionysos bir gün, İkarios (Uçan ilk insan İkaros ile karıştırılmasın) adlı bir adamın evine konuk oldu. Tmolos’lu (Bozdağ’lı) Tanrı, konukseverliğinden hoşnut kaldığı adama, üzümden şarap yapmayı öğretti. İkarios, şarabın tadını, çağdaşlarıyla paylaşmak istedi. Şarabı tadanlar önce bir hoş, sonra sarhoş olunca:

-Bu adam bizi zehirledi, hepimiz yavaş yavaş öleceğiz, diyerek; yumruklarla, sopa ve kazma küreklerle daldırarak, şarabın mucidini linç ettiler…

Müslümanlara gelince, onlar, Kuran’ın buyruğuna bakmalıdır:

“Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünüpken -yolda olanlar müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın.” (NİSA Suresi, 43. Ayet)

“Sana şarabı ve kumarı sorarlar, de ki: İkisinde de hem günah ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları faydalarından büyüktür.”

(BAKARA Suresi,219. Ayet)

ALLAH bilir…

YAZARIN DİĞER YAZILARI