Siyasette, Mizah Dilinin Etkisi !?

Dünyanın neresine giderseniz gidin, gelişmiş ve demokrasinin gerçekten işlediği ülkelerde, zirvedeki tüm seçkin siyasetçilerin birinci özelliği şudur: “Yerinde ve zamanında, hemen espri ve mizah dilini kullanabilmesi, hazırcevap olabilmesidir!..” Bu özellikler konusunda İngiltere ve Fransa, en dikkat çeken ülkelerin başında gelirler…

Arapça bir sözcük olan Mizah; “Gülmece, güldürme sanatı” demektir… Bu iş söz ve yazı ile yapıldığı gibi, çizgilerle (karikatür) ve vücut hareketleriyle de yapılabilir… Yine bir Arapça sözcük olan Hiciv ise; “Yergi, mizahi eleştiri” demektir… Tabii, bunların yapılabilmesi için, insanların belli bir zekâ, belli bir eğitim seviyesi üzerinde olmaları gerekir… Dünyadan bihaber, sap gibi, ruh gibi, akşamlara kadar angut gibi yaşayan insanlardan mizah veya hiciv yapmalarını beklemek; balığın kavağa çıkmasını, katırın yavru doğurmasını beklemek kadar abesle iştigaldir!..

Bu güzel Anadolu topraklarımız ise, tarihi boyunca Deli Dumrul, Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Münasebetsiz Memet Efendi, Hacivat-Karagöz, Aziz Nesin, Zeki Alasya, Levent Kırca, Kemal Sunal gibi daha nice insanlarımızı yetiştirmiştir… Bugün bunların sadece isimlerini duyduğumuzda bile hemen gülümseriz… Çünkü gülmece-güldürmece, Anadolu insanımızın ruhunda ve genlerinde vardır…

1990’lara kadar, bizim siyasetçilerimiz içinde de espri kabiliyeti olan, mizah dilini kullanan çok sayıda liderimiz ve siyasetçimiz vardı… Osman Bölükbaşı, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Turan Güneş, Korkut Özal, Erdal İnönü gibi…

Bir gün Meclis Genel Kurul Salonu’ndan gelen korkunç gürültüler sırasında, dış kapısında iskemlede oturan CKMP lideri Osman Bölükbaşı’na sormuşlar; “Efendim, siz niye dışarıda kapıda oturuyorsunuz?” deyince merhum Bölükbaşı; “Bugün tavla nöbet sırası bende de, ondan dışarıda oturuyorum” demiş… Tavla: “At, katır, eşek ahırı” demektir… O curcunalı oturumu böyle tarif etmişti… Yani, Meclis salonunu at-katır-eşek ahırına benzetivermişti, bu benzetmeye kızılır mı, bu hicive gülünmez mi?

Aynı Osman Bölükbaşı, her seçimde en kalabalık mitingleri yapar, ama millet ona pek oy vermezdi… Düzce mitingi sırasında bu sebeple, orada toplanan kalabalığa; “Eyy benim samanı bol, danesi (yani oyu) kıt milletim!..” diye hitap etmişti… Kaç siyasetçi böyle zekice ve mizahi cümleler kurabilir ki?

Merhum Demirel bir gün; “Ege bir Yunan gölü değeldir… Ege bir Türk gölü de değeldir… Zati Ege bir denizdir, orası bir göl de değeldir!..” Aynı Demirel, temelini kendi attığı GAP’ı sahiplenmeye çalışan merhum Turgut Özal’a; “GAP’ı kimselere gaptırmam, o GAP her zerresiyle benimdir!..” demişti…

Herkesin kızdığı Saddam Hüseyin’e ziyaretten dönen zamanın Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye, muhalefet kanadının bir bayan gazetecisi; “Efendim, Bağdat’ta sizin Saddam’ın elini sıktığınız söyleniyor, bu doğru mu?” deyince, gülerek verdiği cevap şahaneydi: “Siz Saddam’ın elini değil de, ya onun neresini sıkmamı bekliyordunuz ki!?

Değerli üstadımız Bekir Coşkun da, 6 Mart günkü “İşte Benim Belediye Başkanım” başlıklı yazısında; oy vereceği belediye başkanı için; “Bugüne kadar ‘hizmet, hizmet’ diye dünyanın en güzel şehri İstanbul’u beton yığını yapıp, yaşanmaz hale getirdiler!.. Ben bu seçimde, hiçbir şey yapmayacağına dair söz veren, hiç çalışmayacağını söyleyen bir adaya oyumu vereceğim…” diyordu… Şu esprinin, şu eleştirinin, şu hicvin güzelliğine bir bakar mısınız? İşte siyaset de, köşe yazıları da, her türlü söz de, illâ şu mizah diliyle güzelleşiyor değil mi?                        Sakin KOŞAR…

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI