“SEHET ON, YATAĞA GON”

(Geçmişe özlem, eski geziler ve Melatonin hormonu)

        SEHET ON, YATAĞA GON”

GÜNÜMÜZDE, yurtiçi ve yurtdışı gezi turları, dört mevsimde de, sürüyor. Bu vesileyle belirtmek isterim, Muğla kıyılarına yerli ve yabancı turist akışı bu tarihten, aşağı yukarı 55 yıl önce başladı. Çünkü gezip görmek için; araç, yol ve konaklama tesisi önemli ve gerekliydi. Bu üç sorun sırasıyla çözümlenince ilimize geziler kolaylaştı ve kıyılar hareketlendi. Gezmek; yeni yerler görmek, insanları tanımak, çeşitli mutfak ürünlerini tatmak, sezgi ve bilginin artmasını sağlayan, olgunlaşmayı etkileyen görgüdür ve bu nedenle önem arz eder.

 1950’LİLİ yıllarda, Muğla yerli yurttaşı, yakın mesafeye; akraba, komşu ve dostlarının katılımı ile gezi gerçekleştirirdi. Bunun için şehirde küçük yolcu kapasiteli, “Kaptıkaçtı” Adı ile tanımlanan bir iki araç vardı. Bunlarla yapılan geziler, dinsel ve evlilik süreci ile ilgili geziydi. Araç her ne kadar 7-8 kişilik olsa da, sıkış tepişle 10-11 kişi binebilir, ancak gerekli hallerde bu araç ikiye çıkarılırdı. Böylece geziler il merkezine yakın bazı köylere gidilip, bu köylerde “Yatır” denilen mezar çevresinde; Şamanizm dini inançları gibi(Şamanizm çok eski bir Asya dinidir. İlkel inançları vardır.) Yemek için sofra kurulur, ağaca bez bağlanır, mezar başına küçük niyet taşı yapıştırılır, okunup üflenir, toplu ve ferdi namaz kılınıp dualar edilerek, geri dönülürdü. Buna: “Adak” denirdi ve bir tür gezi sayılırdı.

 DAHA sonraki yıllarda minibüsler trafiğe girdi. Bunlarla: “Adak” gezisinin yanı sıra, Baharın gelişini kutlamak için “Hıdrellez” vesile oldu. Yakın dostlukları, ahbaplıkları olan üç beş aile, anlaşıp günübirlik yakın yerlere daha sık gitmeye başladı. Muğlalı nişanlı gençler için ise, oğlan evi dünürlerini genellikle Muğla/Akçaova mahallesindeki “Çamkerten”e götürürdü. Çünkü şehre çok yakındı, araç kira ücreti az’dı ve burası ormanlık bir alandı. İçinden, Muğla/Aydın şosesi geçer ve sabah gidip akşamüzeri dönüşü kolay olur ve vakitlice eve gelinirdi.

 HIDRELLEZ günü evinden uzun zaman sonra çıkıp yemyeşil ormanlık alana(Çamkertene) evlatları ve torunları ile gelen yaşlılar bu gezi türünden pek hoşnut olurdu. Kış ayları boyunca, evinde kapanan; babaanneler, anneanneler ve dedeler Baharın huzur veren sevincini genç yakınları ile paylaşır, Muğla ağzı ile: “Horanın güzeliğini, yeşilliğini bakın biyon. Maşallah” Diye mahal’le gelişin memnuniyeti ve bahar yeşilliğinin görüntüsü için hayranlığını belirtirdi.

 OTURDUKLARINDA DA, kış günleri ile ilgili yakınmalarını: “…gocu gış, geşdi hapıs damı gibi evleeden çıkılmadı…” Diye başlayan ve: “…gardan, gışdan boğgunnugla gelirdin. Hayat yağmırdan cıbırı olurdun. Kapı dibi goşuyu geçilmezdin. Bıgırık (Oh) denilmez, yürek dübbültüsünden baygınnıgla gecirirdim. Sizi yalan gelii, sıkıntıdan barnım ağrı dıggıdag gidigocek gibi olurdum. Eleddin(Eşi Alaattin) yaveş yaveş gayfeyi gide, arkıdeşinnen Dama oyna, yeniliise acı böber gibi yanına varılmazdın. Napen, bi başıma evde ocak başında, acık devrili acık otururdum.” Diye, günlerin sıkıcılığından söz eder ve sonunda Tanrı’ya minneti belirtmek için: “Şükür” derdi.

 1950’li yıllarda memur ve düzenli para kazanan meslek grubundan, hali vakti iyi esnaf birkaç aile birlik olup, eş ve çocukları ile fırsat buldukça yakın mesafe gezilerine(yanlarına yiyecek alarak) giderdi. (Gökova veya çevredeki diğer yakın açık alanlar.) Bu geziler yaz ayları boyunca bir veya iki kez tekrarlanırken, yaylada aile tarımı ile uğraşanlar, geziye vakit ayıramazdı.

 BU TÜR gezilerdeki özellik; yemeklerin, salataların, tatlıların evde hazırlanarak alana götürülmesiydi. Ayrıca tabağından, çatal kaşığına, kasnağından sinisine, sürahiden su bardağına kadar her şey eksiksiz araca konurdu. Çay bardakları, kahve fincanları ile ispirto ocağı ve pompalı gaz ocağı asla unutulmazdı. Oturulacak yaygılar, kilimler araca alınır, yaşlı hanım ve erkekler için götürülen el minderleri büyüklere gösterilen saygının gereği idi. El yıkamak için sabun ve havlular ise araçta bulunması gereken ilk malzemelerdi. 1950 ve 1960’ların insanı, evde yaptığı ekmeği yerdi. Ama böyle bir günübirlik geziye giderken, “…Hıdrellez günü bari heç olmazsa bazar ekmegi yinsin!” diye fırından 4-5 adet ekmek bagaja konurdu.

 ANCAK tüm bu yiyecek içecek ve diğer malzemeler aileler tarafından paylaşılır; et, pilav, börek, Z.Yağlı yemek, salata, tatlı, çay, kahve -Muğla halkası- ve diğerleri, alanda geniş bir sofra oluştururdu. Gidilecek mahal enine boyuna araştırılmaz, sonuçta ailenin en büyüğü Muğla ağzı ile: “Horeyi gidem” dedi mi, “Oreyi” gidilirdi.

 AİLE büyüklerinin katılmayacağı geziler; TV’lerin, Bilgisayarların, Cep telefonlarının olmadığı yılların akşam ev oturmalarında: “Aşaa tarafa mı gidem, yokarı tarafa mı gidem” konu başlığı ile tartışılırdı. (Aşağı taraf deniz kıyısı, yukarı taraf piknik alanıydı.) Yanıtı içlerinden biri verirdi: “…yokarı tarafı boşve?” deyince, an itibarı ile bir diğeri bir başka yer teklifi sunar ona da: “Napıyosunuz orda? Oreyi heç gidilmez. Unu kafıdan silin” itirazını kondururdu. Başka biri ise: “Yahuu! Esas gidilcek yeri bilimazsınız!” Deyip, gözlerin kendine dönmesini beklerdi. 

SESLER birden kesilince, içlerinden biri: “Neresimiş bu yer?” Diye sorar. Cevap: “Dadca!” Olunca: “Anam! Dadca neri le? Delirdin bakara?” Diye tepki gösterir, devam ederek: “Otumafil oreye kaçı gide bilipdurumun?” Sorusunun ardından: “Undan soona Dadce’ye nezman gidili, nezman gelini? Endee sepet gadan kafaye, nerleede böyüddün?” Der ve sonra susar. Ama gözlerini üzerinden ayırmaz. 2-3 saniye sonra: “Sendi heç akıl yok mu?” Diyerek: “Hedi oğlum hede, vazgeç endegi deli nafladan.” Uyarısı ile tepki gösterirdi. Ama herkesin duyacağı sesle mırıldanırdı: “Dadceye gidiyormuş… Taabecik Dadca, urlar oosun! Sen beş daggeyi dönesin, gelirken bidene Yeni Harman cuvaresi gap dı ge(!) Diyerek durumu karikatürize eder,  oturanlar güldürülürdü.  

O AN’A kadar konuşmayan misafirlerden biri: “Beni bakın! Bu hafta bi yere gidilmevesin. Börek guyduram yayleyi gidem.” Deyince kısa suskunluk, teklifin kabul edildiği anlamına gelir ve konu hemen değişirdi. Yeni muhabbet başlığı: “… eee bu sene, bamne bölce-gavın karpız  nahalolu bakam? Guyulaa dolu emme, Allah ne demiş gomuş? Bakıcez gari” ile sohbet devam ederdi.  

ESNEMELER başladı mı, “Kalkam gari” teklifi ortaya gelir. O an saatin: 22.00’ye yaklaştığı anlaşılırdı. 1950’lili yıllarda, pek çok aile arasındaki tekerleme: “Sehet on, yatağa gon!” du. Muğlalı yerli memur, esnaf ve diğerlerinin yaşamında bu bir klâsikti. (70 yıl evvel taşrada, Melatonin hormonunun, saat: 23.00 de salgılanmaya başladığı bilinmemesine rağmen, şehrimizde yatağa girme vakti: 22.00) İdi.

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI