BAYRAM GELMİŞ NEYİME

Yaşamımızdaki bayramlardan biri daha bitti ve üstü çizildi. Ama ben sizin için: "Tüm ailenizle kutlayacağınız; nice sağlıklı, huzurlu, mutlu ve sevinçli bayramlar diliyorum. Bu arada, göreceğiniz tüm bayramlarda; alavere/dalavere ve yalan/dolanla iş yapan, ayrıca cambaza bak diyenlerden, biri veya birkaçı karşınıza çıkmaz inşallah.

NAMAZ SONRASI

Yaz ve Bahar mevsimlerine rastlayan dini bayramlarda, namazdan sonra, mutlaka yolu uzatır, sabahın dingin huzurunu yaşamak için ıssız ve insansız sokaklardan eve dönmeyi yeğlerim. Çünkü tarz oldukça ilginçtir ve bu ilginç tutku çok hoşuma gider. An itibarı ile gezegende yapayalnız kalmanın hayali ve heyecanı, duygusal an'lar yaşamamın nedeni, gizemli hayallerin kurguları ile birlikte yürümemin vesilesidir. Bu arada, namazdan çıkan bir iki yurttaşla selamlaşmak, hayalimin içindeki figüran rolünü üstlenen diğer canlılardır, rolleri sadece kameranın önünden geçmek ve selamlaşmaktır. Bu bayramda da, insansız tenha sokaklarda yürürken; tanımadığım, bu güne kadar hiç görmediğim, ilk kez karşılaştığım, sanırım şehrimize göç eden 30-35'li yaşlarda genç bir yurttaş, ağlayarak hızlı adımlarla bir yere gidiyordu. Varsa bir acısı, paylaşmak ve bir iki dakika konuşmayı denemek istedim: "Hayrola evlat bir sıkıntı mı var, bayram sabahı niye ağlıyorsun?" Diye sorunca, "Babamı kaybettim, amca" deyip yoluna devam etmek istedi, ama durdurup yine sordum: "Hastamıydı?" "Evet, İzmir'de tedavi görüyordu, biraz önce telefon ettiler, cenazeyi alıp memlekete götüreceğim" dedi. Başsağlığı diledim ve: "Evlat! Doğum gibi sevindirici bir olaya tanık olduğumuz gibi, çok sevdiğimiz anamızı, babamızı veya bir başka yakınımızı kaybetmenin acısı ile karşılaşmak mukadderattır. Dileyelim, Tanrı hiçbir anaya babaya evlat acısı göstermesin, hadi başın sağ olsun, metanetini muhafaza et! Seni daha fazla tutmayayım" dedim. Gene hızlıca yürüyerek gitti. İki çift laf etmek, biraz olsun rahatlatmış gibiydi, insanın zehrini insan alır denir, yapayalnız kalmak insanı çökertir. Onun için acılar, ölümler, dertler yalnız ve kimi kimsesi olmayanlara çok zor an'lar yaşatır. Zira gezegende tutunacağı hiçbir dalı kalmamıştır.

BAZILARI BAYRAM SABAHI BİLE ACI YAŞIYOR  

Sabahın erken vaktinde, insanlar bayram namazından çıkarken, birileri; anasını, babasını veya kardeşini kaybetmenin acısını yaşamaktadır. Genç adamın durumu gerçekten hüzünlendiriciydi.  Gözyaşını silmekten bir hâl olmuştu. Cesedi il'ine, oradan köyüne götürmenin derdine düşmüş, ağlaya sızlaya İzmir'e yolculuk yapacaktı. İşte, yaşam! Gözyaşları kimi zaman sevinçli an'lar için, kimi zaman ölüm acısı için akar. Ama yaşam, bir zaman sonra kaldığı yerden devam etmek zorundadır! Çünkü ölenle ölünmemektedir. Şimdi girizgâhtan çıkalım. 

ÖLÜM DE VAR, ALAVERE DALAVERE DE

Geçelim yaşamın içindeki olaylardan herhangi birine. Efendim, epey zamandır elimden düşmeyen ancak yaşı kemale eren telefonumun bataryası, uzun zamandır -Beni değiştir- diyordu. Bende: "Yahu biraz daha idare et, durduk yerde başıma masraf çıkarma" dercesine, işi sürüncemeye bırakıyordum. En nihayet sonunda, ara sıra alışveriş yaptığım konu ile ilgili işyerine uğramak zorunda kaldım. Durumu anlattım, işyeri sahibi: "Vallaa, artık bu modellerin bataryaları kullanılmıyor çünkü bulunsa bile oldukça pahalı(Bu arada -Pahalı- sözcüğünü araya sıkıştırmasının nedenini, atılacak kazığa razı olup olmadığımı test etmek için söylendiğini düşünüyorum) dolayısı ile satılmıyor. Ama buna rağmen sizin için İstanbul'daki arkadaşıma sorayım, varsa göndersin. Tamam mı amca?" deyince: "Tamam, eğer mümkünse iki adet sipariş et, zor bulunduğuna göre ileride gene ihtiyaç duyarsam, kullanırım" dedim. Neyse, aradan bir hafta geçti, telefon etti: "Bedri amca, bataryalar geldi, uğrayın alın" dedi. Meğer -Kullanılmayan ve zor bulunan malzeme halen satılıyormuş- "Tamam geliyorum" dedim ve öğleden sonra uğradım. Bataryalar, orijinal kabında, hiç açılmamış! "Yahu bunlar yepyeni, şansım varmış!" diye sevincimi belli ederken, satıcı "Evet Bedri amca çok şanslısın, sıfır bataryalar, güle güle kullanın" deyince borcumu sordum: "800 TL." dedi ve bende sorunum kolaylıkla çözümlendiği için memnuniyetle çıkarıp verdim. Öyle ya aradığımız ihtiyaç malzemesi, zor bulunan -Hint kumaşı-(!)

SEVİNCİM KURSAĞIMDA KALDI

Sabahleyin, sevinçle birini taktım, açıp kapatma düğmesine bastım, fakat -tık- yok, tekrar açtım ve yeniden kapattım ve bir daha çalıştırmayı denedim, yine ses seda yok. Öbür bataryayı taktım o da aynı. Evirdim çevirdim, takışı yineledim sonuç sıfır. Sinirler tepeme çıktı (İçimden al sana sıfır batarya, münasip yerine takarsın) diye mırıldandım. O sinirli halimle işyerine gitmedim. Öğleden sonra uğradım: "Yahu bu bataryalar cihazı çalıştırmıyor, kullanılmış oldukları belli. Belli ki, benden başka alıcısı bulunmamış. Yahu bunları nasıl satıyorlar, bu nasıl utanmazlık? Bu işin sonu böyle olunca, karşına dikileceğim akıllarına gelmedi mi? Şimdi onları şikâyet edeceğim, deliller elimde, bundan sonra onlar uğraşın" deyince "Tamam değiştirelim, Bedri amca" dedi: "Tabii değiştireceksin, ama sende bana yutturacağını nasıl inandın da, parayı alıp bunları elime tutuşturdun? Bunların telefonu çalıştırmayacağı aklına gelmedi mi?" diye sorduğumda: "Bataryaları bana verin iade edeyim, yenisi ile değiştirsinler"(Bu noktada kullanılmış olduğunu kabul ediyor) dedi. "Olmaz, sen yenilerini getirt, telefonu çalıştırdığını göreyim, ondan sonra veririm" dedim. Bataryaları belirttikten sonra, bu arada güncel konu: (Istakoz ve süper kol saati) ile ilgili, bir an'ımı anlatayım.

BENİM YEDİĞİM ISTAKOZ DEĞİL KARAVİDA

Bendeniz deniz ürünleri denince, Balıktan başka: Bir kez -Karides ve bir kez de, -Karavida- Yedim. Karides diye tanımlanan deniz kabuklusunu sanırım pek çok yurttaş yemiştir. Çünkü günümüzde her yerde rastlanan bu deniz kabuklusu, masaların zevkli mezesi olduğu genel kabul görmüş, bir ürün. -Karavida- ise hakeza, Istakoz ailesinden -Deniz kabuklusu- o kabuklu Deniz ürününü de avukat arkadaşım sayesinde bir kez yediğimi, ancak damağıma pek uygun bulmadığımı söylemeliyim.

BİR CUMARTESİ GÜNÜ

Avukat arkadaşım, hafta içinde bir gün: ".gelecek Cumartesi günü Datça'ya gideceğini, müvekkili ile ilgili açacağı davanın konusu olan araziyi yerinde görmesi gerektiğini, sınırları hakkında bilgi edineceğini söyledi. Bu yolculuk için, benide davet ederek: "Birlikte olmanın gezi olarak değerlendirilebileceğini ve benim içinde değişiklik olacağı konusunda ikna etti." Yolculuğun Cumartesi günü gerçekleştirilmesi nedeniyle, mani bir hâlin bulunmamasından ötürü: "Tamam" dedim.

SAAT 11.30 DA KONU İLE İLGİLİ ARAZİDE İDİK

Nihayet anılan günde ve saat: 11.30 sularında Datça'ya varınca, otomobilden indiğimiz yer arazinin olduğu zemindi. Bir kenara yemek masası kurulmuş, tabaklar çatallar masa üzerindeki yerini almış ve yerel ağızda "Kaynatma" diye tanımlanan kabın altına ateş yakılmıştı. Toplam yedi kişiydik, avukat arkadaşımla ben, karşı taraf ise davacı ve yakınları idi. Bir fırsatı kollayarak uygun bir an'da, arkadaşıma bakıp, göz kırptım, içi yarıya kadar su dolu ve altından odun yanan kazanı işaret ederek,(Bu kazan da ne oluyor?) Demek istediğimde, yanıtı: Dudağını büküp sağ elini (Bilmem ki denilirken kullanılan işareti) yaptı ve omzunu çekip indirdi.

İÇLERİNDEN BİRİ GELİP GİDİP SUYU KONTROL EDİYORDU

Biri; ara/sıra gelip gidip kazandaki suyun kaynayıp kaynamadığına bakıyordu. Nihayet belli süre sonra, kaynamaya başlayan suyun içine, adını sonradan öğrendiğim üç iri -Karavida- koydu ve kapağı kapattı. O canlılar;   kaynamakta olan suyun içine girince, ayaklarıyla mıdır, kollarıyla mıdır bilmem, kazanın duvarlarını dövmeye başladılar. Sesler bayağı: "tak-tuk-" diye duyuluyordu. Ta ki, ölünceye kadar, bu vuruşlar devam etti. Onların canı yandıkça içim parçalanıyordu. Nihayet pes edip, canlarını teslim edince, sesler kesildi. Bir süre beklenip, kaynatmanın kapağı açıldı ve üç adet -Karavida- çıkarıldı. Gerçek bir aşçı olan şahıs, kabuklu deniz ürünlerinin nereleri yenileceğini gösterirken ve pamuk beyazlığındaki etleri çıkarıp, tabaklarımıza koyunca, bir tuhaf oldum! Fakat deniz kabuklusu -Karavida- eti tatlımtraktı veya acıma duygusunun etkisinden, bana öyle geliyordu. Nihayet yiyip içmeye başladık, davacı hem yiyor, hem içiyor ve yerel ağızla da: ".işdi avukat bee, hu gaaşıdegi görünen Dut ayecinden beri taraf, dedemgilden bubama, bubamgilden ablamınnan beni galdı" diye anlatmaya başlamış ve bu arada davacı yakınları: "Evet avıkat bee, bizdi şahidiz" Diyerek yediklerini helal ettiriyorlardı. Neyse arkadaşım, durumu kavradığını, zeminin kadastral çizimle daha iyi anlaşılacağını söyleyip, incelemenin belgeler üzerinde yapılması aşamasına girdiğini, zaten keşfe gelineceğinden, konuyu büroda görüşme kararı aldı ve bir süre sonrada dönüşe geçtik.

ISTAKOZ

Güncel konulardan biri Istakoz olunca, yıllar önce yaşanmış o günü anımsadım. Ülke dışına gidip Istakoz yenileceğine, Datça'ya gelip Karavida yenilseydi, daha hoş bir gündem oluşurdu diye düşündüm. Neyse, olan olmuş. Bu arada kolumdaki saati 2005 yılında İstanbul'da edindiğimi yazmadan geçmeyeceğim. Daha markası ile ilgili saat tamircisi ile tanışmadı!(Şeytan kulağına kurşun) Pili bitince yenisini taktırıyorum ve zamanı gösterme görevini yıllardır usanmadan sürdürüyor. Ne saat ama.           

    

  

YAZARIN DİĞER YAZILARI