BAKDIN GÖRDÜN GAR HAVASI, ERKENDEN EVİ GE KÖR OLMIYASI

 BAKDIN GÖRDÜN GAR HAVASI, ERKENDEN EVİ GE KÖR OLMIYASI

 ÇOCUKLUK yıllarımızda da; yağmurlu, kar’lı, buzlu kış ayları yaşanırdı. Saçaktan sarkan buzlar, kar’ın örttüğü kiremitli ve toprak damlar ve ağaçlar… Doğa; beyaza bürünüp süslendiğinde muhteşem kompozisyonu ile kartpostala benzerdi. Görüntüyü pek sever, seyretmekten zevk alırdım. Eskisinden çıkıp yeni yılın kapısından, içeri girmeden tam eşikte herkes gibi kırtasiyecilere kartpostal almaya giderdim, bazen zorluk çektiğim olurdu. Çünkü hepsini beğenir ama hangisini alacağıma karar veremezdim.

 DİĞER hoş anılardan biri de; bardağa biraz pekmez koyup sonra kar’la içini doldurup, Muğla ağzı ile: “Gar garması” yemekte çocukluğumuzun güzel karelerindendi. Gece ev oturmasına gelen komşulara “Çıtırmak” yapmak ve ayrıca; cevizli pekmez sucuğu, köftesi, kuru ve yaş üzümle birlikte, askıda korunan ayva, kavun ve ötekileri sunmak ve birlikte “Gülüş oyneş yimek” zevk vericiydi. Yere, “Sofra bezi serilir, üzerine kasnak konulur, kasnağın üzerine kocaman sini, sininin üzerine de yiyecekler. Hey gidi yıllar, neden su gibi akıp geçtiniz? Sonra, sininin etrafına bağdaş kurulur, sığılmazsa diz çöküp oturulurdu.

 1950’li yıllar ve biraz daha ötesinde, Muğla sokakları Arnavut döşemeydi, (İrili ufaklı taşla yapılan ve özellikle eğimli zeminlerde daha çok görülen, usta ve işçilerinin Arnavut olması nedeniyle “Arnavut Döşeme” diye tanımlanan yol. -Alıntı-) yürümek zordu. Çünkü mahallenin fırınına, bakkalına ve varsa diğer esnafa nalınla gidildiğinden yolların düzgün olmayışı ayak bileğinizin her an burkulmasına neden olabilirdi. Hatta dikkatsiz ve çirkin yürürseniz, bilek kemiği çıkıntılarına bazen nalının topuğu, dövüş horozlarının mahmuzu gibi vurur ve hafifçe sıyırdığından kanardı.

 YAŞLANMIŞ; çalışmaktan elini ayağını çekmiş, ununu eleyip duvara asmış, (Yaşamında, artık yapacak işi ve çalışma gücü kalmamış.) ve kendini uhrevi hayata hazırlayan yaşlılar, evde abdest alır, “Mes”ini ayağına giyer, bastona dayanarak namaza giderdi. Namazdan sonra yürüme mesafesinde ulaşabileceği evinden başka yeri kalmadığından, çıkışta kısa süreliğine hemen bitişikteki kahveye uğrar, bir bardak adaçayı içer, oturanlarla “İki beşlik bozar ve eski yılları” yâd ederdi.

 ÇOCUK ve diğerleri ise o karlı buzlu yollardan ve saçakların altından; hiçbir tehlike yokmuşçasına ve umursuzca yürür, kaymamaya özen gösterse de bazen yinede düşerdi. Öte tarafta, çarşıdaki esnaftan bazısı Kış’ı soğukta geçirirdi. Bunlar; semerci, sayacı, nalbant ve demirci gibi mesleklerdi. Hatta bu meslekler dışındaki bazı iş yerlerinin de mekânının önünde cam çerçeve yoktu. O nedenle kış boyunca soğukta çalışırlardı. Zanaatkâr sıkı giyinse de eller üşür, ara sıra hemen yakındaki kahveye gidip beş on dakika ısınır, tekrar işine dönerdi.

 DİĞER taraftan yaşam tarzı toplumda genel kabul görmese de, birlikte yaşadığımız ve sonraki kuşakların da, yaşayacağı yurttaş tipi her zaman vardı ve bundan sonra da, olacaktır. Bu hemşerimiz veya hemşerilerimiz, genelde kendisi için yaşayan, sabah evden çıkıp, akşam geç vakit dönen ve evi ile ilgisi, sadece yatmaktan öteye geçmeyen insandır(!) Ev’in; yiyeceği, giyeceği, yakacağı, çarşı ve pazar sorumluluğunu hanım yüklenirdi.

 O TİP hemşerimizden biri bir sabah karnını doyururken, eşi Muğla ağzı ile sinirli şekilde: “Aaşam üs baş tuluk gibi şımşırıgdın,” Deyince; içince çenesini tutamayan, içmeyince dilini yutan hemşerimiz, usûlca: “Biliman!” Yanıtı verdi. Sinirleri tepesindeki eşi: “Sen bilmezsen kim bilcek, kimi sorcen?” Diye öfkesi iyice kabardı. Hemşerimiz hanımının öfkesini yatıştırmak için, alçak sesle: “Aaşam lokantıda otururkan gar yağmış, vallaha habarım olmadı.” Diye konuyu savuşturmak istedi, ama hanımı: “Zıggım içesi, doymadın ırakıya.” Diye bağırınca: ”Vallaha bıgırık işdim, inanmazsan lokanteciyi sor.” Dedi. Hanımı: “A gılıksız tamışa, gece yarısı evin önünde boylu boyunca yatıpdurumuşsun, bekci görmüş kapıyı çaldı.” Deyince, hemşerimiz: “Vallaha heç habarım yok!” Diye cevapladı. Eşi cevabı duyunca köpürdü: “Ben üç guruş pareye yetiriyon, bitiriyon deye uğreşen, sen her gün lokantıda yi, iç! Gılıksız irezil.” Diye bağırınca: “Annadık, tamam bi daha içmecen gari.” Diye teslim bayrağını çekti ama hanımın canı burnuna geldiğinden: “Sus kapaze! Daha üç gün evee,içmecen gari, evde oturcen dedin! Hani ne oldu? Heç olmazsa, bakdın gördün gar havası, erkenden evi ge, a kör olmıyası.” Diye azarlamayı sürdürdü.

 

 

  

YAZARIN DİĞER YAZILARI