EVİN DİREĞİ

 

Belirli bir süre İstanbul'da yaşadık. Bu zaman içinde çarşı/pazar işleri: "Getiriver-Götürüver/Alıver-Veriver" koşuşturması, her zaman olduğu gibi orada da, üzerimde kaldı. Bazılarınızın aklına: "Pekii. Eşiniz yardımcı olmuyor muydu?" sorusunun yanı sıra, merakınızı mucip olacağını düşündüğüm: "Hepsine nasıl yetişiyordunuz?" Sorusunu yöneltebilirsiniz. Haklısınız!

Efendim ulusumuzun yüzde 99,9'unun bildiği, bu koşuşturma işi çocuk yaşta başlar! "Baba ev'in direğidir" anlayışı ile başlayan süreç, direk devrilince sona erer.

Ev'in birinci derecede sorumluluğunu taşıyan baba artık yoktur. Çocuğa erken yaşta verilen sorumluluk, ileride altına gireceği ağır sorumluluğun stajı sayılır ve bölümlere ayrılan egzersizlerde, belli yaşa kadar sadece resmi imza yetkisi yoktur. Küçük yaştaki sorumluluk tevdiinin nedeni: (İyi, düzgün, dürüst insan olma ve kendi ayakları üzerinde durabilmesidir.) Uzun lafın kısası, yaşam kompozisyonunda da çırak figürü oğul, usta figürü babanın gözetim ve denetiminde hayata hazırlanır. Bendeniz pazar sepetini koluma taktığımda (7) yaşımda idim. 27 yaşımda evleninceye kadar, sepet taşımaya devam ettim.

Evlenip kendi evimin direği olunca da, orta direk kategorisindeki tam kapasiteli sorumluluğum çıraklık döneminden daha ağırdı. (Erkek; fiziken kadından daha dayanıklı olduğu için, ağır ve yorucu işlerden sorumludur) Dolayısı ile öteki gezegene önden göçer. Ama bazı erkekler, yaşamın zulmüne dayanamadığından vaktinden evvel veda eder. (Yörüklerin, Baharda yaylaya göçtükleri gibi. Ancak Yörükler geri dönerken, evin direği göçtü mü, gidiş o gidiş bir daha geri gelmez)

Hanımlar! Aman ha alınmayın, sizin hakkınız da ödenmez, unutulmadığınızı belirtmek isterim. Erkek kısmının, bu Dünya'daki "Evin direği" hali, eline baston alıp yürüyüşü ağırlaşınca, ayağındaki mestleri ile evden, iki adımlık fırına, yarım saatte gider gelir. Artık yaşam ve sorumlulukları bitmiş Cennetlik olmaya hazırdır!

Vefatı anında, evin direğinin arkasından ağlayıp yırtınırlar ".ne yapalım mukadderat, hiçbir şeyi yoktu. Yaşlıydı, ama taşı sıksa suyunu çıkarırdı" denilmesi, taziyeye gelenlerin bazılarını belli etmeden tebessüm ettirir, bazıları ise, içinden: ".Allahallaah daha neler! Mermer ocağına gönderseydin de, orada çalışsaydı! Ayol bastonla, evden iki adım fırına, zor gidip geliyordu. Adam, hangi taşın suyunu çıkartacaktı acaba? Daha münasip bir şey söylesen olmaz mı?" Diye mırıldanırdı. İnsanımız, bir lokma bir hırkalık haline şükrederek yaşar. Sonunda; ailesi ve hısım akrabasının üç günlük yası ile çeker gider.

 

YALAN SÖYLEMEK, ALLAH VERGİSİ BİR İSTİDAT

1960'lı yıllarda şehrimizde sıkça görülen turist gruplarından biraz söz etmek istiyorum. O yıllarda yabancı tur operatörleri, Perşembe günleri, şehrimize Rodos'tan Marmaris'e gelen o gezginlerin bir bölümünü, getirirdi. Günümüzde otel niteliğini kaybeden, ama geçmiş yıllarda: "Çınar Oteli" adı ile hizmet veren mekân önündeki çınarların altında; incik-boncuk, halı, bakır çanak-çömlek(Eski eser diye satılmaya çalışılırdı) Tarzan İngilizcesi ile konuşan yerli satıcılar veya çevirmenleri, satışta bazen başarılı olur bazen de maldan anlayan turiste rastladıklarında, işler iyi gitmezdi. Çünkü turist, yiyeceği dehşetli kazığı kürdana dönüştürüp, kolay aldatılamayacaklarını, ders niteliği ile kanıtlarken, sonuç Trakya ağzı ile: "Ne ka köfte, o ka ekmek"le idare edilirdi.

Hile/hurda/yalan/dolanla birbirimizi geçin, turisti bile kandırmada, becerikliliğimizin üstesinden gelebilecek bir başka insan topluluğu var mı, acaba diye merak ederim. Her an, ayaküstünde kırk yalan söylemek, bizim için tam anlamı ile çocuk oyunu gibidir.

Geçenlerde ekmek almak için fırında sırada bekliyorum. Arkamdaki şahıs telefonla konuşuyor: ".kusura bakma uğrayamadım, akşama kadar koşturmaktan canım çıktı. Terden, şımşırık ip gibi oldum.(Bu benzetmedeki ip, kuyudan su çekilen kovanın ipidir, suyu çekerken ıslanır. Genellikle yaz mevsimindeki terlemeler için benzetme, böyle yapılır. Ama kış mevsiminde yapılırsa palavradır.)

Şahıs konuşmaya devam ediyor. "Şu an ev'e epey yaklaştım. Dediğinde, içinizden: "Allah seni kendi bilsin! Be adam, Allah'tan korkmazsan, insanlardan utan! Ekmek almak için sırada bekliyorsun, yahu! O an insanın arkaya dönüp: "Yav hemşerim biraz inandırıcı bir şey söyle de, bari yalanına tanık olmayalım!" Diyesi gelir. Yurdum insanının yalan söylemek için düşünmesine gerek yoktur. Çünkü söylenecek bir yalan, an itibarı ile ve ışık hızında oluşur, dişinin dibinde hazır bekler. Böylesine: Niteliksiz, niceliksiz, kalitesiz, çapsız insanlar, başka ülkelerde ne denli görülür, bilmem. Çünkü inandırıcı yalan söylemek, bir istidat! O da sanki bize Allah vergisi, diye düşünüyorum(!)   

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI