MİLLET/DEVLET KAYNAŞMASINI ERDEMLİ YÖNETİCİ GERÇEKLEŞTİRİR


Yakın bir tarihte ve havanın güzel olduğu günlerin birinde, eski dokudaki mahallelerin dar sokaklarında, içimde küllenmeyen ateşe benzeyen geçmişe özlem duyguları ile ve her zaman olduğu gibi, yine yürüdüm. Bu yürüyüşü yıllardır bıkıp usanmadan, hep yaparım. Hatta gençlik yıllarımda bile aynı güzergâhta yürürken, mutlu hayaller kurar, geziyi; güzelleştirir ve zevkini doyumsuz hale getirip, kendimce harika bir zaman geçirirdim. Ancak bununla yetinmezdim. Çünkü biraz daha ötesinde çok ışıklı şehirleri ve oralarda yaşayan insanları görmek üzere, hayallerin gerçeğe dönüşmesini Tanrı'dan ister, fakat belirli bir süre sonra hayal Dünya'sından çıkıp, gerçeğe döndüğümde, nerede olduğumu fark ederdim. Bu arada, yazıyı hazırlarken eski bir deyişi anımsadım: "Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer"

O günkü yürüyüşü sürdürürken, aklıma bir soru takıldı. Ve karşıma çıkacak ilk kişiye merak saikı ile sormayı düşündüm. Sormamın nedeni sadece meraktı! Issız sokakta nihayet bir yurttaşla karşılaştım! 65-70'li yaşlarda, saçı sakalı ağarmış, göbek oldukça yağlanmıştı ama bastonsuz yürüyebiliyordu.

Birbirimize yaklaşırken, nasıl bir kişilik olabileceği tahmininde bulunmak için, kaçak bakışlarla, saniyeler içinde kişiyi analiz etmeye çalıştım. Varsayımlardan oluşan analizden: Şahsın uyumlu, ayaküstü sohbeti kabullenebilecek ve bundan hoşlanabilecek, etliye/sütlüye pek karışmayan, mütedeyyin, orta halin biraz daha alt kesimlerinde yaşam sürdüren, emekli bir yurttaş olduğu sonucunu çıkardım.

Bu yurttaşla karşılaştığımda, ilk selamı benim vermemin gerektiğini biliyordum. Çünkü bu tip karakterlerin, selamı karşıdan bekleyen bir kişiliğe sahip oldukları tecrübelerimle sabitti. Nihayet durdum günaydın dedim. Şahısta durdu o da aynı şekilde davrandı, günaydın dedi. Ayaküstü sohbete giriştik: (Kendisinden izin almadığım için adını yazmıyorum) Özet olarak: Yurttaş, şehrin yerlisiydi, merkezi ilkokullardan birini bitirdiğini, daha üstünde bir eğitim görmediğini, çeşitli işlerde çalışıp hayatını idame ettirdiğini, evli üç çocuğu olduğunu belirtti. Konuşmasını bitirince, kendisine: "İzin verirseniz, size bir soru sormak istiyorum, ancak yanıtlamak veya yanıtlamamakta özgürsünüz, karar sizin" deyince: "Buyurun sorun" deyip, soruyu almaya hazırdı.

"İşte sorunuz" dedim: "İl'e atanan vali'lerden bu güne kadar, hangilerini gördünüz? Kaçı ile sokakta, caddede veya bir yerde rastlaşıp selamlaştınız? Herhangi biri ile hiç olmazsa, üç/beş dakika böyle ayaküstü de olsa, konuştunuz mu?" Diye sorunca şaşırdı, nasıl cevap vereyim acaba dercesine ve birkaç saniye düşünmek için: Önce sağına-sonra soluna baktı ve: "Ben kimim ki, vali benimle selamlaşsın, konuşsun? (Yurttaş, yıllarca: "Yav, sen kimsin? Otur oturduğun yerde! Bilmediğin, aklının ermediği konulara burnunu sokma! Sen sadece dinle, bir şey sorulursa kısaca cevap verirsin!" gibi uyarıların muhatabı olmaktan kurtulamaması nedeniyle, kendini hâlâ aşağılamayı sürdürüyordu.)

Konuşmanın devamında verilen yanıt: ".gelen giden hiçbir valiyi bu yaşıma kadar görmedim, onlar köşke gelirler üç-beş yıl kalır giderler diye duyarım, hepsi bu. Bu günkü Vali karşımdan gelse tanımam. Belki de vali sensin! Seni bu yaşımda ilk defa görüyorum.(Oysa hemşeriyiz ve aynı şehirde yıllardır ikamet ediyoruz! Ama birbirimizi tanımıyoruz) Benim gibiler, vali ile nerede karşılaşıp, selamlaşacak veya konuşacak." dedikten sonra: "Siz kimsiniz, bunları neden soruyorsunuz?" deyince: "Bir vali'nin, yerel halkla olan iletişimini merak ettiğim için, sordum" Diye yanıtladım ve kim olduğumu açıkladım.

Tokalaşıp görüşme dileği ile ayrıldık.(Hâlbuki halkla iletişim kurmayan valilerden biri, milletvekili veya yerel yönetici adayı olarak seçimlere katılsa, mütebessim ve gülücüklerle elini uzatıp herkesle tokalaşır, hal/hatır sorar. İşyerlerine uğrar, kahvelere girer çıkar, gerekirse oturur sohbet edip bir şeyler içer.)  

Bendenizin 1950 yılında ilk gördüğü vali: Esat Kaya Ayman dı. Ahalinin kendisine yakıştırdığı nam-ı diğeri: (Yüzünün beyazlığı, elmacık kemikleri bölgesinin pembeliğinden, Alyanak vali) diye anılırdı. Bu validen sonra, pek çoğu gelip geçti bu il'den. Hiç biri il merkezinin çarşısı ve pazarını dolaşırken görülmedi, dense yeridir. Oysa şehir merkezindeki avuç içi kadar çarşı ahalisi ile tanışıp, esnafa hal hatır sormaması ve buna gerek duymaması veya imkan yaratamaması sonucu: Vilayet Konağı ile vali konutu arasında gidip gelmesi, bir eksikliktir ve böyle değerlendirilir.

Ancak öte taraftan il'in, Dünya'da; adı ve doğası ile ünlenen ilçeleri vardır! Böyle bir il'de, böyle ilçeler varken bu şehirlerle; ilgilenmek, buraları denetlemek ve gözetmek makamın resmi görevidir, hem turizmin gelişimi hem gelirleri için Tanrı buyruğu değilse bile, amir hüküm niteliğinde ve niceliğinde bir sorumluluktur. Ancak valilerin sürekli gidip geldiği ilçeler dışında, merkez ilçeyi dikkate almaması; halkı ile usulende olsa merhabalaşmadan ve halka karışmadan tayin olup gitmesi, ahalinin eleştirisine neden olup olmadığını düşünmeye gerek yoktur! Zira durum devlet katında önem arz etmeyen bir tasarruf sayılabilir, dikkate alınmaz hatta belki de: "Lüzumsuz" bile addedilir!

Herhangi bir vali emekli olduktan sonra, mülki amir olarak yönettiği ve ikamet ettiği il merkezini birkaç yıl sonra ziyaret etmek istese, kimse onu tanımaz, hatta: "Sayın Vali hoş geldiniz, nasılsınız? Sizi gördüğümüze sevindik" gibi gönül okşayıcı, hal hatır bile sormaz. Yine bazıları: "Vali ilçe merkezini gezip görse ne olur, görmese ne olur? Tokalaşıp hal hatır sorsa ne olur, sormasa ne olur" diye düşünebilir! Bu tür değerlendirmeler: İnce eğirip sık dokumayan donuk zekâlı bir beynin, konuya bakışıdır!

Oysa halka gösterilecek; samimiyet, sevecen yaklaşım ve saygılı davranış, devlet/millet bütünleşmesini gerçekleştiren bir olgudur. Bu nedenle tarzın; devleti ve bakanlıkları temsil eden mülki amirin, asli görevlerinden biri olduğunu, düşünürüm. Çünkü erdem, ruhun nezaketidir. Sevilen sayılan herhangi bir vali, emeklilikten sonra, kişiliğinin mükemmelliği, insani yaklaşımı ve yönetim tarzının başarıları dikkate alınarak, siyasi ikbal kapılarını aralayabileceği ihtimali, fevkalade yüksektir!

İKBAL:     -Mutluluk ve şans-

ERDEM:  -Ahlakın övdüğü ve gerektirdiği doğruluk.-

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI