OTMANLAR'DA YÖRÜK DÜĞÜNÜ.



                Değerli okurlar, hep sağa/sola koşturmaktansa bir de dönüp kendimize bakalım dedik. Yıllar önce Köyceğiz'e ilk geldiğimiz yıllarda MEKSA' da(Bu günkü Yüksekokulun yeri) yatılı öğrencilerin başında nöbet tutarken Otmanlardan bir öğrencimiz vardı: Ümmü. Aradan yıllar geçti, Ümmü, evlenmiş üç kız iki oğlan çocukları olmuş. Eltisinin kızı evleniyormuş, bizi de davet etti. Günü gelince aracımıza atlayarak Otmanlar' a doğru yola çıktık. Bu benim Otmanlar' a üçüncü gidişim. Ancak Otmanlar o kadar çok geniş ve dağınık bir köy ki, 30-32 sokak varmış. Resmiyette sokak diye geçiyor. Her birine numara da koymuşlar. Köylüler 9 ana mahallenin olduğunu söylüyorlar. Ortaokulun ve Orman İşletmesinin olduğu yeri geçince tam da dönemeçte iki levha var: Sağa bakan Karaçam, sola bakan ise Otmanlar yönünü gösteriyor. Burası merkez mahalle imiş. Biz, doğru/dürüst anlamadan buraya girdik. Sonra telefon edip anladık ki Karaçam yönüne devam etmemiz gerekiyormuş. Henüz 50. Km. de idik. Meğer daha 10 km. kadar gidip İlkokulun olduğu yere varmamız gerekiyormuş. Burada birine ilk defa gelmek isteyenler için yazıyoruz. Telefon edip de iyice anlamadan herhangi bir sokağa girmeyin. Neyse telefon sonunda anlaştık ve enişte bey motosikletiyle asfalta çıkıp bizi alarak döşeme yola sapıp çamlar arasındaki zikzaklı yollardan sonra GELİN EVİ' ne yetiştirdi. Düğün akşam ilkokulun bahçesinde olacakmış. Konu/komşu, dede, amca, dayı, yenge, çocuklar. Bir âlem bu toprakların üstü. Hoş/beşten sonra bizim gazetede yazdığımızı öğrenince hemen yakınmaya başladılar. Buralara elektrik geleli 40 yıl olmuş, ana yoldan asfalt da geçiyor ve Karaçam'a kadar gidiyor. Ayrıca Karaçam'dan öte Denizli'nin Acıpayam ilçesine buradan yol da gidiyormuş. Ama ille de su da su. Diyorlar. Her yerde karayılanlar gibi uzanan, dolanan siyah hortumları ve görebildiğim bahçeyi ve mısırları göstererek "Bunlar ne, bunlar susuz olur mu? Demek ki suyunuz var?" Diyorum. "Hocam, bu su kullanma suyu, az/çok kullanma suyumuz var. Ama içme suyumuz yetersiz. Sadece dokuz ana mahalleden dördünde yeterli içme suyu var diğer mahallelerde ve sokaklarda yeterli içme suyumuz yok!" Diyorlar. Merak ediyor ve soruyorum:  " Bu dağ başında tertemiz olması gereken suyunuz neden kirleniyor ki?" Diye. Meğer yukarıda kömür/katran ocakları varmış ve onların tozu, artığı yer altı sularını da kirletiyormuş. Yine de üç-beş km. uzaktan plastik borularla suları getirip bağ/bahçede kullanıyorlar. "Peki,  ilgilenen yok mu, Muhtarınız gidip araştırmıyor mu? İlçeden, ilden gerekli yerlere gidip araştırılmıyor mu?" Diye sorduğumda "Geçenlerde Kaymakam Bey geldi, söyledik, "Projeye alındığını söyledi." Dediler. Köylülerin birçoğu Pınarköy' e, Beyobası' na inmişler. Gençlerin birçoğu özellikle yaz aylarında turizm sektöründe çalışmak için sahillere iniyorlarmış. Erkeklerin birçoğu da Ormanda mevsimlik işçi olarak ya da çevredeki maden ocaklarında çalışıyorlarmış. Kadınlar için ise iş alanı yok. Enişte Beyin kardeşlerinden birinin bir kızı ve yedi erkek çocuğu varmış. "Allah sana kolaylık versin!" demekten gayrı elimizden bir şey gelmiyor. Ümmü' nün evine geçiyoruz. Çocukları pek sevimli, pek hareketliler. Ümmü, bahçeden mısır getirip közlerken, çocuklardan biri elma, getiriyor, biri şeftali, biri üzüm, diğeri erik, incir derken koşturuyorlar. Maşallah cevizinden bademine, incirinden üzümüne, elmasından armuduna, eriğinden, kirazına, vişnesine kadar her türlü meyve yetişiyormuş. Hatta zeytin bile var. Rakım genelde 800-1000 metre aralığında imiş.  "Bu rakımda fındık ve kestane de olur, yapmadınız mı?" Diye soruyorum. "Yok, ekmedik/dikmedik" diyorlar. Arıcılık da yapılıyormuş. Ağıldaki keçileri, oğlakları gösteriyorlar, ahırda inekleri de var. Kendilerine yetecek kadar süt/yoğurt da yapıyorlar. Bahçelerinde ise adını saymaya gerek yok her türlü sebzevat var. Özellikle mısır ve fasulye revaçta.

                Akşama doğru 18.00' dan sonra toplanıp İlkokulun bahçesindeki düğün yerine geçiyoruz. İlkokulun bahçesi, oldukça müsait. Hemen arkasında da caminin minaresi, yemyeşil karaçamların arasından bembeyaz, göğe doğru sivriliyor. Yemekten sonra 19.30 sularında düğün alanı kalabalıklaşmaya ve şenlenmeye başlıyor. Çevrede satış alanları oluşurken gelinin alana giriş takı ve oturma yeri düzenleniyor. Derken önce gelin kızların arasında alana gelerek yerine oturuyor. Sonra da damat, arkadaşları arasında alana girip gelini alarak dansa başlıyorlar. Alan, çepeçevre çoluk/çocuk, kadın/erkek, genç/yaşlı düğüncülerle doluyor. Okulun kapısına yaslanan orkestra başta ORG olmak üzere bağlamacı ile ortalığı inletiyor. Ortada 3/5 davul, gümbür gümbür ortalığı gümbürtüye boğuyorlar. Bir büyük davulcu ile iki küçük davulcu görüyorum, hele bir de bıcırık var ki sormayın. 5/6 yaşlarında ve kendine göre küçücük bir de davulu var. Öylesine aktif, öylesine istekli ve heyecanlı ki herkesin dikkatlerini üzerine çekiyor. Bir ara yanıma bir bey gelerek okulun ve caminin içme suyu olmadığını, bunları da yazmamızı istedi. Kim olduğunu sormadım ama sanırım caminin imamı idi. İlkokulda 60 civarında, ortaokulda da 80 kadar öğrenci varmış. Ne ilkokulda, ne ortaokulda hiçbir öğretmen köyde kalmıyormuş. Her gün 60 km git, 60 km. gel bu hayat pahalılığında kolay değil. Ne diyelim, Allah kolaylık versin. Artık saatler ilerlemiş ve neredeyse bütün gençler alana çıkmış, kadın/kız/kızan herkes gümbür gümbür orkestranın eşliğinde oynuyor. Bir ara soğuk iyice bastırıyor ki, ne kadar da giyinsek üşüyoruz ve kalkıp arabamıza gidiyoruz. Bizim çocuklardan biri gelip biri gidiyor, bizi arabada da yalnız bırakmıyorlar, bir isteğimiz olup olmadığını soruyorlar. Gecenin yarısına doğru tekrar alana dönüyoruz. Bir yandan silahlar patlıyor, gençler tartışıyor, ortalık karmakarış. Gerçi tabancaların "kurusıkı" olduğunu söylüyorlar ama ne de olsa silah. Hanım korkuyor. Ama yine de bir yaramazlık olmuyor. 24.00' a doğru çocukların birkaçıyla eve dönüyoruz. O gece orada kalıyoruz. Kat kat giyindiğimiz ve battaniyelere sarındığımız halde sabahı zor ediyoruz. Hani Köyceğiz'in sıcağından bunalıp "serinlik" diyorduk ya al sana serinlik. Neyse güneş doğup da yükseldikçe birer birer üzerimizdeki kat kat giysileri çıkartıp tişörtle kalıyoruz. Tekrar düğün evine geçiyoruz. Avluda bütün akrabayı taallukat toplanmış, damadın GELİN ALMAYA gelmesini bekliyor. Dedelerden biri 88, diğeri 87 yaşında. Maaşallah iyiler. Eline kovayı alan bahçeye dalıp şeftali toplayıp gelip dağıtıyor. Üzümü ise soran yok, bütün ağaçlarda salkım salkım, gelen geçen canı isteyen bir-iki alıp atıştırıyor. Gelinler, saatlerce tepse tepsi çay servisi yapıyor. Ocaklarda tencereler kaynıyor, yemekler yeniyor. Derken elinde bayrağıyla yamaçtan aşağıya bayraktar iniyor, arkasından davul/zurna takımı ve damat ve tarafları. Yine evin önündeki daracık alanda davul/zurna ve gelin/damat oynuyorlar, çevrede bir kalabalık. Ulu çam ormanlarının arası davul/zurna sesiyle inim inim inliyor. Sonra GELİN ALMA ekibi yukarıda hazır olan gelin arabasına doğru yürüyor. Saat 13.00 sularıdır. Gelin arabasının önünde "EVLENİYORUZ/MUTLUYUZ!" yazısı. İnşallah öyledir. Allah, tamamına erdirsin, Mutlulukları daim olsun. Daha ne diyelim?... Biz de bir KÖYCEĞİZ kitabımızı imzalayıp onlara bırakarak aracımıza binip Otmanlar' dan ayrılıyoruz. İnanın asfalt çok güzel, yolda en küçük bir sıkıntı yok. Ama ara yollar?!.


YAZARIN DİĞER YAZILARI