DEPREMİN ARDINDAN

DEPREMİN ARDINDAN

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

"Nerede bir can ölse /Oralı olur yüreğim, olmalı zaten/ Olmazsa, insan olmaz yüreğim." Ahmet ARİF

                Çocukluğumu  yaşadığım Kavaklıdere-Muğla'da deprem olmazdı. Yaşamımda ilk deprem gerçeği 1967-1972 yıllarında parasız yatılı öğrencisi  olduğum  Ortaklar İlköğretmen Okulunda (Adabelen)  karşıma çıkmıştı. Adabelen'deki ortaokul döneminde okulun "eski derslikler" olarak isimlendirdiğimiz binasında  etüt sınıflarımız  vardı. Akşam etütleri yaptığımız sırada depremler sıklıkla olur, korku ile yaklaşık iki metre yüksekliğindeki pencerelerden meydana atlardık. Uzun süre depremin etkisi altında kalır, sınıflara giremezdik. Okulun az ilerisinde kaplıcalar vardı. Kaplıcalar, kırık fay ve deprem ilişkisini coğrafya dersinde konuşur, tartışırdık. 1966 yılında Varto depremi olmuştu.  O tarihlerde çok sayıda yurttaşımızı kaybettiğimiz Varto depreminden etkilenen ailelerin yaklaşık 40 çocuğu Ortaklar İlköğretmen Okuluna parasız yatılı öğrenci olarak alınmıştı. İleriki yıllarda çok iyi dostumuz ve arkadaşımız olan ve hala görüştüğümüz Vartolu arkadaşlarımız eğitim hakkını Adabelen'de gerçekleştirerek öğretmen olarak memleketlerine dönmüştü. 

                30 Ekim 2020 Cuma günü Özdere'de evde kızımla beraberdim.  İkimiz de çalışıyorduk. Saat 15.00 sularında ev sallanmaya, kitaplıktan kitaplarımız düşmeye, cam bardakların düşmeye hazırlandığı bir anda kızımla beraber hızla sokağa fırladık.  Artçı deprem sarsıntıları devam ediyordu. Yaşamımda karşılaştığım en uzun süreli, en şiddetli depremdi yaşadığımız. Komşuların tümü sokaktaydı,  tedirginlik ve endişe  içinde herkes ellerindeki telefonlarla  yakınlarını arıyordu. Kısa sürede 6.9 şiddetindeki depremin Özdere'nin  karşısındaki Sisam adası  merkezli olduğu, Sığacık'ta Tsunami olayının gerçekleştiği ve Bayraklı'da da yıkımların olduğu bilgileri gelmeye başladı.  İlk akşam ve sonraki akşamlarda  çok sayıda artçı nedeniyle insanlarımız geceyi arabalarında, sokaklarda tedirginlikle geçirdi. Bugün  depremin altıncı gününde bu yazıyı yazarken Bayraklı'da arama-kurtarma faaliyetleri tamamlanmış  bini aşan yaralıyla 114 yurttaşımızı kaybetmiştik.  Bir deprem ülkesi olan ülkemizde akıl ve bilimle depremleri en az kayıplarla nasıl atlatabiliriz sorusunu aynı şeyleri tekrar yaşamamak adına   tartışmak durumundayız.

DEPREMDE NELERLE ONUR DUYDUK

                Son bir haftada hepimizi üzen, acıtan deprem olayında ülke insanlarımızın  telefonla, sosyal medyayla  ortaya koyduğu dayanışma duygusu hepimizi çok onurlandırdı. Uzun süredir görüşmediğimiz arkadaşlarımızın, dostlarımızın deprem sonrası telefonla dile getirdikleri "nasılsınız, iyi misiniz" soruları, sosyal medyadaki örgütlenmelerle depremzede yurttaşlarımızın gereksinmelerinin  giderilmesine yönelik çabalar olağanüstü güzeldi. Ülkenin her bir köşesinden gelen "arama-kurtarma" ekiplerinin  gece-gündüz canları enkazdan kurtarma  çabaları, İdil'imizi, Ayda'mızı, Elif'imizi  ve onlarca insanımızı, kedicikleri  kurtarırken sergiledikleri insan duyarlılıkları yüreklerimizde yankılandı, umutlarımızı yeşerttiler. İçimizdeki depremin şiddetini azalttılar.  İzmir Büyükşehir ve diğer belediyelerdeki dostlarımızın sosyal belediyecilik anlamındaki insan odaklı  çabaları ve emekleri de  takdire değerdi.

DEPREM SÜRECİNE YAKIŞMAYANLAR

                Deprem sürecinde sosyal medyada deprem nedeni olarak İzmir'in çağdaş kent kimliği, alkol tüketimi vb. gibi din soslu, tiksindirici bir nefret söylemiyle  akıl dışı, çağdışı yorumlar yapanlar oldu.  Akıl ve bilimden, evrensel insanlık değerlerinden  nasibini almayan insanların varlığı üzücüydü. Yine  ülkeyi yönetenlerin depremin  yarattığı yıkıma  yönelik çabalarda yerel yönetimlerle işbirliği yerine dışlayıcı   tavırları,  bazı bakanların enkazlar üzerindeki şov  algısı üreten davranışları tatsızdı.  Depremin şiddetini iktidarın bir kurumu olan AFAD 6.6, Kandilli 6.9, uluslararası merkezler de 7 olarak  yayınladılar. Yer Bilimleri konusunda saygın isimler  Boğaziçi Üniversitesine bağlı çalışan Kandilli'nin saptadığı 6.9 rakamının doğruluğunu teyit ettiler. Korona salgınındaki hasta sayısını düşük göstermek gibi deprem şiddetini 6.6 olarak göstermek ısrarı anlamlı değildi. Yine bu dönemde depremzede yurttaşlarımız için toplanan malzemeleri alıp  dışarda satmaya çalışanların varlığı yüz kızartıcıydı.

NE  YAPMALI?

                Türkiye, artık bir doğa olayı olan deprem gerçeği ile ciddi anlamda yüzleşmeli, "miş gibi yapmaktan"  vazgeçmelidir. Yaklaşık 20 bin yurttaşımızı kaybettiğimiz  1999 Gölcük  depreminden beri depreme yönelik çok ciddi hazırlıklar yapılmadığı bir gerçek. Her deprem sonrası acılar yaşanıyor, insanlarımızı kaybediyoruz ve on gün sonra her şey unutuluyor. Depremlere yönelik sistematik, bilimsel önlem projelerini hayata geçiremiyoruz. İmar affı vb. gibi "seçmene selam" ileten projeler üreterek adeta yıkımları çoğaltıyoruz. Peki neler yapmalıyız?

Kimler müteahhit (yüklenici) olabilir sorusunu sormalıyız. Her parası olan yüklenici olmamalı ve yüklenicilerde mutlaka bir eğitim düzeyi aranmalı, hizmet içi eğitimler verilmeli, yükleniciler bilimsel bir kurul önünde projelerini sunarak işe başlamalıdırlar.

Yerel yönetimlerin her tür yapılaşma izinlerinde ve kontrollarında  yeniden yapılanmaya gidilmeli, tarım arazileri üzerinde yapılaşmaya asla izin verilmemelidir. İnşaat ruhsatı vermek için yeni bilimsel süzgeçler üretilmelidir.

Geçmiş dönemlerde üniversitelerin  depremlere yönelik hazırladığı projeler raflardan aşağıya indirilmeli, hayata geçirilmelidir.

Yapılaşma alanları, imar izinleri  her tür rant alanı dışına çıkarılmalıdır. Cezai önlemler arttırılmalıdır.

Depremlerle ilgili TBMM'nde araştırma komisyonları oluşturularak ulusal bir duyarlılık üretilmelidir. Olası İstanbul depremine yönelik çabalar yoğunlaştırılmalıdır.

Bilim çevrelerinin yoğun bir şekilde ifade ettiği gibi İstanbul-Kanal projesi iptal edilmeli ülkenin tüm enerjisi yaşam hakkını yok eden depreme yönelik projeler üzerinde yoğunlaşmalıdır.

Yurttaşlarımız da siyaset kurumundan, yaşam hakkı adına demokratik tepkilerini ifade ederek  mutlaka can güvenliği talebinde bulunmalı ve depremler için ne yapıyorsunuz sorularını sormalıdır.

SONUÇ

Yukarıdaki maddeler daha da çoğaltılabilir. Salgın karşısındaki mücadelede  referansımız nasıl akıl ve bilimse depreme karşı mücadelede de çıkış noktamız bilimsel öngörülerdir. Deprem her politik görüşten, renkten, etnisiteden, mezhepten insanımızı yok ediyor. O nedenle depremle mücadelede ortak akıl, kollektif emek yaşam biçimimiz olmalı. Yapılaşma süreçlerinde ve tüm kamusal görev atamalarında  yandaşlık yerine  liyakatı öne çıkarmak  boynumuzun borcu olmalı. 80-90 saat sonra enkazdan kurtarılan çocuklarımızın gözlerindeki yaşam umutlarını çoğaltmak için bir şeyler yapmalıyız. Son söz Ataol Behramoğlu'nda "Oysa insan olmak. Çoğalabilmektir başkalarıyla. İnsansın, birinin canı yanarken. Senin de canın yanıyorsa...'' Depremde kaybettiğimiz tüm canların anılarına saygıyla

 

 

               

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI