FEYZULLAH ERTUĞRUL'UN ARDINDAN

 

 

FEYZULLAH ERTUĞRUL'UN ARDINDAN

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

 

            5 Ağustos 2021  sabah erken saatlerde Muğla'dan gelen bir iletiyle  baba dostu, benim ve ağabeyimin çok yakın yol arkadaşı,  büyüğümüz   Feyzullah Ertuğrul'un  vefat haberini aldım. Kızılçullu Köy Enstitüsü 1945 çıkışlı öğretmen, ilköğretim müfettişi, TÖS ve EĞİT-DER genel başkanlarından  Feyzullah Ertuğrul Köy Enstitüleri hareketinin ve demokratik öğretmen hareketinin çok önemli bir ismiydi.  Babamın Kızılçullu Köy Enstitüsünden dönem arkadaşı olan Feyzullah Ağabey ile  1980'li yıllardan  tanışıyoruz. ODTÜ'de  1978-1985 yılları arasında doktora çalışmalarımı yaparken Feyzullah Ağabey  Mülkiyeliler Birliğinde çalışıyordu. Her hafta yanına uğrar söyleşir, dönemin politik sıkıntılarını paylaşırdık. Özellikle 1982 yılında üniversitedeki görevimize son verilince Ankara'da konuşabildiğimiz çok önemli bir dostumuzdu. Vefat haberini alınca onun dost, güleryüzlü, dayanışmacı, iyimser hallerini sevgiyle anımsadım.

            2001 yılında Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneğini (YKKED) kurduk. Feyzullah Ağabey  panellerimizde konuşmacı olarak hep aramızda oldu, Yeniden İmece dergimizde yazılar yazdı.  Yaz aylarında zaman zaman Muğla'da görüştük. Feyzullah Ertuğrul Öğretmenim Köy Enstitülü bir sosyalistti.  Ege Bölgesi Köy Öğretmenler Derneği, TÖS, TÖB-DER, Eğit-Der örgütlenmeleri ve diğer sol politik süreçlerde hep var oldu. İlköğretim Müfettişliği Kursunu ve Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünü tamamlayarak Yozgat ve Ankara illerinde ilköğretim müfettişliği yapan Ertuğrul, Adalet Partisinin iktidar döneminde ve 1967'de TÖS Genel Başkanı seçilişinin 10. gününde müfettişliği üzerinden alınarak Elazığ'ın Başkil ilçesine bağlı bir dağ köyüne sürgün edildi. Meslekten istifa etmek zorunda bırakılıncaya kadar TÖS'teki görevini haftada bir Baskil'e gelerek PTT yoluyla sürdürmek zorunda bırakıldı. İstifadan sonraki yaklaşık bir yıl süren işsizlik döneminde ailecek sıkıntılı günler yaşadıktan sonra Prof. Dr. Nusret Fişek onu Hacettepe Üniversitesindeki kendi bölümüne "Halk Eğitim Uzmanı" olarak aldı. 1968'den itibaren 4-5 yıl süren sonra bir öğretim yılı çalıştığı Ankara Anafartalar Lisesinden 1975'te emekli oldu. İki öğretmen meslek kitabı, iki çocuk kitabı ve iki de sendikal eğitim ve savaşım kitabı bulunan Feyzullah Ertuğrul'un "Köy Enstitüleri Sistemi ve Düşündürdükleri" ve "Hasan-Âli Yücel-Kenan Öner Davası" kitapları da özgün bir arayışın ürünü.

            Feyzullah Öğretmenimle  30 Ocak 2010 Cumartesi günü Ankara-Kızılay'da Mülkiyeliler Birliği bahçesinin kenarındaki kafede saat 11.00'de buluşmuş 2011 yılında yayınladığım "Kızılçullu Köy Enstitülü Yıllar" kitabıyla ilgili uzun bir söyleşi yapmıştım.  85 yaşına rağmen tüm centilmenliği ile ayaktaydı. Sorulara anımsayabildiği kadarıyla açıklıkla, dostlukla ve sevgiyle yanıt verdi. Söyleşi bittiğinde Ankara yağmurluydu ve Türk-İş önünde beş bin Tekel işçisi özlük haklarını koruma adına direnişteydi. Feyzullah Ağabey ile sürekli telefonlaşırdık.  Yaklaşık dört yıl önce Sayın Prof. Dr. Cahit Kavcar'ın Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi bahçesinde  düzenlediği ve Prof. Dr. Zekeriya Aydın'ın da katıldığı yemekte uzun süre birlikte sohbet etmiştik. Daha sonraları bizden bir kitabının yayınlanmasını talep etmişti, ama derneğin ekonomik yoksulluğu nedeniyle üzülerek isteğini gerçekleştirememiştik.

Feyzullah Ertuğrul, 1926 Muğla-Yatağan Nebiköy'de  yoksul bir ailede dünyaya gelir. Köyünü; "Köyümüz 300-400 nüfusluydu. Köyün ekonomisi tütün üzerineydi. Köyde ağa yoktu. Kavga dövüş görmemiş, herkesin herkesle barışık yaşadığı bir köydü. Köyde 3 sınıflı ilkokul vardı. Biz 4. ve 5. sınıfı okumak için Yatağan'a dört arkadaş her gün 5 kilometrelik yolu yürüyerek gider gelirdik. Köyümüze çerçi gelirdi, köy meydanına yayınırdı, elmalı şeker, naneli şeker, horoz şekeri, susamlı çıtırmak gibi şeyler bizim en çok özlediklerimizdi. Parayla alışveriş olmazdı. Yumurta, buğday, arpa götürür değiş tokuş yapardık. Köyümüzde yoksulduk ama çok mutluyduk" ifadeleriyle anlatmıştı. Söyleşide,  ailesiyle birlikte, toprağı olmayan köylüleriyle  Söke, Milas, Bulgurca ve Çine'ye 3-5 aylığına tütün işçiliğine gittiklerini,   köy kahvesinin köyün tüm sorunlarının tartışıldığı  halk odası gibi işlev gördüğünü, okulun da ışık saçan bir yer olduğunu aktarmıştı. Yaşadığı sünnet olayını "Ailede benim sünnet olmama yeterli ekonomik bir rahatlama hiç olmuyordu. Annem-babam sıkıntı içindeydiler. Köyün az çok varlıklı ailelerinden birinin çocuğunun sünnet töreni vardı. Son çocuk sünnet olunca alt tarafımı çıkararak sünnetçiye kendimi teslim etmiştim. Babam ve anam durumu öğrenince çok üzülmüşlerdi" ifadeleriyle aktarmıştı. Çocukluğundaki Mustafa Kemal'in vefat haberini  " 10 Kasım 1938 köyde bağ bozumu zamanıydı. Herkes ovadaydı. Atatürk'ün öldüğü haberi köye geldi, 7'den 70'e tüm köylü okulun bahçesinde toplanarak, yas tutarak göz yaşlarıyla Atatürk'ü andılar. Köyde çok büyük bir matem havası yaşanmıştı" diye anlatmıştı.

Feyzullah Öğretmenin ağabeyi askerliğini onbaşı olarak yapmış ve sonra Kızılçullu Eğitmen Kursunu tamamlayarak yakın köylerine atanır.  Ağabeyinin eğitmen olması nedeniyle onun kazandığı saygınlığı imrenerek izlediğini belirterek "Ondan da esinlenerek öğretmen olmak istiyordum. Kızılçullu Köy Enstitüsü dışında okuma şansımız, umudumuz yoktu. İlkokulu bitirince Yatağan'da sınava girdik. Köyde yaz aylarında sepet örerken haber geldi, sevincimden uçmuştum. Tüm aile mutlu olmuştu ifadeleriyle Kızılçullu'ya  giriş öyküsünü anlatır.  Kızılçullu yolculuğunu da "1940 Eylül'ünde Yatağan Kır Kahvesi'nde çevre köylerden 10-15 kişi buluştuk. Yatağanlı arkadaşım Şadi Uysal'ın abisi Hasan Uysal bizleri sahiplendi. Babam telaş içindeydi, çünkü parası pulu yoktu. Hasan Uysal Abi "Ben onları götürürüm merak etmeyin" dedi. Bir kamyon ile önce Aydın'a geldik ve sonra trenle Kızılçullu'ya ulaştık. Elimizde zembil sepetlerimiz vardı. Aydın'da karşıdan gelen treni gören arkadaşım Osman'ın bütün köylü saflığıyla "Akideş buna saman mı yeter?" dediğini dün gibi hatırlıyorum. Çok gülmüştük." cümleleriyle aktarır.

  Kızılçullu'ya geldiklerinde önce ilk kez bir hamamda banyo yaptıklarını,  tüm çamaşırlarının etüvden geçirildiğini, kısa bir süre yeni koşullara uyum sağlamakta zorlandıklarını belirtmişti.  Köy yerinden farklı olarak enstitüde zamana bağlı, saate bağlı dinamik bir yaşamın sürdüğünü aktardı. Ruh bilimi öğretmenimiz Hayri Çakaloz öğrenciyi çok iyi anlayan ve kendine bağlayan bir öğretmenleri olduğunu, bu kurumların kimliğini oluşturan felsefesini çok iyi özümsediğinin altını çizerek  derslerde  "Çocuklar ne öğrendiyseniz mutlaka işe yaramalı,  ruh bilimi dersinde bile sizin işinize yaramayan bilgiler olursa lütfen beni uyarın" dediğinin altını çizmişti.   Kızılçullu'da  notalarıyla mandolin çalmayı öğrendiğini,  beste denemeleri bile yaptığını anlatmıştı.  Öğrencilik yıllarının İkinci Dünya Savaşı dönemi olduğunu, ekmeğin az verildiği, hatta hiç verilmediği günleri yaşadıklarını belirterek  "köyden analarımız peksimet yapıp gönderirlerdi" ifadeleriyle anlatır.

Feyzullah Öğretmen enstitüdeki demokratik işleyişi "Hafta sonları yemekhane önünde yönetimi ve öğretmenlerle birlikte öğrencileri kapsayan haftalık eleştiri ve özeleştiri toplantıları yapardık. Yönetimin, öğretmenlerin hatalı davranışlarını özgürce dile getirirdik. Enstitü bize işte böylesine bir özgürlük ortamı sunmuştu" ifadeleriyle aktarmıştı.  Kızılçullu'da "yapıcılık zanaat kolu" öğrencisi olduğunu ve yapıcılıkla ilgili önemli beceriler kazandığını ifade eden Ertuğrul 1943 yılında Kızılçullu ekibi olarak, Erzurum-Pulur Köy Enstitüsü inşaatına katıldıklarını,  üç  ay içinde ekip olarak  bir bina yaptıklarını belirtir. Enstitüde öğrenci iken Ortaklar Köy Enstitüsünün inşaatında da çalıştıklarını ve ilk binayı yaptıklarını, ayrıca  Yatağan-Kafaca köyü ilkokul binasını da arkadaşlarıyla yaptıklarını onurla anlatarak  "Bizler enstitüde zorlukları yenme hırsıyla yetiştirildik. Bu eğitimle yaşam boyu, önümüze çıkan her problemi çözme becerisi kazandık. Öğrenci iken köylere gittiğimizde köylüler tarafından imrenilerek bakılırdık. Tüm aileler çocuklarını enstitüye göndermek isterlerdi. Köye gittiğimizde köyün tüm çocukları etrafımıza toplanır, sorular sorar ve bizleri tepeden tırnağa incelerlerdi."  değerlendirmesini yapar.

Kızılçullu'nun kendisi ve arkadaşları için eğitim hakkı anlamına geldiğini aktaran Ertuğrul  enstitü  eğitimi " İnsanı bedensel, düşünsel, ruhsal ve toplumsal bir varlık, bir bütün olarak algılayan; onun akıl temelinde ama ille de toplumun ve insanlığın yararı doğrultusunda eğitilmesini amaçlayan bir eğitimdi. Kafa-kol ayrımı yapılmazdı enstitülerde. Derslikleri, işlikleri ve çiftlikleriyle organik bir bütündü bu kurumlar. Her biri ötekilerle iç içe işleyen bu alanlarda, insanı herhangi bir yönüyle değil, bütünüyle kavrayan eğitim-öğretim koşullarında yetiştirildi köy çocukları. Öğrenci, öğretmen ve yönetim ilişkilerinde eşitler arası bir anlayış egemendi. Demokratik ya da özgürlükçü bir eğitim ortamı vardı"  şeklinde anlatır. Ertuğrul Öğretmen,  kapitalist bir Türkiye'de insanı bütün yönleriyle tastamam geliştiren politeknik bir eğitimden söz edilemeyeceğini ifade ederek  Köy Enstitüleri; çoklarının sandığının tersine kapitalizmin pragmatizme dayanan, üretim araçları mülkiyetini elinde bulunduranlar yararına tek yönlü geliştirilmiş bir işgücü  üretmeyi amaçlayan iş okullarından çok, politeknik eğitim kurumlarına yakın olduğu saptamasını yapar.  

1945 yılında Kızılçullu'dan mezun olan Feyzullah Öğretmen  Yatağan-Gevenes köyünde öğretmenliğe başlar.  9 yıl Gevenes'te çalışır ve Ege Bölgesi Köy Öğretmenler Derneğine 1949 yılında üye olur.  Dernekte beraber olduğu arkadaşları; Yatağan'dan Mehmet Kara, Şadi Uysal, Kemal Can, Mehmet Aydın, Mustafa Karadağ, Halil İbrahim Berberoğlu, Mahmut Yanar, Bozüyük'ten Süreyya Buğday, Mehmet Aslan, Gevenes'te birlikte çalıştığı Ali Çelebi'dir.  O dönemi Feyzullah Öğretmen "O yıllar Köy Enstitülülere bu tür asılsız suçlamaların yoğun yapıldığı yıllardı. Gevenes köyünde ulusal bayramların nasıl kutlandığını belki de ilk kez köylülere göstermiştik. Sık sık müsamereler yapardık. Okulun sıralarını öğrencilerimle birlikte yapmıştık, çevresini çam ve zeytinlerle donatmıştık.1943 yılında babam ölmüştü. Annem ve üç kardeşimi yanıma alarak enstitünün bana verdiği üretim araçlarıyla köyde tütüncülük yapmaya çalıştım." diyerek özetler.  

Aydın'da "Hür Aydın", "Kıroba" gazetelerinde, İzmir'de "Sabah Postası", Milas'ta "Demokrat Menteşe", Muğla'da "Muğla" gazetelerinde eğitim sanat ve düşün alanlarında yazılar yazar.  Arkadaşı  Maksut Doğan ile birlikte Demokrat Menteşe'nin ekinde "Sanat Yaprağı" yayınlarlar.   Feyzullah Ertuğrul ilköğretim müfettişliği döneminde ilk kez "Yön dergisi" okumaya başlar.  Hayata soldan, emekten yana bakmaya o dönemde başladığını ifade ederek "Enstitülerde genellikle doğrudan yana gerçeklikten kaynaklı bilincimiz vardı. Ama "Yön dergisi" ile hayata bakış felsefem netleşti. Yozgat-Çekerek'te bu dergiyi okuduğum için kaymakam ile daha ilk tanışmamızda tartışmıştım"  der. 1949'da Ege Bölgesi'nde başlayarak bütün bölgelere yayılan özgürlükçü köy öğretmen derneklerini kuran ve yönetenler zaten Köy Enstitülü öğretmenler olduğunu ifade eden Ertuğrul, TÖS'ten günümüze özgürlükçü öğretmen örgütlerinin tabanında, dinamiğinde hep Köy Enstitülü öğretmenler ve onlarla aynı görüşteki eğitim emekçileri olduğunun altını çizer.  Enstitülerin  dünya çapında ünlenmelerinde Makal, Baykurt, Apaydın,  Başaran, Akçam gibi enstitülü yazarların  yadsınamaz rolleri olduğunu "Türkiye'nin laik, demokratik, sosyal ve hukuksal bir toplum yaşamına görece de olsa ulaşmasında; günümüzde "eksen kayması"na uğratılan bu yaşamın yeniden kazanılmasında sanat yoluyla olduğunca, özgürlükçü öğretmen örgütçülüğü yoluyla da Köy Enstitülerinin rolü olduğu, olacağı asla atlanmamalı ya da unutulmamalıdır" der.   Enstitülerle ilgili son olarak  "Eğitim sistemimizin yeniden yapılandırılmasında Köy Enstitüleri, tarihimizde eşi benzeri bulunmayan zengin bir laboratuvardır."  saptamasını yapar.

 Anısına, mücadelesine  sevgiyle, saygıyla.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI