OKULLAR AÇILIRKEN PANDEMİ DÖNEMİNDE EĞİTİMİ KONUŞMAK

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

"Bütün çocuklar/Yokluk bilmesinler/Et, şeker, süt bulsunlar/Giyimli, tok ve rahat/Gitsinler okullara/Sınıflarını geçsinler./Büyükler biraz daha yorulsun/Onlar da büyüsünler/Onlar da mesut olsunlar/ Geçti, kaç savaş ezikliği/Çocukları düşünsünler/ Çocuklar iyi gün görsünler." Behçet NECATİGİL

                21 Eylül  2020 tarihinde Türkiye'de tüm okullarda ana sınıf öğrencileri ve ilkokul  birinci  sınıf öğrencileri  haftada iki gün ve günde 30'ar dakikalık  beş ders saati ile  eğitime başladılar. Bu sabah Özdere'de evimizin yanındaki ilkokulda öğrencileri, velileri ve öğretmenleri izledim. Veliler okul dışından endişeli bakışlarla çocuklarını izlerken, öğretmenlerin gayet dikkatli olduklarını,  öğrencilerin yürüyüşlerinden, ürkek davranışlarından tedirginlik içinde  olduklarını hissettim.

                Okul bir aydınlanma kurumudur. O nedenle okulların her daim açık olmasını, çocuklarımızın eğitim hakkını yüz yüze eğitimle gerçekleştirmeleri en önemli dileğimizdir. Zira uzaktan eğitimin amaca hizmet etmediği, eğitimin amaçlarına uygun olmadığını biliyoruz.    Okullar, çocukların sadece ders yaptıkları mekanlar değil onların sosyalleşme, toplumsallaşma  süreçlerini ürettikleri kurumlardır. Okulların açılma denemelerinin yapıldığı bu günlerde çocukların "eğitim hakkı" ve "sağlık hakkı" arasındaki özenle saptanmış bir  dengede  karar verilmesini dile getirdik hep.   Kafa karışıklığı ve belirsizlik nedeniyle   bugünlerde yazılı ve görsel basında en çok konuşulan konu okulların açılması ve bulaş tehlikesinin yarattığı kaygı oldu. Pandemi öncesi eğitimin en önemli sorunları nelerdi diye baktığımızda siyasal iktidarın yaklaşık on sekiz yıldır uyguladığı  "dinselleştirmek ve piyasalaştırma"  politikaları öne çıkar. Sıralamaya devam edersek eğitimde coğrafi, sınıfsal, cinsiyete dayalı eşitsizlik ve adaletsizlikler, nitelikli öğretmen yetiştirme sorunu  ve eğitim kadrolarındaki liyakata dayanmayan atamaları sıralayabiliriz. Pedagoji doktoralı akademisyen milli eğitim bakanın bu sorunların çözümüne yönelik bir çaba ve gayreti  de hiç olmadı.

                2020 yılının ilk aylarında insanlık tarihinin yaşadığı en büyük felaketlerinden biri olarak karşımıza çıkan virüs salgını Mart ayı ile birlikte  ülkemize de etkilemeye başladı. Sevdiklerimizden, dostlarımızdan bizleri kopartan, ayıran;  hayatlarımızı, alışkanlıklarımızı tümüyle değiştiren bu süreçten eğitim sistemine  de yoğun bir şekilde etkiledi.  Çocuklarımızı okullarından kopartan süreç   nedeniyle eğitim kurumlarımızda  yüz yüze eğitime ara verilerek uzaktan eğitime geçildi. Altı ay boyunca hayatlarımızı daraltarak, izole durumda  salgın sürecini geçirdik ve umutla salgının geriletilmesini bekledik. Siyasal iktidarın salgın ve ekonomi arasında bocalaması,  kendinin uygulamaya  kattığı  virüs önlemlerini Ayasofya ve Giresun mitingi   örneklerinde   görüldüğü gibi siyasal yarar gerekçesiyle askıya alması,   yurttaşlarımızın  Kurban Bayramı ve yaz aylarında virüse karşı önlemleri uymaması virüsün yeniden hayatlarımızı  zorlamaya başladı. 21 Eylül tarihiyle yaklaşık 7 bin 500  insanımızı kaybettiğimiz bu salgında sonbaharda  mevsimsel griple sorunun daha da ağırlaşacağını dair öngörüler basında yer alıyor.  Türk Tabipler Birliğinin (TTB)  altıncı ay Covid-19 izleme raporunda  "Fırtına Kapıda" ifadesiyle sonbahar öngörüsü çok açık  bir şekilde  dile getiriliyor.

                Bu süreçte Milli Eğitim Bakanlığı, mart ayından eylüle kadar geçen sürede pandemi döneminde eğitim için  okullardaki derslik sayısı, yardımcı personel, hijyen, dezenfektan vb. gibi yeterli hazırlık çalışmaları üretmediği, bir projeksiyon, planlama  geliştirmediğini görüyoruz. Yaptığımız görüşmelerde okullarda bu gereksinmelerin veliler ve yerel yönetimlerin duyarlılığıyla çözüldüğünü görüyoruz.  Bakanlığın hantal yapısı ve kadrolarının niteliği  bu sorunları çözmekten çok uzak olduğu çok açık.     Son altı aylık sürede ilk, orta ve üniversitelerde  yapılmaya çalışılan uzaktan eğitim eşitsizlikleri daha net bir şekilde  görmemize sağladı. Televizyonu, interneti, bilgisayarı olmayan çocukların bu olanaktan yararlanamadıklarını yayınlanan değişik raporlardan öğreniyoruz.  Sosyal devlette amaç ülkenin tüm çocuklarına nitelikli kamusal eğitim vermektir. Son dönemlerde ülkeyi yönetenler eğitim alt yapısına yönelik yatırımlara yönelik  yeteri kaynak ayırmadıkları ve adeta özel okulculuğa teşvik eden politikaları öne çıkardıkları açıktır. Yaşanan tüm bu olumsuzların arkasında bu anlayışın olduğunu düşünüyoruz.  Peki ne yapmalı? Acilen  ülkeyi yönetenlerin önümüzdeki dönemlerde tüm kaynakları "eğitim ve sağlığa" aktarmaları yaşamsal öneme sahiptir. Sosyal devlet olmak bunu gerektiriyor. Unutulmamalıdır ki eğitim toplumun geleceğidir.

BAZI VERİLER

TTB'nin hazırladığı 6. Covid-19 raporuna göre İstanbul'da  virüsün orta ve alt gelir gruplarında  daha yaygın yayıldığını, sınıfsal özellikler gösterdiğine ilişkin değerlendirmeler  öne çıktı.  Benzer sonuç  aynen eğitim alanında yaşanıyor. Alt gelir gruplarında yer alan ailelerin çocukları olanaksızlıklar yüzünden eğitim hakkından yararlanamadıkları gerçeği karşımıza çıkıyor. Salgın her alanda eşitsizlik üretiyor. Basına  yansıyan bilgilere göre EBA'ya öğrencilerin yüzde 60'ı giriş dahi yapmamış, canlı derslere öğrencilerin sadece yüzde 15'i katılmış.  Biraz evvel sosyal medyaya yansıyan bir habere göre (22 Eylül 2020) EBA çökmüş. "Okul Çalışmaları İçin Bilgisayara Erişim" listesinde Türkiye 77 OECD ülkesi arasında 64. Sırada. Eğitim-Sen'in öğretmenlere  uyguladığı ankete göre öğretmenlerin yüzde 93.8'i uzaktan eğitimin verimli olmadığını ifade etmişlerdir. Bir başka gözlem yaşanan eşitsizlikler nedeniyle yoksul aile çocuklarının eğitimden tümüyle koptuğu  ve "çocuk işçiler" gerçeğinin   yaygınlaştığı  görülüyor.

ÖNERİLER

                Gerçek eğitim yüz yüzedir, öğretmen ve öğrencinin birbirleriyle göz göze geldikleri durumdur.  Bunu gerçekleştirmek için önce toplum olarak hepimize önlemlere karşı duyarlı olmak gibi bir sorumluluk düşmektedir.  En büyük sorumluluk ise ülkeyi yönetenlerdedir. Bunun için  bakanlık ve ülkeyi yönetenler eğitimi ve sağlığı öne çıkaran yaklaşımlar üretmeli ve okullarda  sağlıklı eğitim ortamı yaratılması için gerekenleri  acilen yapmalıdırlar. Okullarda sosyal mesafe göz önüne alınarak planlamalar yapılarak  haftanın yedi gününde eğitim yapılabilir hale gelmelidir. Taşımalı eğitim ile her gün yaklaşık 1.5 milyon  öğrenci taşınıyor.  Kapatılan köy okulları gözden geçirilerek, restore edilerek eğitim ortamlarına dönüştürülmeli ve köy çocuklarının kendi sosyal çevrelerinde eğitim almaları sağlanmalıdır. Uzaktan eğitim nedeniyle işlevsiz durumda olan üniversite dersliklerinden yararlanmanın yolları araştırılmalıdır. Bu salgın döneminde  konuyla ilgili her görüş ve öneri değerlidir. Bu anlamda bakanlık eğitim sendikaları ve eğitimle ilgili  dernek ve vakıfların konuyla ilgili görüş ve düşüncelerini, yayınladıkları raporları mutlaka değerlendirmelidir. Bir parti devleti anlayışının artık dışına çıkmalıdır, hayat bunu dayatmaktadır.

SONUÇ

                Okullarımızda tüm çocuklarımızın yüz yüze eğitim aldıkları cıvıl cıvıl okul ortamları görmek, öğrendiği bilgiyi arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle tartışan, konuşan bir okul özlemi hepimizi mutlu edeceği çok açıktır. Ülkeyi yönetenler artık eğitimi  rasyonel olmayan özel okulculuk ve imam hatip penceresinden değil eğitimi   "insan hakkı" penceresinden bakarak tüm çocuklarımıza akıl ve bilimin rehberliğinde nitelikli kamusal eğitimi  sağlamalıdırlar.18 milyon öğrencimize ve 1.5  milyona yaklaşan öğretmenlerimize yeni öğretim yılında sağlık, başarı ve güzellikler diliyorum.

 

 

                 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI