SOSYOLOG CAVİT ORHAN TÜTENGİL VE KÖY ENSTİTÜLERİ

            17 Ocak 1921 Tarsus doğumlu olan Sosyolog Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil,  7 Aralık 1979'da  kendisine düzenlenen hain silahlı saldırı  sonucu kaybettiğimiz ülkemizin yüz akı aydınlarındandı. 1944 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun olan Tütengil daha sonraki dönemlerde Kepirtepe, Aksu Köy Enstitülerinde ve farklı liselerde  öğretmenlik yaptı.  1953 yılında sosyoloji asistanı olarak İstanbul Üniversitesinde akademik yaşama başladı ve 1960'ta doçent, 1970 yılında da profesör oldu.   Köy sorunu ve azgelişmişlik ile ilgili  çalışmaları olan  Tütengil Hoca'nın 1948 yılında yayımladığı,  tanıklıklarını da içeren "Köy Enstitüsü Üzerine Düşünceler" kitabı enstitülerle ilgili çok değerli sosyolojik çözümlemeler içermektedir.

            Tütengil,  köyde yaşayanların sayısının nüfusun dörtte üçünden fazla olduğunu,  Türkiye'nin  köy ve köylü temeli üzerinde kurulu bir ülke  olduğunu, köy meselesine Türkiye meselesi olarak bakmak gerektiğini oysa  köyün küçümsenerek köylerin   kendi kaderlerine   terk edildiğini, ülkenin köy gerçekliğini işaret ederek: " Bunun içindir ki 1940'ta ele alınan köy meselesi davayı kökünden kendi imkanları içinde halletmek zaruretini bir devlet işi haline koymuştur. Kurulması tasarlanan Köy Enstitüleri  ile köy sorununun Türkiye meselesinin ta kendisi olduğunu söyleyeceğim. Köyün içinde bulunduğu acıklı durum, geniş ölçekte cehaletten doğuyor. Üretim araçlarının basitliği  ile ikizi  olan bu cehalet ortadan kaldırılmadıkça her köyümüz canlandırılacak köy olmaktan kurtulamayacaktır." saptamasını yapar. Tütengil, kent koşullarında eğitim gören ve köy koşullarını bilmeyen öğretmenlerin köylerde öğretmenlik yapamadıklarının altını çizerek: "Öğretmen köydeki kötü hayat şartlarını değiştirebilecek esaslı unsurdu. Bir nesil sonraki öğretmenin büyük bir fark gözetmeden köye gidebilmesi için köyde cani gönülden vazife kabul etmek sureti ile rahatından ve huzurundan fedakarlık yapması gerekli bir öğretmen nesli lazımdı. Köylü çocuklarını çağdaş ilmin ışığıyla nurlandırırak köylere  öğretmen olarak göndermek yapılacak basit işti. İşte bu düşüncenin tatbikatından Köy Enstitüleri doğdu." değerlendirmesini yapar.   Tütengil, önceki yıllarda orduda çavuşluk yapmış köy delikanlıları ile geliştirilen  Eğitmen Kurslarının başarısının enstitülere giden yolculukta önemli bir deneyim olduğunun altını çizer. Enstitülerin ülkenin gereksinmelerinden doğan ve bize göreliği öne çıkan kurumlar olduğunu şöyle belirtir: "Her müessese bir ihtiyaca cevap vermek maksadını güder ve gütmelidir. Maarif hayatımızda hazır elbisecilikten kurtuluş Köy Enstitüleri ile başlamıştır. İlk defa topraktan, insandan, memleketten hareket edilmiştir. Soyut  bir hayat anlayışı yerine hakiki hayatın içinden fışkıran fikir ve iş unsurunu gerçek hayatta olduğu gibi bir arada bağrına basan bize has müesseselere imkan verilmiştir. Gelecek nesiller, Köy Enstitülerine vücut veren ruhtaki  "bize göreyi" daha iyi fark edeceklerdir."  Tütengil, eski ve yeni okul kavramını medrese ve mektep üzerinden yaparak her yeninin eskinin gözüyle kötülendiğinin altını çizerek: "Gün geldi ki geçen yüzyılın mektebi de eskiye verdi. Kendini hayattan ayıran soyut anlayışın duvarı, onu zaman içinde bir topal edercesine düşürmüştü. Klasik yaftasını taşıyan bir tedrisat sistemi insanı sadece dimağı ile terbiye etmek dar görüşünün tabii bir neticesi olarak onu zamanın ve hayatın ardında bırakıyordu."  değerlendirmesini yapar.

            Tütengil, el ve düşünme eylemi arasındaki ilişkiyi: "İnsanı elsiz olarak düşünemeyiz. Kafanın hakkı nasıl düşünmekse elin hakkı da işlemektir. Fikir ve iş arasında kurulacak ilmik, kafa ile elin bir arada çalışmasının neticesi olabilir. İnsan, sadece düşünen değil, aynı zamanda faaliyette bulunan canlı idi. Onu sadece nazariye ve ezber çıkmazlarında dolaştırmak madalyonun bir tarafına saplanıp kalmak olurdu." ifadeleriyle  adeta Tonguç'un iş okulu  anlayışını tanımlar. Yeni mektebin  içinde sahici hayatın yaşandığı bir çevre olması gerektiğini işaret eden Tütengil,  köye öğretmen yetiştirmek için kurulan bir müessese çiftlik şartları içinde köy için gerekli bazı el zanaatlarını yer aldığını,  hayatta olduğu gibi kafanın yanında elin de  küçümsenmemesi gerektiğini işaret eder. Tütengil:  "Bilginin yanı sıra maharet de esaslı bir terbiye unsuru olarak yeni mektebe giriyordu. Maharet sadece bir terbiye unsuru olmakla da kalmıyor hayata intibak etmeyi kolaylaştıracak bir vasıta oluyordu.  Öyle bir vasıta ki bilginin yanında bulundukça maarif hayatımızda yeni bir devrin müjdecisi sayılacaktı." değerlendirmesini yapar.  

            Tütengil, Türkiye'nin  bir ziraat ülkesi olduğunu,  insanların  geçimini  toprakla sağladıklarını,  köyde yaşayanların ziraata ve hayvan beslemeye adeta bir içgüdü halinde devam ettiklerini ifade ederek  başta demircilik olmak üzere  diğer küçük zanaatların  ziraatın  tabiatla savaşmayı hedeflediğinin  altını çizer.  Tütengil bu aşamada  nasıl bir öğretmen sorusuna yanıt arayarak: "Köye giden öğretmen kimin öğretmeni? Sadece ders verdiği talebelerin öğretmeni ise müfredat programında yazılı konuları işleyecek umumi bilgiler bütün meslek hayatı boyunca ona yeter de artar bile.  Ya çocuk babaları da karşılaştıkları ziraat, hayvan ve insan sağlığı, devlet daireleri ile münasebetlerine ait bazı hususlar bazı güçlüklerin halli için öğretmene başvurmanın akıllıca bir hareket olacağı kanaatini taşırlarsa?"  diyerek sorusunu sürdürür. Tütengil, köyde ziraat ve sağlık memuru, baytar gibi ihtisas adamları bulunsaydı böyle bir sorunun sorulamayacağını  belirterek ve: "Köye Cumhuriyetin ilk planda gönderebildiği insan öğretmen olmuştur. Öyleyse yapılacak şey köyün dershanesine değil köye öğretmen göndermek olmalıdır. Bunun içindir ki matematik, tarih, pedagoji gibi kültür derslerinin yanında nazari ve amali ziraat ve ziraat sanatları bütün talebe için aynı şekilde yer almış bulunuyor." diyerek enstitülü öğretmen profilinin işlevselliğine işaret eder.  Kızlar için biçki dikiş, dokumacılık; erkekler için demircilik, marangozluk, yapıcılık becerileri kazandırılarak  enstitünün köye gönderdiği öğretmenin vatandaşların iş hayatından doğacak sorunlarına yanıt vermesi gerektiğini  yazar.

Köy Enstitülerinin büyük bir emekle  kurulduğunu ifade eden Tütengil,  sayısı yirmiyi bulan enstitülerden bir veya ikisi dışında hemen hepsi boş bir arazi üzerinde, çadırlarda kalan enstitü ailesi  tarafından temellerinin atıldığını belirtir.  Köy Enstitülerinin enstitü topluluğunun müşterek  eseri olduğu  saptamasını yaparak: "Taşlarını kendileri taşırlar, kireçlerini kendileri yaktılar, tuğlalarını kendileri kestiler, kumlarını kendileri elediler, temellerini kendileri kazdılar" ifadeleriyle tanıklığını aktarır. Tütengil bu süreci: "Enstitüleri kuranların karşılaştıkları güçlük, çeşitli imkansızlıklar mücadele azimleri ve elde ettikleri başarı  yeni bir kahramanlar devrinin şerefli sayfalarını teşkil eder. Dünkü boş arazide bugün beyaz sıvalı iri binalar yükseliyor, elektrik karanlığı boğmuştur. Büyük zahmetlerle getirilen su kiri ve susuzluğu gidermiştir." ifadeleriyle anlatır. Dikenlerden başka bir nebatın iltifat etmediği topraklarda gölgesinde cıvıl cıvıl gezilen ağaçlar  yetiştirildiğini,  isli çadırdan elektrikle aydınlanan binaya geçişin hikayesinde  müteahhitlerin,  gündelikle çalıştırılan işçilerin ve  devlete yüz binlere mal olan masrafın olmadığının altını önemle  çizer.   

Tütengil, Köy Enstitülerinin köylüdeki   pek çok meziyet ve kabiliyetlerin varlığını ortaya çıkardığını  işaret ederek  hazine olarak değerlendirdiği bu birikimi; "Yağlı boya resmi ilk defa enstitüde gören eline ilk defa fırçayı enstitüde alan pek çok talebe meydana getirmiş olduğu eserlerle hayretler yaratmaktadır. Müzik istidatı resimden hiç de aşağı değildir. Çok sesli korolar, müzik aleti ile kolay dostluk oluşturma, kulak terbiyesi, sanki musikişinaz aile muhitlerinden gelmiş çocuklarla yüz yüze olduğunuz fikrini  uyandıracak kadar ilerdedir. Büyük bir romana mevzu teşkil edebilecek hadiselerin potasından geçmiş delikanlılar yazı yazmaya çok isteklidirler. Sağlam bir kültüre kavuştuktan sonra edebiyatımızın hasretini çektiği yaşanmış hayat, onların, gerçeğin kan ve ter izlerini taşıyan hikaye, roman ve şiirlerinde dile gelecektir." değerlendirmesiyle ifade eder.

Tütengil, enstitü ikliminin öğrencileri  konuşma ve tenkit etmeye teşvik ederek  onlara  ölçülü ve dolambaçsız konuşma, küçük de olsa fikrini topluluğa duyurma alışkanlığı  kazandırdığını, sahne çalışmalarının  canlılık ve samimilik içinde olduğunu söyleyerek: "İyi bir rejisörün elinde klasik piyeslerden herhangi birinin temsilinde vazife almış talebelerin gösterdikleri başarı takdirin üstündedir. Okumaya ve öğrenmeye karşı  büyük bir susamışlıkları var, müstesna bir sezişle kitabın değerlisini ayırt edebiliyorlar. Dünya klasiklerinden tercümeleri sıkıntısızca zevk duyarak okuyorlar. Milli oyunlar, çeşitli spor faaliyetleriyle, çevreye yayılmak ve tesir etmek sureti ile hayırlı hizmetler yapıyor, öte yandan tahtaya ve demire şekil vermek makine ve motora karşı duyulan tanıma ve kullanma arzusu Türkiye'nin yarına hesabına iyimser düşüncelere götürüyor."  değerlendirmelerine devam ediyor.

Tütengil Hoca, kitabının sonunda Köy Enstitüleri Türk devriminin  millet temelinde başlamış olan hayırlı "rönesans hareketi" olduğunu söyleyerek  yaklaşık beş yıllık öğretmenliği sonunda enstitülerle ilgili Türkiye'deki eğitim kurumları içinde milli vasfına en ziyade laik olanı Köy Enstitüleridir. Köy Enstitüleri halk kültür hazinesinin yaşayan kıymetler sahasıdır yorumunu yaparak "Milli oyunların Anadolu'nun her köşesinden ses ve ritim taşıyan heyecan verici gösterileri oradadır. Memleketin tabiat güzellikleri, sevgi ve kahramanlık yüklü halk türküleri oradadır. Büyük anasının ördüğü yün çoraptaki nakışı, çevresinin köşesindeki ile kaynaştırarak milli zevkimizin nabzı atan motifleri ışığı kavuşturanlar oradadır. Üç telli saza yüzyılların melankolisini ve sevicini söyletenler, dağları dile getirip ceylanları ağlatanlar oradadır." yorumunu yaparak  sadece bir gösteriş, bir durgunluk olarak değil, bir topluluk kaynaşması bir atılış bir heyecan olarak altı yüz kişi bir topluluğun müziğin ahengine hep birden ayak uydurarak oynadığı zeybeği hiç seyrettiniz mi, sorusunu sorar.

Tütengil Hoca, milliyetin en doğru tarifi bence enstitülerdedir, diyerek  Tanrı Dağları'nda hayali fetihlere çıkanlar, secere defterleri ve kan tahlili raporları ile sözüm ona ilmi hareket edenler içinde yaşadıkları deryayı bilmeyen balıklardan hiç de farklı değildir, ifadelerini kullanır. "Hayale kapılmayalım demokrasinin memleketimizde gerçekleşme şartı ilköğretim seferberliğinin nüvesi olan Köy Enstitülerinin başarısına ve gelişmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Köy Enstitüleri, sınırlı imkanları içinde samimi niyet sahibi gerçeğin sinesinden doğmuş müesseselerdir." değerlendirmesini yapar. Anısına saygıyla.

Kaynak: Tütengil. C.O. (1948)  Köy Enstitüsü Üzerine Düşünceler, İstanbul

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI