Bekçi Murtazalar

 

Bekçi Murtazalar

Orhan Kemal’in “Bekçi Murtaza” isimli eserini bugün belki de pek çok kişi bilmez ama, etraflarının nasıl onlarla çevrildiğini bir bilseler, okusalar, eminim ki çok beğenecekler:

“” Murtaza zor günler geçiren yoksul bir muhacirdir. Ölmüş olan subay dayısının savaşta şehit olduğuna kendini inandırır ve onun gibi üniforma giyip komutan olarak şan şeref kazanmayı yaşamının biricik ideali haline getirir. Ancak bekçi olabilir. Ama mahalle bekçiliğini de kraldan çok kralcı bir sıkıyönetim komutanı edasıyla yapmaya kalkışır. Artık ne de olsa o da devletin bir parçasıdır. Mahalle sakinlerini canından bezdirir. Gece 12’yi bir geçeden başlayarak 2 dakikada bir düdüğünü öttürerek sokaklarda dolaşır. Işığı yanan ev görünce hemen kapıyı yumruklayıp içerdekileri sorguya çekmeye başlar. Ona göre devlet vazifesi ve forsu her şeyin üzerindedir. “Bir vazife yüksektir bir namustan! Vazife sırasında görmeyecek gözün evladını, demeyeceksin ciğerparem!” diye konuşur.

Mahallelinin, eski komşu ve dostlarının, ailesinin kendisini eleştirmelerini, “Yukarda Allah, Ankara’da devlet hem de hükümet, burada da ben! Vazife her bir şeyden mukaddestir, almışım disiplin görmüşem terbiye” diye tersler.

Mahallelinin bekçi Murtaza’nın başlarına küçük diktatör kesilmesine tepkileri giderek artar. Bir araya gelerek onun işten kovulmasını sağlarlar. Bunun üzerine Murtaza’nın eski amiri karakol komiseri, onun yakındaki fabrikanın gece bekçisi olmasını sağlar. Fabrikanın Fen İşleri Müdürü Murtaza’yı işe aslında sadece onunla eğlenmek için almıştır. Ancak Murtaza, fabrikada da bu kez işçilerin başına musallat olur, onları daha sıkı çalışmaları için zorla terbiye etmeye kalkışır. İki işçiyi konuşurken görse, yetkisi olmadığı halde müdahale edip azarlar. İşçiler kendisini terslediklerinde, “Ben gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye, hem de disiplin amirlerimden” diye nutuk çekmeye girişir. Murtaza’yı işçilerin üzerine salıp eğlenen fabrika patron ve müdürleri dışında, seven tek bir işçi bile yoktur. İşçiler onu fabrika idaresine şikâyet etseler de müdür Murtaza’yı korur.

6 çocuğu olan Murtaza’nın iki kızı da aynı fabrikada işçi olarak çalışmaktadır. Bir gün kızlarının iş sırasında uyuduğunu gören idare ispiyoncuları hemen Murtaza’ya haber verirler. Murtaza kızı Firdevs’i saçlarından tutup hışımla yere atar. Yerde fenalaşan kızına bakmadan gidip müdüre işbaşında uyuyan kızlarını ve onları “iyi terbiye edemediği için” kendisini şikâyet eder. Kızı beyin kanamasından ölür, ama o hala devleti, hükümeti, amirleri, patronu, müdürleri adına işçileri ezmek ve terbiye etmekle meşguldür. Dayısı gibi subay olmasını çok istediği küçük oğlu Hasan da bir gün bakkaldan aşırdığı ekmekle yakalanır. Murtaza hemen hâkime koşar. Hâkim ceza vermediği halde, oğluna ceza verilip hapse atılmasını ister. Çünkü “yukarda Allah, Ankara’da devlet hem de hükümet, burada da hâkim vardır”. O alemlerin küçük devleti, hükümeti, komutanı, polis amiri, patronu, müdürü, yargıcıdır...””

Bu yarattığı tipleme için Orhan Kemal: “Kendi kendime çokluk sormuşumdur. Murtaza, komik bir tip olmakla birlikte, örneğin, bir soytarı mıdır?” diye kendi kendine sorar ve yanıtlar. “Hayır,” diyerek devam eder: “Murtaza bence, elleri üzerinde yürümeyi olağan saymaya başlamış bir toplum, belki de bu dünyada, ayakları üzerinde yürüyen, başkalarını da böyle yürümeye zorlayan, kendi kendine inanmış bir kişidir. İçinde yaşadığı toplumla her an zıtlaşan, bitmez tükenmez çelişmelere düşen bir adam için toplum kalın bir çizgiyle kabaca ikiye ayrılmıştır; varlıklılar, yoksullar... Murtaza, kendisinin de yoksullardan olduğuna bakmadan, varlıklı kata gönlünü kaptırmıştır.”

Yazıktır ki bizim memleketimizde Bekçi Murtazaların sayısı, artık ülkemizin nüfusu kadardır!... Düşünsenize bir de bu Bekçi Murtazaların bir bölümüne olağanüstü yetkiler verirseniz, nelerin olabileceğini, yaşanabileceğini… (Gerçi her gün gözümüzün önünde olup bitenler varken, çok düşünmeye de gerek yok…) Çünkü Murtazaların en belirgin özelliği, yetki delisi olmaları, ne oldum delisi olmaları, onlara verilen rütbe ve iktidar konumu nedeni ile zıvanadan çıkarak bir tür meczuba dönüşmüş olmalarıdır.

Bugün; başta görsel-yazılı basın kuruluşları ve kamu kuruluşları ile etrafımız çepeçevre bu Murtazalarla kuşatma altına alınmış durumdadır. Onlar ki; üstlerine vazife olmayan her konuda her zaman konuşma, asma, kesme, biçme yetkisini kendilerinde bulmaktadırlar. Karanlıktırlar, cahildirler, kapkara cahildirler ama burunlarından kıl aldırmazlar. Hırsızdırlar, ama arsızlıkta üstlerine yoktur, hatta öyle ki belki utanırlar diyerek yüzlerine tükürseniz gülümseyerek “yarabbi şükür” derler. İnsanların ölüm/kalım mücadelesini nasıl pazarlık konusu yaptıklarını öğünerek anlatırlar.

Murtazalar kuşak aktarımı yoluyla kendini bugünlere kadar getirdi maalesef. Bekçilerimiz artık metrolarda anons yapıyor, otobüslerde vatandaşın karşısına dikiliyor; ahlak bekçiliği yapıyor... Bu ahlak bekçileri kimin ahlakını koruyor? Ahlak bekçisinin müdahaleleri hukuka uygun mudur acaba? Ahlak nedir? Ahlaksızlık nedir? Hangi davranış ahlaksızdır? Öpüşmek ahlaksızlık mıdır? Otobüste öpüşmek mi ahlaksızlıktır? Bazılarına göre evet bazılarına göre değil. Peki, ahlak kurallarının bağlayıcılığı nedir? Ya da şöyle soralım: Ahlak bekçilerinin ahlakının bağlayıcılığı nedir?

Bütün bir memleketi disiplin altına sokmak isteyen bekçilerimiz bu uğurda erken yatmayan vatandaşları uyarmakta, evli olmayan kadınlarla ilişkisi olanlara karışmakta, kadın ve erkeğe ayrı alanlar tahsis etmeye çalışmakta, kaç çocuk yapmaları gerektiğini söylemekte, sokakta spor yapan hamile kadınlara saldırmakta, zengin mahallesinde dolaşan bir adamı yaka paça karakola götürmekte, kahvede gördüğü kişiye vaziyetini almasını söylemekte; kısaca “üzerine vazife olmayan işlere” bulaşmaktadır. Vatandaşların Murtaza’yı şikâyet etmesi karşısında ise, amiri Murtaza’ya yaptıklarının onun vazifesi olmadığını belirttikten sonra neden insanların yatıp kalktığı saatlere karıştığını sorarsa da mutlaka verecek bir cevabı da vardır emin olun.

Murtazalar ordusu ile ülkemizde adeta bir korku imparatorluğu kurulmaya çalışılıyor. Oysa, nefret söylemleriyle nereye varılır? Hep bir ağızdan türkü söylemek varken bu Murtazaları kışkırtıp ortaya salmanın anlamı nedir? Yârin yanağından gayrı ballı incirleri hep beraber yemek varken neden düşürülür yüreklere nefret? İnatla barıştan, insanlıktan, sevgiden yana olmak varken nereye kadar Murtazalardan medet umulacak? Nereye kadar?

Arzu KÖK

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI