Kadın!...
Kimdi kadın? Hiç düşündünüz mü? J. Saul şöyle tanımlıyor: “Beş bin yıldır kadın; kölenin kölesi.
Ücretli kölenin evdeki hizmetçisi. Köylünün namusu. Küçük burjuva aydınının içki sofrasında mezesi ve ilişki albümünde yeteneğinin övüncesi. Kapitalist pazarın cinsel metası. Dindarın kapatması. Tanrının şeytanı. Erkek avcıların gülü, sözde aşk meleği . Oysa o, insanı "Rahminde" var edip, yaratan! Emziren, emeği ile büyüten, yani insan toplumunun sahibi...”
Nazım Hikmet Kadınlarımız şiirinde şöyle tanımlıyor:
“Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız”
Nazım Hikmet bu şiiri 1941 yılında yazmış. Peki 1941’ de yazılan bu satırlardan günümüze değişti mi acaba kadınımızın yeri? Pek değil. BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) yıllık ‘İnsani Gelişme Endeksi’ raporunda bu yıl üç sıra birden gerileyerek 79’uncu sıraya inen Türkiye, kadınlara fırsat eşitliği sunulması konusunda da alarm veriyor. Rapordaki ‘Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi’ (GEM) verilerine göre, Türkiye, bu alanda Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin de gerisinde kalarak 109 ülke arasında 101. oldu.
Ama siyasiler tüm bunları görmezden geliyor ve bakın neler söylüyorlar:
“Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek.”
“Kadına şiddet abartılıyor.”
“Kız mıdır kadın mıdır bilemem.”
“Örtüsüz kadın ya satılıktır ya da kiralıktır.”
“Kadına şiddet azaldı fakat haberleri arttı.”
“Kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak.”
“Kadın ve erkeğin eşit olması fıtrata ters.”
“Kadının tek kariyeri annelik olmalı.”
Bunlara ek olarak bir de kadınların hamileyken sokağa çıkmasını istemeyen profesörler, flörtün fahişelik olduğunu iddia edenler, kızlı erkekli evlerde kalınıyor diye hedef gösterenler…vs. bir sürü saçma sapan söylem var. Bunların hepsi cahil, eğitimsiz, kendini kadından üstün gören erkek müsveddelerini kadına karşı öfke ile dolduruyor. Bir de buna ülkede hakim olan "ben yaparım olur" dayatmasını eklerseniz, erkekler dayatarak, sırf kendi istedikleri için bazı şeylerin olmasını bekliyorlar. Olmayınca da "bir sus Hatun" misali kadını susturma yoluna gidiyorlar. Susturamadıklarında ise şiddete, öldürmeye, tecavüze varan bir noktaya gidiyorlar.
Son 17 yıldır kadın cinayetleri 14 kat arttı. Kadın katillerinin sebep olarak gösterdikleri hep yukarıda saydığım söylemler olmuştur. (Açık giyindi, terk etti, yemek yapmadı gibi) Yargı sistemi ise nedense kadın katillerini sürekli akladı bugüne kadar. Kadın katilleri sudan sebeplerle indirimler aldı, serbest kaldı.
Ülkemizde taciz ve tecavüz hızla artarken ana akım medya ve iktidar cinsel şiddete münferit olaylar muamelesi yaptı. Oysa taciz ve tecavüz cinsellik değil, gericilikten beslenen şiddet eylemleridir. Tecavüzcüler ise ruh hastası ya da sapık değil, birilerinden cüret alan gericiler, kadın düşmanlarıdır. Tecavüzcülere “akıl sağlığı yok” gerekçeleriyle indirimler verilmekte, kadının içkili olup olmaması, geçmişi, davalarda hafifletici sebep olmaktadır. Bazı medya kanalları “Mini etek giyen tecavüze uğrar.” diyerek tecavüzü normalleştirir hale gelmiştir.
Kadın bedeni üzerinden gerici bir siyaset anlayışı uygulanmaktadır. Neoliberal politika uygulayanlar, ucuz iş gücü ordusuna ihtiyaç duyarlar. Bu noktada ise hedef kadın bedenidir. “En az üç çocuk, anne olmayan kadın eksiktir” gibi söylemlerle kadınlar çocuk doğurmaya zorlanıyor. Doğum kontrol yöntemleri vatana ihanet olarak adlandırılırken, kürtaj ise katliam olarak tanımlanıyor. “Tecavüze uğrayan doğursun devlet bakar.” ve “Tecavüze uğradıysa niye çocuk ölsün, annesi ölsün!” söylemleri ise kadınların aklından uçup gitti mi bilmiyorum. Bu yönde bir karar çıkmış olmamasına rağmen kürtaj fiilen devlet hastanelerinde uygulanmamakta, doğum kontrol yöntemleri ise günden güne daha da yüksek bedellere ulaşmaktadır.
Kadın yaşamının her alanında gerici bir baskıya maruz kalmaktadır. Sunulan ideal kadın tipolojisi; evden çıkmayan, iffetli ve erken yaşta evlenip çocuk doğuracak kadınlardır. Laikliğe yönelik saldırılar ve gericilik, oluşturulmak istenen bu kadın için referans niteliğindedir. Kadınların sokakta attığı kahkahadan, sürdükleri kırmızı ruja, giydikleri eteğin boyuna kadar gündelik yaşamlarının en ufak parçaları bile saldırının hedefi olmuş durumdadır ne yazık ki.
Kadını bastırmak, köleleştirmek istiyorlar. Çünkü biliyorlar ki kadınlar güçlüdür, kararlıdır. Yapmak istediklerini gözlerini kırpmadan korkusuzca yapabilme becerileri vardır. Hele ki sorun sevdiklerini korumak olunca gözlerini dahi kırpmadan icabında ölüme bile giderler.
Erkekler kadınların bu üstünlüklerinin sezgisel olarak farkındalar. Bu nedenledir ki kadınları ezmeye çalışmışlardır yıllardır. Kadının okumasına, ekonomik bağımsızlığını kazanmasına, sosyal statülerinin yükselmesine hep karşı çıkarlar. Kadını eve kapatmak, başını bağlamak, şiddet uygulamak, siyasette söz sahibi etmemek gibi hareketler hep erkek çaresizliğinin sonucudur. Zira kadınlar bu güçleri de ellerine geçirirlerse, kendilerine ekmek çıkmayacağından korkarlar.
İşte bu nedenledir ki, gücünü yüreğinden alan kadınlarımız artık hak ettiği yere ulaşmasını da bilmelidir. Yıllar önce vatanı için yaptığı birlikteliği aynı şekilde kendi ve gelecek nesillerin aydınlığı için de gerçekleştirmelidir. Gerçek yerini ve gücünü tüm görmek istemeyenlere göstermeli ve almalıdır.
Bu anlamda ülkemin bütün kadınları uyanın artık, uyanın… Anasınız, ablasınız, bacı, kardeş, eş ve çocuksunuz. Her koşulda başların tacısınız. Ulusal Kurtuluş Savaşımız kadınlarımızın nasır tutan elleri ve sevgi dolu yüreğiyle kazanıldı. Kurtuluş Savaşında eli silah tutan Fatma Bacım gibi, ülkesini savunmada kahramanlık destanı yazan Nene Hatun gibi, adı bu ülkemizin topraklarına karışan binlerce anamız bacımız gibi direnelim, direnelim…
Arzu KÖK