Arzu KÖK
Son zamanlarda bizlere neler oldu/oluyor anlayamıyorum bazen. Zira bir şeyler oluyor. Ancak olan biteni görmek konusunda sanki kör oldu herkes. Uyarmaya çalışanlara karşı da sağır olundu. Gerçekten de olan biten olayları görmek, duymak konusunda nasıl da kapatır olduk kendimizi. Nasıl da çekildik köşemize?
Ama neden?
Korkuyor muyuz yoksa çok mu çaresiziz?
Gerçekliği fark etmenin, anlamanın hiçbir yolu yok mu?
Var aslında. Örneğin görece akla yatkın bir analiz yapmak için belirli bir durum karşısında kendini tekrar eden konular üzerinden, olan biteni bir elekten geçirmek gibi zorunlu bir dedektiflik işine girişebiliriz hepimiz.
Şöyle bir baktığımızda dünyanın her yerinde insanlar sürekli bir biçimde yolsuzluk hakkında ve ulusal güvenlik hakkında isteklerde veya şikâyetlerde bulunuyorlar. Bunun olmadığı hiçbir ülke yok, değil mi? Eğer bir ülke içinde hiç kimse kamusal olarak bu türden şeyleri dillendirmiyorsa, bunun tek nedeni iktidarda olanların buna son derece acımasız baskıyla yanıt vermesidir.
Gelgelelim bu sorunlar dünya üzerindeki bütün ülkelerin siyaseti ve jeopolitiği açısından merkezi meselelerdir. Belirli bir ülkenin durumu, aynı zamanda, onun sınırları dışındaki kişilerin onun hakkındaki tartışmalarına da maruz kalır. Ülkenin sürgündeki yurttaşları bunun üzerine konuşur. Diğer ülkelerdeki toplumsal hareketler bunun üzerine konuşur. Diğer hükümetler bunun üzerine konuşur...
Ancak bu sorunları kamusal olarak tartışan kişilerin bu uzun listesi, tek tek ülkeler söz konusu olduğunda bu sorunlara dair oldukça farklı şeyler anlatırlar. Bu durum, bizim, insanların neler olup bittiğini ve talepleri ve şikâyetleri nasıl değerlendirmemiz gerektiğini anlamak adına kullandıkları dile ve yaptıkları gerçeklik tariflerine daha yakından bakmamızı gerektirir.
Yolsuzluk adeta kaçınılmazdır. Bir genel kural olarak, ülke ne kadar büyükse yolsuzluk yoluyla biriktirilebilecek miktarlar da o kadar fazladır. Basındaki başlıklardan hemen her zaman yolsuzlukla suçlanan ve yargılanan, hatta hapse atılan oldukça üst düzey siyasi kişiliklere ya da oldukça üst düzey şirket yöneticilerine dair haberler alıyoruz. Aynı şeyleri daha alt düzey kişiler hakkında da duyuyoruz. Fakat basın bu alt düzey kişilerle ilgili daha az söz söyler. Hatta hiç bahsetmez.
Yolsuzluk nasıl gerçekleştirilir? Bunun yanıtı oldukça basittir. Kişinin paranın zincirdeki bir kişiden diğerine aktığı bir konumda yerleşik olması gerekir. Kuşkusuz kendilerini bu oyunu oynamaktan alıkoyan içselleştirilmiş değerlere sahip kişiler de vardır. Fakat bu kişilerin sayısı açıkça kabul edeceğimiz üzere çok daha azdır.
Yolsuzluğa yönelik olarak bazı kötü insanları kınamanın amacı nedir? Bir hükümet değişimi arzusu olabilir. Kamusal eleştiri sokak gösterilerine ya da hükümet karşıtı çabaların diğer örgütlü biçimlerine yol açabilir. Bu türden çabalar başarılı ya da başarısız olabilir fakat hedefleri bellidir.
Yine hükümet ya da hâkim konumlarda bulunan diğer kişiler de hükümet karşıtı göstericileri yolsuz olmakla ve bu anlamda bu konuda hükümettekileri kınayacak konumda olmamakla suçlayabilir.
Hükümetlerin kendi dışındaki diğer hükümetler hakkında söylediklerine baktığımızda, yolsuzluk suçlaması öncelikle jeopolitik çıkarları yansıtır. Yine genel bir kural olarak, bir hükümet, eğer bir müttefik ise ya da iktidarda kalmasını tercih ettiği bir hükümet ise, bir başka hükümeti yolsuzlukla suçlamaz. Gelgelelim, bir hükümet, diğer bir hükümeti bir düşman ya da en azından iktidardan gitmesini tercih ettiği bir hükümet olarak gördüğünde, bir başka hükümeti yolsuzlukla suçlayabilecektir. Bir diğer olasılık olarak, bir hükümet, bir yandan bir başka hükümeti açıkça yolsuzlukla suçlamaktan sakınırken, diğer yandan bu türden bir kendini dizginlemenin geçici olduğunu ve buna devam etmesinin diğer hükümetin konumunda bazı değişiklikler yapmasına bağlı olduğunu gizlice fısıldayabilir.
Ulusal güvenlik meselesi ise benzer birçok anlamlılık taşır. Hükümetler yolsuzluğa ilişkin ya da jeopolitik ittifaklara ilişkin kamusal tartışmayı, ulusal güvenlik temasına başvurarak dizginlemeyi, hatta ortadan kaldırmayı umarlar. Bu başvuru, çeşitli sonuçlara ulaşmanın görece etkili bir yöntemidir. Hükümetler bu ulusal güvenlik iddiasını onun geçerliliğine dair herhangi bir kanıt sunmaksızın öne sürebilirler. Buna dair kanıt sunmanın da ulusal güvenliği ihlal ettiğini ileri sürebilirler.
İnsanların kamusal tartışmaya yönelik bu türden engellemelere karşı koyabileceği yol, basının ulusal güvenlik hakkındaki iddianın amacı muhalefeti susturmak olan bir müdahale olduğu ifadesini yaygınlaştıracağı beklentisinde olan içeriden kişilerin yaptığı haber uçurmalardır. Bu türden bir bilgi uçurma hükümet tarafından ulusal güvenliği tehlikeye düşürme iddiası üzerinden soruşturmalar ile karşılaşır.
Ulusal güvenliğe eşlik eden dil yazık ki ispiyonlama dilidir. İspiyonlama da evrenseldir. Fakat pahalı ve zordur. Bu anlamda, daha yaygın ve muhtemelen başarılı uygulamaları da daha zengin hükümetler tarafından yapılır. Ve casuslar daha şiddetli biçimde cezalandırılabilir.
Herhangi bir ülke ismini söylemeye gerek yoktur. Çünkü burada işaret edilen asıl nokta, bugün sıkça ifade edildiği üzere ortada "yalan haber" den başka bir şeyin kalmadığıdır. Fakat unutmamamız gerekir ki suçlamalara karşı yalan haber iddiasına başvurmak da kamusal tartışmayı bastırmayı denemenin yollarından biridir.
O halde, gerçekten olan biteni görmek konusunda çaresiz miyiz? Gerçekliği fark etmenin hiçbir yolu yok mu? Tabii ki var. Her birimiz, görece akla yatkın bir analiz yapmak için belirli bir durum karşısında kendini tekrar eden konular üzerinden, olan biteni bir elekten geçirmek gibi zorunlu bir dedektiflik işine girişebiliriz.
Asıl sorun dedektif olmanın çalışmayı, çok çalışmayı gerektirmesidir. Oysa çoğumuz bu işi yapacak ne tecrübeye, ne paraya ne de zamanımız var. Bu nedenle yazık ki bu işi de taşerona veririz: bir ya da daha fazla toplumsal harekete, bir ya da daha fazla gazeteye, bir ya da daha fazla bireye, vb... Bunu yapmak için de taşeron(lar) ile güven ilişkisine sahip olmak ve bu güveni sürekli tazelemek durumundayız. Büyük iş.
Ancak unutulmamalıdır ki o dedektif ne kadar iyi çalışırsa çalışsın. Hiçbir iş kendi yaptığımız iş kadar verimli olmaz. Aksi durumda ise bahsettiğimiz o kendini tekrar edip duran konulara gömülmeye mahkûm kalacağımız kaçınılmaz bir gerçektir.