BİR UÇTAN BİR UCA ADIM ADIM KARADENİZ-4
TUT ELİMDEN, KALK GİDELİM/OY GİDELİM ZİGANA’YA…
NANİNA DİDO, DİDO ANAM/DİDO BABAM DİDO,
DİDO NANİNA: Volkan KONAK/ANONİM(Söz)
Değerli okurlar, yemyeşil vadilerin içinden akşam karanlığında çıktığımız ZİGANA aşıtında henüz güneş kaybolmamıştı. Otele iner inmez valizlerimizi odamıza koyup fotoğraf makinamı aldığım gibi çevreye çıkıyorum. Akşam güneşinin son ışınları eşliğinde karşı yamaçlardaki doğu ladinlerinin süslediği bayırlar, zirvelere doğru yerini yemyeşil çimenlikli alanlara bırakıyordu. Sonra aşağılardan yoğun bir sis dalgası sökün etti. Derken karanlık bastı ve otelimize çekildik. Orta yerde yanan büyük bir odun sobası sayesinde dışarıdaki soğuğu hissetmiyorduk. Yemekten sonra başlayan yerel müzik eşliğinde gençler, önce kolbastı oyunuyla ortalığı sarstılar, arkasından horon ve diğer toplu oyunlar devam etti. Oynayanlar kadar oynamayanlar da alkışlarla müziğe katılarak ortalığı şenlendirdiler. Geç vakit odalarımıza çekilip günün yorgunluğunu gidermeye durduk. Sabah daha güneş doğmadan uyanıp yine kendimi çivi gibi bir havada dışarıya attım. Çevreyi dolanıp güneşin doğuşuyla birlikte oluşan enfes manzaraları çektim. Kahvaltıdan sonra otobüsümüze doluşarak kişi başı 25’ er lira fark ödeyip GÜMÜŞANE/TORUL sınırları içindeki KARACA mağaralarına doğru yol almaya başladık. Eski ZİGANA TÜNELİ ’ni geçerek vadilerden inmeye başladık. Tepeleri aşıp da iç Anadolu topraklarına girer girmez iklim değişti, bitki örtüsü değişti, çevredeki yamaçları cılız ağaççıklar ve bodur makiler almaya başladı. Derelerde nice inişlerden sonra bir vadide ilerleyip tekrar bir yamaca tırmanarak bir dağın yamacındaki KARACA MAĞARALARI’ na ulaştık. Daha önceden gördüğümüz “DAMLA TAŞ, İN SUYU ve ASTIM MAĞARALARI” ından sonra bu mağaranın da sarkıt ve dikitleri oldukça ilginç geldi bize. Bir santimlik sarkıt binlerce yılda oluşuyormuş. Neyse flaşsız fotoğraf çekmemize izin verdiler de bol bol fotoğraf çekebildik. Çıkışta aynı yollardan dönerek ZİGANA’ da kalan arkadaşları da alarak bu yeşil cenneti bırakıp bir başka sevdaya doğru yol almaya başlıyoruz. İnerken HAMSİKÖY (HAMSE: BEŞ/KÖY) diye bir yerde duruyor ve buranın meşhur SÜTLAC’ ından alıyoruz. Sütlaçları alırken vitrinin önünde birkaç kitap dikkatimi çekiyor. Bakıyor ve bırakıyorum. Benden sonra Hanım alıyor kitapları ve ille de almamız gerektiğini belirtiyor. Yazarına karşı ayıp olmasın diye “Yıllardır kitap ala ala evde yer kalmadığını ve artık kitaba para ayırmadığımı, ödünç alarak ya da kiralayarak okuduğumu belirtmek zorunda kalıyorum. “Yazarı Osman KONAK, “O ZAMAN BEN BU KİTABI SİZE HEDİYE EDİYORUM!” diyerek imzalamaya başlıyor. Volkan KONAK’ la bir ilgilerinin olup olmadığını sorunca da” akrabadandır” diyor. “KANLI TÜTÜN ve AŞK” adlı romanında tütünü kaçak yollardan iç Anadolu’ ya geçirip karşılığında arpa, buğday, pirinç almak isterken kolcular ve jandarmayla çatışmak zorunda kalıyorlar ve ölenler oluyor. Doğruca TARBZON’ a iniyoruz. Ancak burada da şehirlerin sıcaklığı bizim oralardan farklı olmadığı için bir-iki saatlik serbest zamandan sonra hemen minibüslere doluşup HIZIR NEBİ yaylasına tırmanıyoruz. Öncelikle valizlerimizi barakalara koyup hemen dışarıya çıkıp çevreye dağılıyoruz. Merkeze yakın bir yayla olduğu için evler, barakalar, oteller, insanlar oldukça kalabalık. Yol kıyılarında sebze-meyve ve giyecek tezgâhları dolup taşıyor. Çevrede yemyeşil alanlar ve ormanlar olsa da diğer yaylalar kadar bizi memnun etmiyor. NURAY adlı bir genç kız, atlarına insanları bindirip dolaştırıyor ve okul parasını kazanıyor. Üniversitede okuyormuş. Ben bile binmek istemezken Hanım, ille de binmek istiyor ve binip dolaşıp geliyor. Sonra da binmeye çekinenleri de ikna edip onların da binmesini sağlıyor. Sonra da Nuray ile arkadaş oluyorlar, telefon alıp veriyorlar. Akşam salondaki canlı müzik biraz eğlendirse de çalışanlar ve otel düzenini pek sevemiyoruz. Asıl sabah kalktığımızda yine çevrenin albenisini yaşamaya çalışıyoruz. Ama kahvaltıdan sonra çeşmelerden suyun akmaması bardağı taşıran son damla oluyor ve her birimiz homurdanarak HIDIR NEBİ’ den ayrılıyoruz. TRABZON’ a inerek yola devam ediyor ve yol üzerinde bulunan SÜRMENE PİÇAK SATIŞ MAĞAZASI’ ndan orijinal SÜRMENE PİÇAKLARUNİ pahalı pahalı alıp ayrılıyoruz. OF(OFİUS: Yılan gibi eğir dere) ilçesini geçip yemyeşil çay bahçeleri arasında ilerleyerek ÇAYKARA yoluyla UZUNGÖL’ e uzanıyoruz. Yol üzerinde “SÜMELA MANASTIRI” levhasını görmüşsek de hala kapalı olduğu için oraya sapamıyoruz. Uzun yıllardır hayran kaldığımız UZUNGÖL’ e varınca da çevresindeki yamaçları süsleyen kalem gibi yemyeşil, sipsivri ladin ormanları ortasındaki göl ne yazık ki beklediğimiz güzellikte değildi. Göl kıyısındaki yapılaşma, evler, oteller, alış-veriş stantları ne yazık ki gölün eski /doğal güzelliğini bozmuştu. Burayı neredeyse Araplar istila etmişti. Başları kapkara kumaşlarla örtülü gencecik kızlar grup grup dolaşıyor, fotoğraf çekilmesinden de hiç rahatsız olmuyorlardı. Biz de çevredeki doğal güzellikleri olabildiğince fotoğraflayarak UZUNGÖL hasretimizi gidermeye çalışıyoruz. Dönüşte FİRTUNA TERESU(FIRTINA DERESİ) kıyısındaki pınar restoranda duruyor ve yemekten sonra Tulum eşliğinde HORON oynayanları izliyoruz. Ayrıca burada yöresel turizmin bir etkinliği olarak karşıdan karşıya gerilen teller üzerinde(ZİPLİNE) gidip gelerek gençlerin eğlendiğini görüyoruz. Orta yaşlılar da binebiliyor. Dere, yemyeşil doğu ladinleri eşliğinde gürül gürül akıp gitmekte. Yol üzerinde ÇİNÇİBA/ŞENYUVA köprüsünde duruyor ve fotoğraflar alıyoruz. Bu köprüye burada çekilen SEVDALUK filminden dolayı “SEVDALUK KÖPRÜSÜ” adı da verilmiş. Burayı da geçip dere içinde ilerleyerek tarihin en eski kalelerinden birisi olan ZİLKALE’ ye ulaşıyoruz. Kale, bir şahin yuvası olarak heyula şeklinde karşımıza dikiliyor. Bu kale, KALE-İ BALA, CİHA KALE ve kız kaleleri gibi yörenin hem de İspir’e ulaşan orta çağ kervan yolu üzerinde güvenliği sağlıyormuş. Osmanlı’ nın bölgeyi ele geçirdikten sonra da kalenin kullanılmaya başlandığı biliniyor. Kalede ele geçirilen iki el topunun bu gün TRABZON MÜZESİ’ nda bulunduğu biliniyor. Restorasyonu 2011 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılıp bitirilmiş. Orada inip kaleye tırmanıyor ve bu tarihi şato’ nun fotoğraflarını alıyoruz. Kalenin surları, koridorları, burçları, kapıları, iç avluları ile ilgili çeşitli panolarda açıklamalar yer alıyor. ZİLKALE’ den sonra dere boyunca ilerleyip/yükselerek (PALOVİT) GELİN TÜLÜ ŞELALESİ’ ne ulaşıyoruz. Orada da aracımıza güç/bela bir yer bularak iniyor ve yan taraflardaki yamaçlardan şakır şakır suların aktığı ıslak/çamurlu yollarda ilerleyerek şelaleye ulaşıyoruz. Önce karşıdan sonra da uzun bir merdivenden inerek yanına yaklaşıp fotoğraflar almaya çalışıyoruz. Yanına da 50-60 metreden daha fazla yaklaşamıyoruz. Çünkü suyun akması sırasında ve yere çarpması sonucu çıkan sisler, buğular, su damlacıkları bizi daha fazla yanına yaklaştırmıyor. Alabildiğimiz kadar kare alarak buradan da ayrılıyoruz. Şehre indikten sonra çok fazla zaman kaybetmeden hemen otobüsümüze doluşup AYDER’ e doğru tırmanmaya başlıyoruz. Yine uçsuz bucaksız yollar yollar, vadiler, yeşil vadiler, bol manzaralar eşliğinde yol alıyoruz ve bu yolculuktan derecesiz memnun oluyoruz. Çünkü Karadeniz’ in bu bin bir tondaki yeşili bize terapi, gözlerimize ışık, gönüllerimize huzur veriyor. Sonunda yine bir vadinin içinde çevresi yemyeşil ladin ormanlarıyla süslü/bezenmiş, ama biraz da doğallığı bozulmuş AYDER YAYLASI’ na ulaşarak aracımızdan inip ELİF OTEL’ e yerleşiyoruz. Her yerde olduğu gibi yine eşyamızı otele atar atmaz makinalarımızı alarak çevrede fotoğraf avına çıkıyoruz. Ama burası bakir bir yayla değil, resmen dere boyunca evler, barakalar, oteller ve satış yerleriyle dolmuş bir kasabadır. Allahtan çevredeki doğal yapı bozulmamış ve fotoğraf meraklılarını doyuracak kadar zenginliktedir. Hemen karşımızda yukarıda; sisten başı belirsiz tepelerden gelen/şarıl şarıl akan bir derecik, hatta birkaç derecik, yörenin güzelliğine güzellik, rengine renk katmaktadır. Bize de doğal bir fotoğraf stüdyosu oluşturmaktadır. AYDER adının nereden geldiğini araştırdımsa da bulamadım. AYI DERESİ sözcüklerinden zamanla kalıplaştığını düşünüyorum. Bilen varsa bana da söylesin, bileyim. HAFTAYA GÖRÜŞMEK UMUDUYLA ŞEN VE ESEN KALINIZ.