TOROSLARDAN BİR YOL HİKÂYESİ


                Değerli okuyucular,  uzun zamandır uzun bir maceraya atılmak için karar aşamasındaydık. Sonunda kararımızı verdik ve Ya Allah! Diyerek bir Perşembe günü boz atımıza binerek sabahın onunda yola çıktık. İlk aşamada Fethiye'yi, Korkuteli' ni geride bırakarak Antalya çukuruna indik. Vay! Sen misin Antalya'ya gelen? Bir trafik, bir araç bolluğu. Dur/kalk, dur/kalk. Bir türlü ilerlemez. Sinir olduk, bunaldık ama bir kere çıkmışız yola dönüşü yok. Niyetimiz Serik'te gecelemek. Camı aralayarak bir sürücüye soruyoruz; "Serik'e nereden nasıl gideriz?" Diye. "Serik'te nereye gideceksiniz?" Diye soruyor. Biz de ".Bir otelin" Diyoruz. Adam, biraz düşündükten sonra bakıyor ki daha 30 küsur km. yol var, tarifi de zor. "Beni takip edin!" diyerek devam ediyor. Bir nice keşmekeş 'ten sonra çıkıyoruz Antalya çukurundan ve Serik'te yol kıyısındaki otelin önünde durarak  "İşte burası!" diyerek oteli   gösteriyor. Reno arabalı, inşaatçı olduğunu düşündüğümüz vatandaşa nereli olduğunu soruyoruz. Osmaniyeli olduğunu söylüyor. Teşekkür ederek onu uğurluyoruz.  Geldiğimiz otelin koşullarını beğenmiyor ve yola devam ediyoruz. Manavgat yoluyla Akseki dağlarına vuruyoruz.  Yemyeşil çam ormanlarıyla donatılmış Toros Dağlarının üzerindeki yılankavi asfaltta süzülerek yükseliyor ve 80 km. kadar sonra Akseki girişine kadar varıyoruz. Yolda çevirme var. Kimliğimize bakan polis, bizim Milas' lı olduğumuzu görünce "Aaa, siz Milas' lısınız. Ben Milas'ı çok severim, orada görev yaptım, zaman zaman giderim!" deyince "Neresinde" diye soruyoruz. "Ören, ben Ören'i çok severim!" Diyor. "Neee!?"  Diyerek hayretimizi belirtiyor ve "Ören, benim mahallem oldu!" Diyorum. Adres/telefon alıp veriyor ve yolumuza devam ediyoruz.  Akseki' ye giriyor ve bir aşevinde hanımın isteği üzerine birer etli ekmek(bizim pide) ve şalgam suyu ile öğünümüzü savıyor ve yola devam ediyoruz.  Çevremizdeki Toros Dağları'nın serin havasında camımızı da açmışız ve rüzgârda uçup gidiyoruz. Çok şükür asfalt güzel, manzara güzel, çam ormanları ardıç/andız türünden ağaçlara yerini bırakıyor derken sedir ormanlarına yerini bırakıyor. Demek ki 1500 metrelerin üzerindeyiz.  Daha sonra bir süre çevremizi meşe ormanları sarıyor. Levhalarda sürekli Konya-Konya yazıp duruyor, oysa biz Karaman üzerinden MUT' a gideceğiz. Neyse Konya düzüne indikten sonra Konya'yı solda bırakarak sağa; Karaman yoluna giriyoruz. Daha Mut'a 150 km. den fazla yolumuz var. Akşam olmak, karanlık basmak üzere. Konya/Karaman düzünde yol dümdüz uzayıp gidiyor, ne bir dönemeç ne bir yokuş. Sür Allah sür. Güneş gitti, karanlık bastı, yollar bitmez. Sonunda tekrar yükselti ve dönemeçler başladı. Ama artık saat akşamın dokuzunu da geçti tam karanlıkta yol alıyoruz. Hanımın iki lafından biri "AMAN YAVAŞ" . Ben de diyorum ki, "Hanım senin istediğin hızda gidersek istediğimiz yere/yerlere haftaya varamayız!. " Neyse biz böyle yol tartışması yaparken karşı tepeler üzerinde MUT' un ışıkları görünmeye başlıyor. Aynı zamanda buradan otuz yıl kadar önce geçtiğimde gördüğüm SERTAVUL (SERTDAVUL?) GEÇİDİ yazısı gözüme ilişiyor. Buranın et lokantaları meşhurmuş. Bir de burada Mut deyince aklımıza ilk gelen ünlü halk ozanımız MUSA EROĞLU.  Kendisi buralıdır.  Telefonla bilgiler aldık, yazları burada kalırmış. Kendisini görmeyi çok istiyoruz ama bakalım görebilecek miyiz?... Bir de ilk gördüğüm günden bu yana SERTAVUL GEÇİDİ. Bana çok derin bir anlamı olan, sanki büyük bir savaşın olduğu bir yer imiş izlenimi veriyordu. Mut'a varınca sorup soruşturduğumda böyle bir özelliğinin olmadığını ama Konya-Mersin arasındaki en uygun geçidin burası olduğunu söylediler.  O da yine 1500 metrenin üzerinde bir aşıt. Eski kervanlar bu yol üzeninden İç Anadolu' dan Akdeniz'in sıcak sularına kavuşurlarmış. Bu yol üzerinde kervanların ihtiyacını karşılamak için kervansaraylar, köprüler, camiler, kaleler, daha nice koruma/konaklama için önemli yapılar yapılmış. İç Anadolu'yu Adana' ya bağlayan en büyük geçit nasıl KÜLEK BOĞAZI geçidi ise Mersin'e bağlayan en kolay geçit de SERTAVUL GEÇİDİ. Sonunda Köyceğiz'den 600 küsur km. sonra dura/kalka gecenin onunda 12 saat yolculuk yaparak yorgun/bitkin ve pelte olmuş bir halde bir otele iniyoruz. Hemen de odamıza geçip kendimizi yataklara atıyoruz.

                Gece boyunca yorgunluktan bir türlü uyuyamasak da sonunda sabahı ediyoruz.  Akşamın onundan sabahın yedisine böyle bir gece yakın tarihimizde bizde görülmedi. Neyse kahvaltıdan sonra hemen hazırlanıp çıkıyor ve önce yürüyerek Belediyeye yöneliyoruz. Ancak daha erken olduğunu düşünerek hemen yakınımızdaki MUT KALESİ' ne yöneliyoruz. Kaleyi gezip yeterince fotoğraflar aldıktan sonra dönüp Belediyeye giriyoruz. Başkan yokmuş, yerine Başkan Yardımcısı Mehmet Ali MERSİN bizi karşılıyor. Çay/kahve/su. Derken sohbeti koyulaştırıyoruz. Bu arada Mut'un zeytinde bu kadar önemli bir yer tuttuğunu ve Kayısının burada çok önemli olduğunu ve Türkiye'de kayısının Haziran'da ilk burada yetiştiğini öğreniyoruz. "Müdürüm, size Köyceğiz Kitabımızı." demeye hazırlandığımızda Mehmet Ali bey de bizim elimize 710 sayfalık, yeşil ciltli bir MUT(Claudıopolis) kitabı tutuşturuyor.  Aman Allahım!... Bu ne şans. Bu gün Cumadır, Mut'un pazarı. Köy Muhtarlarımız da gelmiş. Muhtarlardan biri de bizim Muğla YARAŞ'TAN. Birlikte fotoğraflar çekiliyoruz. Başkan'ın bize tahsis ettiği araçla Selim Kaptan eşliğinde çıkıyor ve önce ALA-HAN' ı gezip/görüp fotoğraflıyoruz. Sonra Mut asfaltında ilerleyerek GÖKSU kıyısına varıyor ve 30 küsur km. lik yoldan sonra 1300 YILLIK ANIT ZEYTİN AĞACI' na varıyoruz. Fotoğraflar çekip dönüyoruz derken nereden çıktıysa burada KARACAOĞLAN TEPESİ VE MEZARI konusu açılıyor.  "Ah, keşke oraya da gidebilseydik!!!" Diyerek iç geçiriyoruz. Selim Kaptan, "Mehmet Ali Bey'in izni olmadan gidemem!" Diyor. Haklı. Hemen Mehmet Ali Bey'i arıyor ve iznini alıyoruz.  Aşağılarda meyve bahçelerinin arasında dolaşırken "Buralarda ağaç yok, orman yok mu? " derken yemyeşil çam ormanlarının içinde ilerlemeye ve yükselmeye başlıyoruz. Bu ormanların birçok yeri de ağaçlandırma yöntemiyle yeşillendirilmiş. Nice köylerden, yerleşkelerden geçerek Karacaoğlan Tepesine tırmanmaya başlıyoruz.  Kolay değil, Mut' tan 65 km. sonra 1120 rakımdaki KARACOĞLAN TEPESİ' nin son birkaç km. sini toprak yoldan güçlükle tırmanıyor ve çıkıyoruz. Aman Allahım! Bu benim rüyalarımda bile göremeyeceğim bir mutluluk. Rüzgâr, manzara, Karacaoğlan, Kara kız. Bütün bunlar KARACAOĞLAN yazısının ayrıntılarında. Dönüyor ve asfalta iniyoruz.  65 km. Mut/Silifke arası. Mut'a dönüyor ve aracımıza binerek Silifke'ye doğru yol alıyoruz. Sağımızdaki GÖKSU NEHRİ, bunca şımarttığı yeşillikler arasında bir görünüp bir kaybolarak sanki bizimle cilveleşiyor, saklambaç oynuyor.  Sonunda Göksu' yu da, uçsuz bucaksız kayısı bahçelerini de geride bırakarak dağlar arasındaki bitmez/tükenmez vadilerdeki sonsuz dönemeçlerde slalom yaparak SİLİFKE' ye inebiliyoruz. Gün devrildi, akşam olacak. Ama daha bizim görmemiz gereken ASTIM MAĞARASI-CENNET/CEHENNEM OBRUKLARI-KANLI DİVANE gibi çok önemli olmazsa olmaz önemli yerler var. Silifke'den 30 km. kadar sonra Cennet/Cehennem Çukurları yönüne direksiyon kırıyor ve hemen doğal çukurlara yöneliyoruz. Burasını bitirdikten sonra, "ASTIM MAĞARASI!" diyoruz. "Orası kapalı!" cevabını üzülerek işitiyor ve bu kez de "KANLI DİVANE!" Diyoruz. Ona da " Asfalta inin, 17 km. sonra karşınıza levhası çıkacak!" Diyorlar. Hemen dönüp asfalta iniyor ve ver gazı ediyoruz.  Levhadan sola/dağa doğru tırmanmaya başlıyoruz.  Birkaç km. lik temiz bir asfalttan sonra şu ünlü KANLI DİVANE' deyiz. Ben burayı 30 yıl kadar önce gezip görmüştüm. Ama grupla gezdiğimiz için ayrıntılı gezip fotoğraflayamamıştım. Burayı da rahatça gezip fotoğraflıyor ve dönüyoruz. Ayrıntılar gelecek yazılarda. Silifke'den 50 km. kadar uzaklaşmışız. Silifke' ye indiğimizde akşamın yedisi oluyor. Odamıza geçtik, dinleneceğiz ama henüz karnımız aç. Görevliye soruyoruz, nerede, ne yenir ?. Görevli, "şuradan karşıya geçin, Göksu nehri üzerindeki köprüyü de geçin karşıda ünlü YOĞURTLU TANTUNİ yapan restoranlar var. Arayıp buluyor ve TANTUNİLERİMİZ geliyor. Biz mi çok acıkmışız, yoksa Silifke'nin YOURTLU TANTUNİSİ  bu kadar mı tatlı?... Göksu nehrinin yukarı dağlardaki çılgınlığı, hırçınlığı kalmamış, onurlu/gururlu asude bir biçimde akıp durur. Üzerinde de çelik halatlar üzerinde sallanan bir köprü ki, bu kadar olur. Burası şehrin merkezi oluyormuş. Işıklar, binalar, araçlar, mağazalar, insanlar insanlar, insanlar. Mutlu, Silifkeli insanlar. Dönüp otelimize geliyor ve odamıza kapanıyoruz. Dünkü kadar olmasa da yine yorgunuz, akşamdan serilip kalıyoruz. Ertesi günü kahvaltıdan sonra bu kez batıya direksiyon kırarak Taşucu-Aydıncık-Anamur-Gazipaşa-Alanya-Antalya-Korkuteli-Fethiye-Köyceğiz. Akşam 21.00. Aydıncık' ta GİLİNDİRE MAĞARAZI,  Anamur'da MAMURE KALESİ, Gazipaşa' da MUZ BAHÇELERİ. ÜÇ GÜN, 1500 KM. YOL. HEY YAVRUM HEY! DAHA DAHA NELER. Ayrıntılar gelecek sayılarda.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI