Üç Ağaç Daha

 Üç Ağaç Daha

 

YılHa bir kere çıldırır ağaçlar sevincinden

Rabbim,  ne güzel çıldırır.

Yılda bir kere uzatır avuçlarını yaprak,

Sevincinden titreyerek.

 

Yılda bir kere yarılır bahçeler hazdan

Rabbim,  ne gazel yarılır.

Biz de bir kete 8evinebilseydik

Çiçek açmış ağaçlar gibi çıldırasıya.

( Bedri Rahmi )

***

"Her ağaç bir insan" bağlılıkla yazımda okurlarıma sunduğum üç ağaç, kapanın elinde kaldı.   

Elimde olsa da,  her okuruma bir ağaç verebil-3BKİ; ama söküp koparmadan, olduğu yerde.

Bu yazımda takdim edeceğim üç ağaçtan biri, "ulu", "asırlık", "koca" insanlarımızı betimlemekte kullanılan ağaç. Anladınız ama, adını bir de burada kayda geçireyim: ÇINAR.

Bu ulu ağaç hakkında bilgi özeti sunmaya girişmeden önce,  yaklaşık 20 yıl önce,  Salihli Barış Mahallesindeki Anıt Çınar'ın dibinde yedi tonluk Harmandalı mermerine kazılı yazıtı alıvereyim buraya:

"Merhaba!

Ben Anadolu çınarı. Bilimsel adım

Platanus orientalis.  Üçüncü Bin yıl  41

yaşımda giriyorum.  Atalarınızın selamını

torunlarınıza götürüyorum.

                  Şadan Gökovalı 1999"

Bilimsel adındaki "orientalis" sözcüğü de anlatıyor ki; söz ettiğimiz ağaç,  Dünyanın,  içinde bulunduğumuz  kesimine ait.  Koca Amerikana Ansiklopedisi,  bu ağacı anlatırken,  ansiklopedi dili dışına kaçarak “handsome” (yakışıklı) deyimini kullanmaktan kaçınamıyor.  Bu soylu ağaç  Çini Maçin'den Kanada'ya kadar,  hemen her ülkede var ama ideal boya (30 m) ve ideal ömre (1000 yıl) Anadolu'da ulaşıyor; yani "bu yurdun öz ağacı..."

"Hadi yallah çınarım / Dallarına konarım / Bir kötüye düşersen Ahret'e kadar yanarım."

Bir türkümüz bunu çıldırırken, Farsça bir deyim,  şu içli tanımı getiriyor gözümüze ve gönlümüze: Çınar  iki çanaklılardan, boyu 30 m’yi bulabilen, gövdesi kalın, uzun ömürlü, geniş yapraklı ağaç”

Sakın şaşırmayın; Anadolu’nun çeşitli yörelerinde çınar, değişik adlarla anılır. En yaygın eş anlamlı sözcüt, “kavak” bir Muğla türküsünde “Goca gavak yarıldı, sabısı bana darıldı”da söz edilen “gavak”, bildiğimiz çınardır. Rahmetli babam Muhtar Mehmet, köydeki evlerde duman tüter mi?”demişti.

Kimseye sormadan, kaynaklara bakmadan rahatlıkla söylenebilirim ki;deresine taş köprü kurulacak/A kıs senin yüzünden billahi kan olacak.” “Hadi yallah çınarım, dallarına konarım/Bir kötüye düşersen  

Ahrete dek yanarım.” Bahçada yeşil çınar/Boyun boyuma uyar/Ben seni gizli sevdim /Bilmedim alem duyar.”

İzmir'in sempatik şairi Çınar Çığ da, bunu terennüm ediyor "Üç Sözcük başlıklı şiirinde:

"Opşku ki

Her gün ödedi vergisini Usta Bedros  (Bedri Rahmi)

Şimdi birlikte düşünsek;  İstanbul'daki onlarcasından başka,  hangi çınarlar aklımıza gelir: Bursa’dan Uludağ'a çıkan yol üstündeki kaya Çınarı,  Urla Denizli mah'deki çınarlar.  Buca Kaynaklar’daki Kunduracı Çınarı,  Marmaris Bayır'daki tılsımlı çınar, Akyaka-Gökova arasındaki İnişdibi çınarı, Muğla'da Saburhane ve Atatürk Bulvarı yakınındaki çınar, Sailihli Barış Mah.  Anıt Çınar.  Çınarlar,  çınarlar…

ILGIN (Tamarix) Anadolu'da bir köy.    Dağ başında üç beş hane. 

Sürdürüyor uzun sözün kısasını deli divane.    Bir gün UFO (kimliği belirlenemeyen uçan cisim) gibi bir genç geldi bu köye. Kimin nesi. kimin fesi, soran - bilen yok. O sırada köyün bir sığırmaca ihtiyacı vardı. Bizimkinden iyisi mi olacak? Kendisinin tavuğu bile yoktu ama.  köyün davarını - naharını (küçükbaş be büyükbaş hayvan \sürülerini)  o güdüyordu. "Garip Çoban" diyorlardı aga.   

Gel Zaman git zaman, bizim Garip'in fakir gönlü,  köyün tek zengin adamının kızına konmaz mı?

Ulan oğlum; sen bir garipsin; sen kim, ağa kızı kim? Ama Garip'in de olsa,  gönül bu. Yasak,  ferman dinler mi? Bizimki, dere kıyısından bir kamış yapıp, yedi delikli bir kaval yaptı. Kara sevdasını, kavalın yanık sesiyle dillendiriyordu. Bir gün, bizim köyün güzeline,  çayın öte yakasının ağasının Oğluna istediler. Dediler ki "Bahçenizdeki güle dermeye geldik / prensesinizi prensimize istemeye geldik." 89* "Eh,  düşünelim, nasipse" falan denildi. Arası soğumadan söz, nişan derken, sıra geldi düğüne, iki köyde çok dernek kuruldu. Zurna öttürüldü, davula vuruldu. Derken,  geldi çattı gelin alma. Gelin ata binmiş,  "ya nasip" demiş. Nasip olmadı. Gelin alayı yürüdü.

Çayın yanında duruldu. Zira, deli çay,  büsbütün dellenmiş, üzerindeki köprüyü yıkmıştı. Ama, gelin,  baba evine dönmezdi.  "Deh" ettiler gelin atını dereye. Birkaç adım attı atmadı, deli dalgalar atı devirdi; at bir yana,  gelin bir yana. Herkes çayın kıyısınca "koşun",  "kurtarın murad almamış gelini" diye bağırıyordu ama, bir Allah'ın kulu suya atlayayım demiyordu. Vaziyeti,  bayırın yükseğinden gören Garip Çoban, yel oldu esti,  sel oldu aktı. "Savunun bre gavatlar" deyi suya atladı.

Gelini tuta yazdı ama,  gür bir dalga,  ikisini boz bulanık suya gömdü. Alı da vermedi geri.

 O günden  sonra ikisini de gören  tutan olmadı. Yalnız,  ertesi yaz,  o derede birisi beyaz,  diğeri pembe iki ılgın çıktı. Dediler ki n köyün söz bilenleri;

-İşte,  şu pembe çiçekli ağaç bizim murad almamış gelinimiz,  ak çiçekler açan da Garip Çoban.

Şimdi gelin siz de,  Çeşme yolundaki,  dere kenarlarındaki,  yel estikçe ılgıt ılgıt sesler çıkan ılgına başka gözle bakacaksınız...

ÇAM (Pinus): Çamgillerin örnek bitkisi; dört mevsim yeşil kalabilen, iğne yapraklı orman ağacı. Bakın, "yaprağını dökmeyen" demiyorum; zira her ağaç yaprak döker ama, yıl boyu üzerinde yaprak bulunur. Bir de "orman" sözüne dikkatinizi çekeyim. Genel kabule göre, bir ülkenin   orman açısından varsıl sayılabilmesi için,  topraklarının yüzde 30'undan fazlasının ormanla kaplı olması gerek. Bizde resmî ağızlar, yüzde 20-25 oranından söz eder; Çoğu uzmana göre bu oran, yüzde 15'ten fazla değildir.  (Kıyaslamaya örnek: Finlandiya topraklarının yüzde 70’den fazlası ormanla kaplı,  üstelik koru,  yani nitelikli orman.)

Bizde en çok rastlanan sarı ve kızıl çam. P. pradiata,  sahil çamı. Yedigöller'de 30 m boyu 30 m'yi aşan nefis bir sarı çam var. Fuar'da mevcut birkaç çam türünden fıstık çamı  (Pinus pinea)  kayda değer. Balıkçı söylemişti: Fıstık çamlarının geliriyle, öteki çamların bakımı gözetilmiş!  (Mahvetmek üzere olduğumuz Kozak Yaylasına zenginliği getiren fıstık çamlarını düşünelim. Bence, adını çam kozalağından almış olan Kozak Yaylasına bu ağacın tohumları,  taa  Beşikten M.  Öğ II. YY'da Romalı askerler tarafından getirilmiş'...)

Beşikten eşiğe, dolaptan tabuta kadar her şeyde kullandığımız çamın birçok söylencesi,  öyküsü,  şiiri var aba, yer yetersizliği sebebiyle bir söylenceyi -kıyasıya özetleyerek- paylaşayım sizinle: "Hafif,  çevik,  atacak ve çok güzel alan peri kızı Pitys'e hem kırların haylaz tanrısı Pan,  hem de kuzeyin dondurucu rüzgârı Bora âşık oldu. Perimiz,  kırlarda coşup koşan,  sürülerde panik yaratan Pan'ı seçince,  Bora kıskançlıktan cinnet geçirdi;  masal kışını dövdü,  kemiklerini kırdı,  öfkesi yatışmadı,  kaldırıp onu derin uçuruma attı. Vefakâr Toprak Ana, bahtsız kıza acıdı, onu çam ağacına çevirdi; o günden sonra aklanlarda (yamaçlarda), kayalık alanlarda çam ağaçları biter oldu.

Haylaz olduğu kadar,  gönül işlerinden de anlayan Pan,  başını,  çam dallarından çelenkle süsler oldu.    Gel gelelim; Kuzey Rüzgârı Bora estikçe,  güzel peri Pitya'in eski yaraları kanar,  kendisi de acı acı inlemeye başlar...

Sizi inletecek acılarınız değil,  çığlık attıracak a edinçleriniz olsun.

Dilerim dilekleriniz gerçekleşir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI