Mağara adamı resim çizmeyi öğreniyordu
Ve hiç gerek duymadan zarif olmaya
Başladı yontmaya kaba bir bizonu
Ağır bir taşla mağara duvarına.
Raslansal bir adım! Belalı bir çaba!
Resim tamamlandı -ve ilk kez Yaratılıştan beri-
Buğulandı göz yaşlarıyla
Yabanıl bakışlı gözleri.
Hiç tatmadığı bir hazla doluydu
Baldan daha tatlı ve doyurucu etten.
(Yevgeni Vinokurov, Türkçesi: Ataol Behramoğlu)
İlkel insan, el kol hareketleriyle ve homurdanarak ifade ediyordu meramını. Mesaj, kaynaktan alıcıya bedenle taşınıyordu. Bir sonraki aşamada bilgi, beceri ve düşüncelerin piktografik (resim yazı) ile aktarılıyordu. Başlangıçta mağara duvarlarına kaydedilen ileti de uzun süre korunabiliyor ve ona bakanlar tarafından algılanıyordu.
Bize resim tarihi doğru ve dürüst öğretilmez.
Sözgelimi siz, derelerde veya yazılı kaynaklarda Karain, Beldibi mağara resimlerinden, Hakkari yakınlardaki Trişin Yaylası kaya resimlerinden söz edildiğine tanık olduğunuz mu?
Ben en çok da; ilkçağda, başında “Ressamlar Prensi” yazılı taçla dolaşan Efesli Perrhassions'un es geçilmesine çok içerlerim. Daha acısı, yarışmada alt ettiği Atinalı Zeuix'e sanat tarihlerinde geniş yer verilmesidir. Perrhassions'tan (M. Ö. V. YY) sonraki kuşağın (M. Ö. IV. YY) en büyük ressamı – yine Efesli- Apelles'i biliyor muyuz?
Efes'in soylu ailelerinden birinin çocuğuydu. İyi eğitim görmesinin yanı sıra gezip tozmayı, akranlarıyla oyun oynamayı ihmal etmemişti. Efes'in peyzazine, anıtlarla süslü caddelerine, herbiri başyapıt olan yapılarına şaşkınlıkla bakıyordu. Hele, Efes'in Ana Tanrıçası Artemis'in Dünya Harikası Tapınağındaki yontu ve resimler gözünü alıyor, gönlünü okşuyordu. Zaman zaman, babasının elini tutarak Efes'teki ve Kolofon'daki (Menderes- Değirmendere) ressam işleklerini geziyor; usta ellerin resim malzemesi (renkli toprak, kil, bel mumu, kök boya) karışları ilgisini çekiyordu.
Genç yaşta şöhretin doruğuna ulaştı; yarattığı binlerce resim arasında Aşk ve Güzellik Tanrıçası Afrodit ile Makedonya Kralı (Büyük) İskender'inkiler özel önem taşıyordu. Bir tablosunda İskender'i, elinde Yıldırım demetiyle göstererek, Baş Tanrı Zeus'la bir tutuyordu. Buna karşılık, İskender'in tabloyu beğenmemiş. O sırada İskender'in atı Bukefalos (Boğa Baş) kişnemiş. Buna tanık olan Efesli, taşı gediğine koymuş:
İskender, atın Bukefalos resimden, senden daha iyi anlıyor!
Mağur Makedonyalı'nın, Apelles'e hoşgörülü davrandığı biliniyor. Nitekim, ressamış, gözdelerinden Kampaspe'nin resmini yapmasına izin vermiş. Olacağına bakın ki; Efesli ressam, bu güzel gözdeye gönlünü kaptırmış. Sonra ne mi olmuş? Kıskançlığıyla ünlü İskender, güzel gözdesini Apelles'e hediye etmiş!
Dahi ressam, İskender'in atı Bukefalos'un burnundan köpük fışkırtmasını bir türlü becerememiş. Şiddete kapılarak, fırçayı atın resmine fırlatmış: Böylece, dünyada eşi benzeri görülmemiş mükemmellikye “Burnundan köpük püsküren at” tablosu çıkmış ortaya...
Bütün bunlar, İzmir'in, adını öne yazdıran ressamlarından Mimar Aydın Özay'ın son sergisini gezerken geçti aklımdan.
Konak Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezinde (IV. Kat) sürmekte olan sergide, sanatçının 50'ye yakın tablosunu resimseverlerin beğenisine sunuluyor.
Aydın Özay: Bölgedeki Apelles'in sık kullandığı sarı, kırmızı, beyaz ve siyahtan başka, maviye de fazlaca yer veriyor. Her eserde, rasgele fırlatılmış fırçanın oluşturduğu izlenimi veren usta işi lekeler göze çarpıyor. Beğendiğim bazı tabloların sağ alt köşesinde “satıldı” anlamına veren kırmızı etiketleri görmek beni sevindirdi. Demek, aynı beğeniye sahip kişiler gezmiş sergiyi benden önce. (Zevkdeş olmak, hoş bir duygu!)
Elleri dert görmeyesi Aydın Özay'ın sergisinden ayrılırken, Efesli Apelles'e mal edilen özlü söz kulağımda çınlıyordu:
“Nulla dies sine linea” (Çizgisiz geçen gün, gün sayılmaz)
BİR YAZIN TARİHİ
Anıyorum seni. Eskili bir fresk işler gibi boşluğa.
Günün ilk ışığında beliren güllerin
O düşsel ve gerçek karışımı kokusunda
Şiirler ve şairlerle çizerim yüzünü
Bir yazın tarihini oluşturan sulara.
Nasıl seslenir bilirsin dalgın bir yolcuya
Sarmaşıklar arasından o mor gramafın çiçekleri
Sesin morun beyaz çizgilerde açısında
Ve bilsen nasıl özlerim o durmadan koşan çocuğu
Gözlerinle dudağım arasında.
Yorgun kentler ürkütmesin yüreğini
Yazlıkların sularına kapılma
Nakışla usun ve hüznünle dört mevsimi
Durmadan an ve sesinle çiz çocuklara
Suskunda yol alan ve o kararlı treni.
Sevdanın ve inancın traversidir raylarında
Silerken gözlerindeki teri
Geçmiş ve yanılgılar tuzlaşır parmaklarında
Bir de acının umuda tozalan kemiği.
Yetmezlikler çürümüş kentleridir geçmişimizin
Esgi gazeteler gibi sararır sonunda
Ve dizersin bir sure gibi yetinmeyi
Küçük puntolarla kıraç bir kağıda
Okumayı ilk söken çocukların erinci
Yeni bir kenti oluştururken alnında.
Yalnızca çocuklardır parklarında gündüz bekçileri
Geceyi bırakırken dingin usuna.
An ben. Mahsur kalan sevdanın koyaklarında.
Turgay GÖNENÇ
(10 Mart 1939 Tokat- 8 Şubat 2019 İZMİR)