BACA

BACA

 

Mektebin bacaları

Ders verir hocaları

Kim yarimi sorarsa

Odur birincileri

Ay doğar bedir Allah

Bu sevda nedir Allah

Ya benim muradımı ver

Ya beni öldür Allah

Mektebin önü bayır

Gülü dikenden ayır

Yar Allah'ını seversen

Beni ellerinden ayır

                  (Türkü)

 

Muğla/Ula-Akyaka'da, sırtı kayada gözü ovada evimin verandasından bakıyorum; genellikle çam ve zeytin yeşili arasında kırmızı çatılı evlerin bacaları gözümü okşuyor.

Nice türkü sözü belleğimin mermerinde kazılıdır, elim türkü öyküsü yazmaya yatkındır ama, dilim türkü çağırmaya pek uygun değildir.

Yine de, Muazzez Türing'ten alınan bu Muş türküsünü mırıldandım.

Baca...

İşlevi gibi iç ısıtan bir sözcük.

Akla ilk gelen tanıtımıyla "dumanı ocaktan çekip havaya yermeye yarayan yol."

Noel Baba, evlere bacadan girer. Bu da hemen "ocak" sözcüğünün anlamını düşündürüyor:

"1. Ateş yakmaya yarayan, pişirme, ısıtma, ısınma vb amaçlarla kullanılan yer."

"Ocak tüttürmek..." Adıyaman-Nemrut doruğu yolundaki köylerden ya da mezralardan birinin adı "Tütenocak".

Türk kültürünün kayrak taşlarından, Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi'nin şakirtlerine (öğrenci) buyruğu:

-İşte, köseğilerinizi (ucu yanık odun), Anadolu'ya, Sinop-Antalya arasına fırlatıyorum. Şimdi hepiniz gidesiniz, kendi köseğinizin düştüğü yerde ocağınızı tüttüresiniz...

Babam, öleceğine yakın mallarını biz dört kardeş arasında üleştirirken:

-Susuz derelerde çınar biter mi, oğlansız evlerde duman tüter mi? Ev ve bahçesi oğlum Şadan'ın, demişti. Buna karşın, kendisine iyilik yapanların bile ocağına incir dikenler az olmuyor. Halk usta, gözüyle görerek varmış bu kanıya. Varın bakın; bazı antik kentlerdeki tiyatrolarda tonlarca ağırlıktaki mermer blokları, incir ve zeytin ağaçları yerinden oynatmıştır. Hele incir; köklerinden akıttığı sütle, taşı eritir, derler. Bunu Güney Ege halkının bilmesi doğal, çünkü incirin ana vatanı Karia, bilimsel adı "Ficus carica" (Karya kavuçuğu).

Yazının burasında, Türk şiirinde devrim yapan Orhan Veli'nin pek beğendiği bir türkünün sözlerinden alıntı yapılması uygun düşer:

 

"Hapisane önünde incir ağacı

Doktor bulamadı bana ilacı

Baştabip geliyor zehirde acı

Garip kaldım yüreğime dert oldu

Ellerin vatanı bana yurt oldu"

 

Konusu baca olan bir yazıda, "Muğla bacası"ndan söz etmemek olmaz:

Muğla evlerini başka yerlerin evlerinden ayıran iki özellik dikkati çeker. 1)Genellikle yamaca ve güneye (güneşe) bakar biçimde inşa edilmiş olmaları, 2) Bacaları.

Menteşe Belediyesi yayınlarında ortaya koyduğu gibi, 1940'lara kadar Muğla evleri genellikle toprak damla. Muğla bacasının ortaya çıkışı, alaturka kiremitli çatılara dayanır.

Muğla bacaları, şehrin az rüzgarlı ve boş yağışlı iklimine göre tasarlanmış.

Karşıdan bakılınca inanılması zor gibi gelir ama, Muğla bacasının yapımında 28 adet kiremit kullanılır. Böylece, içeri yağmur girmesi ve dumanın rüzgarla geri itilmesi olanaksızlaşır.

1983 yılında düzenlenen bir yarışma sonucu Muğla bacası, şehrin simgesi olarak kabul edilmiştir. Bugün de Menteşe Belediyesi'nin simgesi Muğla bacasıdır.

Her yıl Eylül ayının sonunda düzenlenen Menteşe Kültür Şenliği, Baca Yakma Töreni ile başlar.

"Ocağınız sönmesin" diyelim ve bu yazıyı (da) bir şiirle noktalayalım:

 

B a c a l a r

 

Görürüm, çıkmışlar kararmışlar çatılardan,

Kemik bir kol nasıl fırlarsa mezardan,

Dipsiz maviliğin esrarını kurcalar,

Bacalar.

Kimi ince, kimi uzun, kimi de kısa;

Dalmışlar başbaşa afyon çekerek yasa.

Onlar, insanların gözünde kartalsa.

İnsanlar, onların gözünde karıncalar.

Bacalar.

Kim bilir, belki de evlerin cinleridir;

Kolları bir davet gibi göğe yükselir.

Ölüler, ölüler, arka arkaya gelir,

Ruhların mehtaba daldığı taraçalar,

Bacalar.

Azap kuleleri, cüceleşmiş devlerin;

Kör mazgallarından raksı var alevlerin.

Öyle evciller ki tepesinde evlerin,

Kopuyor içinden görünmez facialar,

Bacalar.

(Necip Fasıl Kısakürek, 1930)

YAZARIN DİĞER YAZILARI