BEBEK TEYZE
Babamdan bir telefon:
-Bebek Teyzen öldü.
Cenazesi ikindiye. Yetişemezsin ama, haberin olsun istedim. Seni pek severdi rahmetli.
Yazmakta olduğum yazının son tümcesinin son satırı yarıda kaldı.
Yel yeperek otogara ulaştım. Kalkmasına ramak kala, Fethiye otobüsüne yetiştim.
Anılar, yavaşlatılmış film gösterimi gibi geçti gözlerimin önünden.
Bebek Teyzem'le bizim ev arasında Gökova deresi vardı; dere mutaden kışları akardı. Üzerinde babamın yaptırdığı köprüden geçtin mi, şıp diye oraya varırdın.
Çitle çevrili bahçesinde bir çitlenbik, bir de dalları yere paralel uzanan kocaman bir hayıt (ayıt) ağacı bulunuyordu. İçeri, "tokat" denilen, derme çatma kapıdan girilirdi.
Kapı dediğin, kilit dediğin ne ki? Dost için...
Hane kapısı hep açık durur, Bebek Teyze kapının ağzında otururdu.
Ne zaman Gökova'ya gitsem, çantamı eve bırakır, soluğu Bebek Teyze'de alırdım:
-Komşu komşu huuu! misafir
kabul ediyor musun?
Her zaman, hasretine kavuşmuş gibi:
-Allah! Şadan oğlum gelmiş. Tabi oğlum sayılır. Çocukluğumda çiğinimde az mı taşıdım onu? Hoş geldin yavrum.
Sen şimdi benim evimin değil, Cennet'in kapısını çaldın. Allah bin kere razı olsun. Ayağına taş değmesin; Allah kötüler karşında başını eğmesin.
Kapılarda ben kalayım, yollar senin olsun...
Daha nice iyi dilek, nice horoz sesi duymamış temenna sözleri...Hiç kuşku duyulmayan sevgi söz ve gösterileri...
-Yavrum evladım; ben kim, okumak kim?
-Peki, yazmayı da bilmiyor musun yoksa?
-Ne yazması ay oğlum? Şuraya dar ağacını kursalar, şuraya kağıt kalem koysalar, "adını yaz" deseler, yazamam... Asılırım.
Bende takılma biter mi?
-Bebek Teyze, sen İngilizce de bilmiyor musun yoksa?
-Delirdin galiba. Elin cavırcasını (gavurca) nerden bilcen ben?
-Peki Bebek Teyze, söyle bakalım "I don't know" ne demek?
-Ne bilem, nerden bilem?
-Bildin işte!
-Nasıl?
-I don't know, İngilizce'de "bilmiyorum" demek...
O; büyük bir şaşkınlık içinde:
-Sahi mi?
Ben öyle atıverdiydim, tutmuş...
80'li yaşları sürdüğü halde, yüzünde unutulmuş bir güzellik vardı.
Her zaman güleç, her zaman tatlı dilliydi.
Sevmeyen yoktu onu!
Geliri var mıydı, hiç bilmiyorum. Bildiğim, Yemişenlik denilen yerde birkaç dönüm tarla (kırık) vardı, ama onu da bir yeğeni işletirdi.
Zaten ne masrafı vardı ki Bebek Teyze'nin?
Bahçesinin kenarına Çallıların Zübeyde, Hasan Alilerin Satike (Sıdıka) veya başka birileri birkaç
kök biber patlıcan, fasulye falan ekiverirdi.
Sacda bir ekmek pişirse, bir hafta yeterdi kendisine. Gençliğinde Gökova'da namlıymış; güzellikte üstüne yokmuş.
Evlenmiş mi, ömrü boyunca hiç evlenmemiş mi bilmiyorum, sormak bile hiç aklıma gelmedi.
Bu düşüncelerle 3 buçuk saatlik yolun nasıl geçtiğinin ayırdına bile varmadım.
Gökova sapağında otobüsten indiğimde, Cenaze alayı Köy mezarlığına yaklaşıyordu.
Gökova Baş öğretmeni Mustafa
Gökovalı'nınkinden başka böyle kalabalık cenaze görmedim ben.
Alı al moru mor yetiştim; tabutunu omuzlamak nasip oldu.
Cenaze namazını kıldıran Ünal Hafız, mezarı başında:
-Merhume Sultan hanıma hakkınızı helâl ediyor musunuz, diye sorunca yanlış cenaze törenine geldiğimi sandım.
Sonra babamdan öğrendim: Bebek Teyze'nin adı "Sultan" imiş.
Onun mekânı cennet değilse, kiminki olacak?..