Bütün Ağaçlara Tepeden Bakan Ağaç
SEQOIA (Sekoya)
Yeğenlerim Nevin ve Pelin için-
***
"Şu karşıki yeşil yumağa ağaç derler
……………………………………………………….
Bir gün gölgelerine evlerimizi kurduk
Dallarına salıncaklar
Cıvıl cıvıl kuşlar dadandırdık yuvalarına"
(Bedri Rahmi Eyüboğlu)
***
Ben bir ağaç gördüm: Boyu benden uzundu. Benden, senden, Öteki ağaçlardan. Tepesine göz atayım dedim, şapkam geriye kaykıldı.
Adını sordum; "Ben Sekoya'yım" dedi ve ekledi: "İki cinsim, var benim: Sempervirens ve gigantes."
Bizim Gökova'nın okaliptüsünün üstüne kapuzun (kanyonun) andızına koydum, Sekoya’nın tepesine ulaşamadı.
“Baktım baktım da hayret ettim, baktım baktım da hayran oldum.” (Hz. Muhammed) .
Merak ettim; araştırdım. Biliyorum; siz de meraklısınız. Öğrenmenin açgıtı (anahtarı) meraktır. Bu ağaçlar devi ile ilgili bilgi kırıntılarım paylaşalım. Sevgi gibi bilgi de, bölüşüldükçe çoğalır.
(Ön açıklama: Söz edeceğim ağaç, gövdesindeki oyuktan otomobilin geçebildiği ağaç değil. O, Baobab, Karıştırılmasın.)
Seqoia (Sekoya) adını, iri kıyım Kızılderili reisinden alıyor. Bir çeşidi servi sınıfına giriyor, öbürü ise, dev gibi olduğundan "gigantes" adını alıyor.
Bir zamanlar dünyada çok yaygın olduğu sanılan bu ağaçlardan bir orman, Amerika'nın Kaliforniya büyük ilinde, Whitney dağı eteklerinde bulunuyor. "insanlığın ortak mirası" kabul edilen bu alan, 1890 yılında "Ulusal Park" ilan edilmiş.
Türkiye'de, Anıtkabir tepesinin yamacında kurulu zengin botanik bahçesinde var bu soylu ağaçlardan. Daha yakında, izmir'de de var bu ağaçlardan. Kültürpark'a Lozan Kapısından girin; sağda, başı bulutlara yönelmiş, yılbaşı ağacı gibi bir bitkisel anıt göreceksiniz. İşte o, bu yazıya konu ettiğim Sekova. Birkaç yıl öncesine kadar, dibinde bir plaket veya tabela vardı. Orada, bu ağacın 1947 yılında Halikarnas Balıkçısı tarafından dikildiği yazılıydı. (Bilmem hangi kendini bilmez, bu zarif
bilgi belgesini ağaca da, biz de çok görmüş olacak ki; kaşla göz arasında yok etti. Şimdilerde boyu 40 metreye yakın.)
Meraklı genç arkadaşlarım: Eski yapı ve yapıtları tarihlendirmenin yöntemlerinden biri dendrokronoloji. Bunda, ağaç gövdesine özel matkapla girilip veya ağacın kesilmiş gövdesindeki yaş halkaları sayılarak hesaplama yapılıyor. Kalifornia 'daki 250 cm çapındaki sekoya kütüğünde 2 binden fazla yaş halkası sayılmış .
Gelin de, bir ağaç nasıl oluyor da, 2 bin yıldan fazla yaşıyor ve 200 metre boya ulaşabiliyor diye merak etmeyin.
Bütün ibre yapraklı ağaçlar gibi sekoya da, kozalaktan dökülen tohumlarla çoğalıyor. (Bergama Kozak yaylasındaki fıstık çamı ormanlarını görmediyseniz, bir fırsat yaratıp görün!)
Sekoya kozalakları, kendi dibine dökülse bile, tohumdan fidan üremiyor. Ağacın gölgesinden dolayı.
Doğa'nın müthiş bir mucizesi gerçekleşiyor sekoya ağaçlarında. Yangın çıkınca, kabukta yanmaz bir tabaka oluşuyor. Böyle olmasaydı, iki bin yıl içinde yıldırım düşmesi veya insan tarafından çıkarılan yangınlarda güzelim ağaçlar yanıp kül olurdu.
TELLİ KAVAK
Bir telli kavak büyürdü
Daday'ın Çiğdene köyünde
Usuldan usuldan.
Yerin karanlığından azâd olmuş
Aydınlık sular yürürdü ayaklarının ucundan.
Kendi halindeydi telli kavak
Geceleri gökyüzüne bakarak
Samanyolunu düşünürdü yaprak yaprak.
Ona konmayan kuşa kuş,
Ona değmeyen rüzgâra rüzgâr da denemezdi.
Gel zaman git zaman,
Kızını everecekti Çiğdene'li Halil
Cebindeki yetmezdi.
Bir gece sabaha karşı
Veryansın ettiler baltayı ayak bileklerine tellinin,
Uyanıverdi ilk vuruştan:
"Aman" dedi telli kavak, "kıyman!"
Sular bulandı ayaklarının ucundan,
Yapraklar yalvardı bir ağızdan: "Vurman!"
Aman - zaman dinler miydi Çiğdene'li Halil,
Kızını everecekti, cebindeki yetmezdi.
Yıkılıverdi telli kavak ortasına geçendin
Boylu boyuncak.
"Oldu mu ya?" dedi telli kavak
Böğründe duran baltaya:
"Yaşayıp gidiyorduk şunun şurasında,
Kim gönderecek şimdi selamını suların
Samanyoluna yaprak yaprak?
Ne olacak şimdi rüzgâr,
Kuşlar nereye konacak?"
Ordan oraya atıldı telli kavak,
Elden ele satıldı,
Çankırı'ya beş mavzer atımı uzak
Bir tepenin duldasına çakıldı,
Telefon direği oldu telli kavak...
Vınladı durdu telefon telleri boynunda,
Samanyoluna baktı geceleri,
Suları düşündü ayaklarının ucunda,
Yaprakları düşündü,
Rüzgarı düşündü avucunda;
Gözleri dolu dolu oldu,
Bir türkü söyledi sonunda:
"Telefonun tellerine kuşlar mı konar,
Herkes sevdiğine cicim, böyle mi yapar?"
Aydın Gün