SUDAN GELEN YAĞMUR
“Her sanatsal ürün; yazıdan müziğe, resimden heykele, bir haberdir, insana güzellik karşısında coşku verir.”
(Ş.G.)
Yazıcılıkta başlık önemlidir. İçeriği anıştırmasına karşılık, pek de açık etmemeli; okuyanı merakta bırakmalıdır. Daha ileri giderek söyleyeyim; bilim gibi sanat da biraz kuşku ve meraktan kaynak alır.
Bu yazının başlığını ele alalım:
-Ne demek “Sudan Gelen”?
Mısır’daki toplu çocuk öldürümü (katliamı) sırasında, bir çocuk, sepet içinde Nil nehrine bırakılarak yaşamda kalır. Yavruya, “Sudan Gelen” anlamında “Musa” adı verilir. Böylece bahtı dönen çocuk büyüyüp peygamber (haber getiren) olacak ve Tanrı ona, Tur dağında “Evamir-i aşere” (10 emir) diye bilinen buyruğu bildirecektir.
“Musa ile Tur Dağı’nda/Ali’yi gördüm Ali’yi..”
“Baran”a gelince Farsça “yağmur” demek. Ziya Paşa’nın dillere pelesenk olan beyitini anımsatayım:
“Bibaht olanın bağına bir katresi düşmez
Baran yerine dürr ü güher yağsa semadan.”
Herkes benden genç olduğuna göre bu iki dizeyi Türkçe söyleyeyim:
“Bahtsızın bağına bir damlası düşmez
Yağmur yerine inci mercan yağsa gökyüzünden.”
Üst başlıkta yer alan iki sözcük, yani Musa Baran, okumakta olduğunuz yazının konusu.
-Bu nerden çıktı, diyebilirsiniz:
Urla’nın Bademler Köyü’nden çıkıp, yurt çapında ünlü bir arkeolog ve konuşmacı olan Musa Baran, on yılların birikimini – köy enstitüsü kökenlilerin yaptığı gibi – güzelcene daktilo ile yazıp, dört cilt olarak özenle kitaplaştırdı.
Hazine değerindeki bu eserleri, rahmetlinin yar-i vefakarı av. Uğur Belger, Ege Kültür Vakfı adına kitap olarak yayınlattı.
I “HALKIN ZAMAN KAVRAMI”, II “ŞİİRSEL ÖĞÜTLER/ÖLÜMSÜZ GERÇEKLER”, III “ÇAĞLAR BOYUNCA ANADOLU’DA GELENEKLER GÖRENEKLER” ve IV “İNSAN GÜCÜ AKIL”.
Her cildin isminin işaret ettiği konularda, başka kaynaklarda kolay kolay bulamayacağınız, yılların süzgecinden geçmiş öğretiler, aforizmalar yer alıyor. Başka yaklaşımla, Musa Hoca, halktan aldığını halka veriyor.
Musa Baran’ın oğulları Edip ve Nadi Baran’ın istemesi üzerine, ben de Hoca ile ilgili anılarımdan oluşan bir kucak kırçiçeği sundum.
Ege Kültür Vakfı’ndan ücretsiz edinebileceğiniz külliyatın ilk cildinde tamamı; dört cildin arka kapağında bir bölümü yer alan “Rüzgar Sesli Adam: BADEMLERLİ MUSA BARAN” başlıklı yazımdan parçalar sunayım size:
-Oğulları Edip ve Nadi telefonda, hemen gelmemi isteyince yel yeperek yelken kürek, İzmir Arkeoloji Müzesi’ne yetiştim. İnsan irisi Musa Baran’ı içeren tabut, “insan yiyen taş” (Sarkophagus) gibi uzanıyordu musalla taşına benzer kaidenin üzerinde.
-Geldi dostlar, babamın yarım yüzyıllık dostu Şadan Hoca geldi; sözü ona bırakıyorum.
Bir dostun ölmesi, savaşta bombaların yakınımıza düşmesi gibi bir şeydi: Ölen yakının ardından konuşulmaz, ağıt yakılırdı.
Oluktan su akar gibi, şöyle şeyler söylediğimiz anımsıyorum:
-Kimi yitirdiğimizi bilelim. Musa Baran, bölgedeşi Blosonoğlu Herakleitos’un çağımızdaki temsilcisi idi. O da, “Bay Karanlık” Herakleitos gibi gizemli konuşur, çocuk oyunlarını çocuklarla oynamayı severdi. Efes’in Kuretler Caddesi’nde, Mermer Cadde’de, Liman Caddesi’nde, kale dromoslardaki (güzel yol: kaldırım), 24 bin kişilik çanak anteni andıran Büyük Tiyatro’nun oturma yerlerindeki çizimlerde, hangi oyunların oynandığını bilir, öğretirdi. Platon’un “Mağara Öğretisi”ndeki insanlar gibi kimselere gün ışığında nelerin olduğunu belletirdi. Homeros olup kanatlı dizeler, Anakreon olup lirik şiirler, Herodotos olup tarih söylerdi dinleyenlere. Öğrenci ve kursiyerlerin “Balıkçı’nın öğrencisi oldum” der gibi, “Musa Baran’ın öğrencisi idim” deyişindeki ayrıcalık unutulur mu?
Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Bedri Rahmi Eyuboğlu gibi, “aklın devleri” ile birlikte Efes’i gezdik Musa Hoca’yla, aydınlık köyü Bademler’de yaşadık. Sonradan oyuncak müzesi haline getirdiği “Musa Dede Evi”ni, Güzelbahçe sırtlarındaki “Sırtı kayada gözü ovada” evini ve Bademler’de son yıllarını geçirdiği kendi inşa ettiği evde yedik içtim, hoş geçtik. Gün oldu, Bademler Mezarlığı’na gidip, ölenleri hayırla yad ettik.
TRT’de yapımcı olduğum dönemlerde, bazı programları Bademler’de çektik; programlarda, kendi köylüm gibi yakınsadığım Bademler halkı için türküler çaldım. Baran’lardan başka Türkmenoğlu, Or aileleriyle, Utçu Murat ile kardeş gibi olduk. Övünerek söyleyeyim; Handiyse köyün 900 kadar olan nüfusunu ezbere bilirdim.
TRT Koordinasyon (eşgüdüm) toplantılarından birinde, Turgut Özakman ile Doğan Soylu ağabeyler programı yaptırmak, programlarda konuşturmak için kanaat önderleriyle, halk bilgeleri aramamızı söylediklerinde Musa Baran, öğretmen Arif Karakoç ve gazeteci Zeynel Kozanoğlu adlarını önerdim; bu üçünden iletişim fakültelerinden örnek olarak okutulup dinletilecek radyo programları aldık. Musa Hoca’nın, ablasının cenazesinden kalkıp, kendi yazdığı programı seslendirmek için stüdyoya girdiği nasıl unutulabilir?
Efes Müzesi Müdürlüğü sırasında hizmetlerini, Buca Eğitim Enstitüsü’ndeki ve turist rehberi kurslarındaki derslerini kim unutabilir? Unutulmayacak işler yaptı arkeolog doktor Musa Baran, unutulmayacak kitaplar yazdı…
Onun üstün özelliklerinden biri şairliği idi. Hoca’nın, Dr. Ali Rıza Sanul’a verdiği “Güzel Doğa” adlı kitabı da yayınlanmayı bekliyor.
Çocukluğu “Harman Yerleri”nde geçmiş ve bunu dizeleştirmişti.
HARMAN YERLERİ
Harman yerlerinde geçti çocukluğum
Düven ardında çok koştum
Karavaş oynadım
Belendim yuvarlandım
Ekin saplarında duydum yar kokusunu
Dolunayı harman yerlerinde tanıdım.
Katar oldu yıllar ırayıp gittiler
Kent kent onlarla birlikte oldum
Harman yerlerini unuttum.
Deniz taşları şakıdı Kyme’de
Dalgalar dövdü kıyıları
Sular ağardı köpük köpük
Afrodit sallandı usuldan usul.
Diyorlar ki;
-Kırkından sonra aşk mı olur
Gel gör de, diren de sevme bakalım
Afrodit’in Kyme’sindeyim dostlar
Nereye giderse gitsin yıllar
Ben geri döndüm seviyorum.
Harman yerlerine dökülmüş Selene’m
Tül tül gümüş gümüş telleri
Yine yar kokuyor ekin sapları
Gel gör de, diren de sevme bakalım.
Çoban ateşleri yaktım ala sabahta
Dolunaya yardak oldum senin için
Işıdım yandım güzelim.
Hadi gel de
Yeniden başlayalım.