Yaşam Engel Tanımaz ...

Yaşam Engel Tanımaz ...

 

 

 

Hayata  devam mecburiyeti  kovmuşlar

Yaşamak  lazım!

(Arif Karakoç,  ezberimdeki şiirlerinden)

 

 

***

Johann Cristoph Friedrich von  Schiller  (10 Kasım 1759-09  Mayıs 1805),   Dünya  şiirinin baş yapıtlarından    XXX "Das. Lied von  der Freude"nin (Sevinç Türküsü)  bir dizesinde şunu döktürür:

"Tanrı en  küçük solucana bile  seksi verdi." Yanlış değil,   eksik.  Yaradılış,   solucanın  hücresine  bile,   gözle  görülme varlıklara  bile  seksi verdi.   Çünkü;  bitki olsun,   hayvan  olsun,   tüm canlıların temel  işlevi survival  (yaşamı sürdürmek);  hem de,   kendisinden sonra bile.     Bu amaç için,   yaratıkların  katlanamayacağı  zorluk, aşamayacaklara engel  yoktur!

Organ eksikliği olanlara sıfat bulmak için çak çaba harcanmıştır:

Sakat,  malul,   özürlü,   topal,   çolak,   sağır,   çolak,   özürlü, engelli ve  daha,   sizin aklınıza  gelebilecek nice  betimleme. Şöyle başlayım:

Yirminci YY'ın  üçüncü  çeyreğinde   İzmir'in  önde  gelen avukatlarından, doğuştan iki gözü görmeyen  İbrahim Ayuz,  bir gün bana şöyle dedi:

 -Bize ama,   görme engelli vb diyorlar;  doğrudan "kör" desinler,  Türkçesi bu .

Ve eklemişti:

-Yani böyle demekle  hem bize  acıdıklarını,   hem de  saygı  gösterdiklerin sanıyorlar. 

Böyle diyenler  kendilerine  baksınlar.

Tarihte,   adının  "kör"  anlamına  geldiğini söyleyen  İzmirli Homeros var.

Kendisi,  “Dünya şairlerinin babası”  sayılıyor;   iki baş yapıtı  " İlyada” ile  "Odysseia",   bütün  zamanların en  büyük  klasiklerinin  kabul ediliyor Balıkçı Ustamın buyruğunca:

-Homeros"a  "kör"  diyenlerin  kendileri kördür. 

Sorarım size: 

Hangi yazar,   kahramanları hakkında onun kadar   yetkin porte çizebilmiştir?

Doğuştan  kör  olan  bir  kişinin,   büyük  bir  kuruluşta  santral memuru  olarak görev yaptığını öğrenince,   foto muhabiri    Suha Aknur ile oraya koştuk.  

 Öğle tatiliydi.  Aradığımız  Celal'in,  voleybol  maçı seyretmeye  gittiğini öğrendik.   Kör ve maç "seyretme" ?    Sahaya ulaştığımızda Celal’ in,   oyunu seyretmeyip,  maçta hakemlik yaptığını gördük.   (Yok,  hayır!  Hiç şaşırmadık!..)

  BYYO'daki unutulmaz  öğrencilerimden  biriydi  Hüsrev  Öztürk.  Her zaman  özenli giyinir,   ölçülü  konuşur,   çok  iyi gitar çalar ve  dersleri pür dikkat dinlerdi.  Doğuştan  kör  idi hüsrev;  ama

bakınca bunu anlamak olası değildi.   Sınavlarını  sözlü  yapar,   bu vesileyle  özel  olarak söyleşirdim kendisiyle.  Arkadaşlarının koluna  girmelerini pek istemezdi.  Hani,  yardıma muhtaçmış  gibi görünmek  için.    Eviyle yüksek okul arasındaki yaklaşık bir  km'lik mesafeyi öz başına,   baston  kullanmadan  gider  gelirdi.    

Zorluk  çekip  çekmediğini sorduğumda:

-Ara sıra,  yolda değişiklik oluyor;  örneğin yolda  bir taş  bırakılıyor veya  çukur  oluyor;   bundan  sıkıntıya  düştüğüm oluyor  ama,   hiç  düştüğüm olmadı.

X)   İzmir'in ünlü eski tüfeklerinden  "Bolşevik" Ahmet’in olmaz olası sigara  yüzünden,   bir  bacağı,   diz  üstünden  kesilmişti.   (Yine  de  o  zalim zehirden  bir nebze  olsun  kopmamıştı.)     Bir  gün,   meyhanede  oturduğu  sandalyeden  kalkayıp derken,  yığılıp düşmüştü:  Zira, o an ayağının  kesik olduğunu    unutuvermişti.

X)   Bir  grubu bir müzede  gezdirirken,   Müze müdüründen,   bir turistimin,   bazı  heykel  ve  eserlere  dokunması  için   izin  aldım.  O  gezginin, güzel  bir  kadın  heykeline dokunduğunu  gören müze  görevlisi,   ona yaklaşarak:

-Heykele  niçin  dokunuyorsun?

Şurada  "Eserlere el sürmeyiniz"  yazıyor;

kör müsünüz,   diye  çıkıştı.        

Evet,   adam kör  idi...

X)   İzmir'de  Büyük  Efes  Otelinin  hizmete   açılması  sayesinde,   turistik otellerde  uygulanan  bazı   kuralları  öğrendik;   bu yüzden,   yanlışlık  yapılıp şaşkınlığa düştüğü  sıkça  görüldü.  En çok rastlanan  durumlardan birisi;  yemek masasına,  eller ıslatılıp temizlensin diye,   içinde limon slide'ları   (dilim)  bulunan su  kapları  konulurdu...

Tahmin ettiğiniz gibi,   bunu  çorba sanıp içmeye  kalkanlar olmuyor değildi!

Hele  yaşanılan  bir  olay,   tam size  anlatılmaya  değer:

Müşteri,  boyanmasını istediği ayakkabısını akşamdan kapının önüne bırakıyor.   

Bir sabah,   bir oda  kapısının a önünde bir tek ayakkabı görülüyor.  Personel şaşkın. Durum öylesine ciddi ki; rezalet çıkabilir,   otelin  prestişi sarsılır,  Vaziyet  otel  genel müdürüne  (Veysel Güldez)   intikal  ettiriliyor.  Bir telaş,   bir kıyamet.  Sonuçta,   otelin giriş katındaki  giriş  katındaki Bilgehan Kunduradan,   oda  kapısındaki tek ayakkabıya  benzer bir  çift ayakkabı  bulunup,   söz  konusu  odanın  önüne bırakılıyor. . .

Bir süre  sonra müşteri,   kat görevlisini arayıp diyor  ki:

-Çok teşekkür ederim ama,  ben tek ayaklıyım...

Tanık olduğum veya öğrendirdim o kadar çok öykü var ama,   Akyaka’dan

Bir kişiyi yazıya geçireceğim

X)  Son  bir örnek  olay ya da örnek  kişi:

30 yıl  öncelerine  kadar;   Kozlukuyu,   Yazılıtaş,   Çıtlık,   Çanakçı,   Akçapınar,  Ferek,  Akyaka ve  daha birkaç mezra,   "Gökova"  adı  altında tek muhtarlıktı.   Gökova'nın merkezi diyebileceğimiz  Gökova'da tek  ilkokul  vardı.     Öbür mahallelerin  çocukları  -kimileri  3-4   km-bu okula gider gelirdi.

Gökova'dan Perşembe  günleri Muğla,  Cuma  günleri. Ula pazarına  Hoşgör Ali Dayı'nın  otobüsü sefer yapardı.

Bir gün,   bu  otobüsle dönüyoruz.  Sakar  virajlarından  birini dönerken,   otobüsün  üstündeki tenekelerden  içeri yağ damlamaya başladı.  Yolculardan  çoğu Bakkal  Mustafa'nın   (Akkaya) tenekesi  konulmuştu,   ondan  sızıyordur,   diye  mırıldandı.   Babam   (Memet) :

-Mustafa'nın  tenekesinden bir şey  sızmaz,   diye itiraz  etti.

Otobüs  durduruldu;   üst bagaja  çıkılıp  balıldı;   babam haili   çıktı.

Sızıntı başka  bir yolcunun testisinden geliyormuş.

Bu  Mustafa Amca  beni pek severdi.   Önceleri Ula'da,   sonraları  Muğla'da okuduğum  için,   yılda  sadece  bir  iki  kez  görüşürdük.   Muziplik  baya;  her seferinde sesimi  değiştirerek:

-Mıstıva   (Mustafa)  Amca,  leblebi, var mı  falan derdim.  

Mustafa Akkaya:

-Allaha...   Bizim Şadan  gelmiş,   hoş  gelmiş,   diye  sevgiyle   karşılardı  beni.  

Mustafa Akkaya doğuştan  kör  idi.   Köyün  tek bakkalıydı. O yılların  zor  koşullarında  okuttuğu  oğlu   İsmail Akkaya. Akyaka’nın Kurucu Belediye Başkanı olmuştu.   Şimdi Ula Belediye Başkanı. . .

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI