"KOCA MEHMET RAGIP PAŞA !?"
Bundan bir ay kadar önce bu konuyu yazacağıma dair size söz vermiştim ya, sakın bu ihtiyar dallama yazarın unuttuğunu filân sanmayın, bakın işte sözümü tuttum ve yazıyorum işte!..
Koca Ragıp Paşa, Padişah III. Mustafa döneminde, 1757 ile 1763 yılları arasında 'Sadrazam' olarak görev yaptı... Daha önce de, babası Sarayın 'Defterhane Kâtibi' olması nedeniyle, çocukluğundan beri bazı yabancı dilleri Sarayda öğrenmişti, gençliğinde Osmanlının 'Elçilik-Valilik' görevlerinde bulunmuştu... En samimi arkadaşları, kendisi gibi Saray efradının çocukları olan 'Şair Haşmet' ve asıl adı 'Zübeyde' olup da, o zamanın şartlarında kadın olduğu için baskılar neticesinde şiirlerini 'Fitnat Hanım' takma adıyla yayımlayan, zamanın Şeyhülislâmı 'Mehmet Esat Efendi'nin kızı 'Zübeyde Hanım' idi...
Hepsi de o zamanın üst düzey 'Saray Memurları' çocukları oldukları için, halktan kopuk ve daha özgür yaşamları vardı... Şair Fitnat Hanım da evli, kocası da bir memurdu, ama hayatını özgürce, istediği kişilerle yaşardı!.. Beraber olduğu kadın-erkek arkadaşlarıyla hiç çekinmeden, en mahrem konularda bile çok ileri derecede şakalar yaparlar, lâf-söz olur diye hiç düşünmez, etraflarındaki kimseleri de aldırmazlardı...
Koca Ragıp Paşa, Şair Haşmet ve Fitnat Hanım; yaşadıkları zamanların en meşhur şair ve yazarları idiler!.. Hem birbirlerini çekemezler, hem lâf sokuştururlar ve hem de birbirlerini görmeden, aşırı şakalar yapmadan duramazlardı!.. Aralarındaki genç, güzel ve çekici Fitnat Hanım ile 'gönül ilişkileri var mıydı' vallahi ben bilmiyorum, hiç de söylemiyorlardı? Orası bizi pek ilgilendirmez de, işte aralarında yaptıkları şakalardan bazıları:
---Şair Fitnat Hanım, yanına yardımcısı kadını da alıp, Kurban Bayramında kesmek için bir koç satın almaya pazara gitmişler... Oradan geçmekte olan Koca Ragıp Paşa onları görünce yaklaşıp, hınzırca; "Arzu ederseniz eğer, bu yıl sizin kurbanınız ben olayım Fitnat Hanım" deyince, hazırcevap Fitnat Hanım da lâfı gediğine koyuvermiş: "Çok sağol Paşam da, ancak ben bu yıl 'boynuzu olan' bir koç kurban etmeyeceğim, seneye inşallah!.." demiş...
Paşa kıpkırmızı suratla donakalmış!.. Çünkü Ragıp Paşa o sıralarda iki eşinden sonra, Padişah III. Mustafa'nın dul kız kardeşi ile evlenmek üzereymiş, onun da Saraydaki memurlarla epeyce dedikoduları yaygınmış, bu sözü de ondan sarf etmiş, Paşayı böyle mars etmiş...
---Bir gün Kapalıçarşı'da yine yardımcısı kadınla alışverişe çıkan Fitnat Hanım, orada Koca Ragıp Paşa ve uşağı ile karşılaşmışlar... O günlerde halkın 'Kocakarı Soğukları' dediği, "Berdül-acüz" zamanı imiş ve hava da çok soğukmuş... Ragıp Paşa, az ilerideki Fitnat Hanım'a lâf sokmak için uşağının kulağına eğilip, yüksek sesle; "Bu Kocakarı da ortalığı dondurdu yahu, buraya geleceğine evinde otursa daha isabetli olmaz mıydı!?" deyince, Fitnat Hanım hemen yardımcısına doğru eğilip, cevabı yapıştırmış: "Kocakarı Fırtınası sonrası, arkasından da 'Öküz Fırtınası' yani 'Sitte-i Sevr' geliyor hatun, şu karşıdaki öküzün bundan haberi var mı acaba!?" demiş, yine Koca Ragıp Paşa'yı herkesin içinde rezil etmiş!..
Daha epeyce yaşanmış fıkraları var ama, kimisi çok müstehcen, kimisi için de yerimiz müsait değil, ileride yine yazarız inşallah!..
Bugünkü yazımızı da Orhan Veli'nin 1940'ta yazdığı 'Tenezzüh' şiiriyle bitirelim:
"Böyle gece yarısından sonra/ Ne diye ışık yanar bu dağ evinde/ Ne yaparlar acaba içeridekiler/ Konuşurlar mı, tombala mı oynarlar/ Belki o, belki bu/ Konuşurlarsa, ne konuşurlar/ Muharebeden mi, vergilerden mi/ Belki de hiçbir şey yapmazlar/ Çocuklar uyumuştur/ Efendi gazete okur/ İyâli dikiş dikmektedir/ Onu da yapmazlar belki de/ Kim bilir/ Belki de yazılmaz ne yaptıkları !?" Sakin KOŞAR...