Her şeye rağmen dert yükü olan 2024'ten kurtulup 2025 yılına sağ-salim vasıl olmuşuz, bitmek üzere olan Şubat ayının en soğuk günlerinde herkes tir tir titrerken, daha emeklilerin dini bayramlarda alacakları ikramiye miktarları açıklanmamışken, muhalefet ısrarla erken seçim isteyip, yılların müzmin ana muhalefet müdavimi aslan CHP, daha seçimin ucu görünmeden tek Cumhurbaşkanı adayını bile 'Ön Seçimle' belirlemeye çalışırken, çiftçilerimiz bu kışta-kıyamette yine tomurcuklanıp, yine soğuklara aldanıp da çiçeklerine don vurup, yine meyve kıtlığı çekeceğimizin düşüncesiyle sayın Bahçeli'nin kendilerinden istirham ettiği 'Dokuz Gülek Askıda Buğday' hayrını yapamamaktan kahrolurlarken, şimdi çıkıp da bana; "Nereden aklına esti de bu yazı başlığını koydun, sen neyi anlatmaya çalışıyorsun yine bre ihtiyar dallama yazar!?" diyenleriniz olabilir?
Bu ülkede, böyle bir 'ahval ve şerait içinde dahi' hâlâ yaşamaya devam ediyor, iki ayak üzerinde bedeninizi yürütüyor, nefes alıp-veriyor, yiyip-içiyor, baktığınızı görüyor, her okuduğunuzu ve duyduğunuzu anlıyor, pahalı bulduğumuz yiyecekler için 'Manav Mehmet'le, zamlı gördüğünüz kap-kacak-tencereler için 'Adalılarla', pantolon-ceketinize yamalık üstüne yamalık yaptırdığınız 'Terzi Osman'ın tamir paralarını çok uçuk bulup, giysilerinizi orada bırakıp kaçıyorsanız, prostatınız nedeniyle sık sık çişe gidiyor ve 10 TL tuvalet parasını çok fazla buluyor, bunlar üzerinde düşünüp de hâlâ sağda-solda onların dedikodularını da yapabiliyorsanız eğer; sizler canlısınız, sağsınız, sağlıklısınız ve hâlâ yaşıyorsunuz demektir!.. Eee, bundan daha güzel bir şey olabilir mi be kardeşim !?
Sizleri bilemem, ama ben ve de sevgili dostum Gocaefe Cihat Uysal, sık sık 'Mezarlık Ziyaretine' gideriz... Bu ziyaretler bizim psikolojik olarak ruh halimizin düzgün olmasını sağlıyor!.. Nasıl mı? İşte şöyle: Orada yatan büyüklerimizin, genç-yaşlı tanıdıklarımızın, aziz şehitlerimizin, yöremize hizmet etmiş nice insanlarımızın, sağlığında çok mal-mülk edinip de, kendisinden başka kimselere hayırları olmayanların, burnundan hiç kıl aldırmayanların, yaşamı boyunca karşılıksız herkese iyilik edenlerin de mezarlarını görüyoruz!..
Onlar, Yüce Allah'a canlarını teslim ettikleri dakikadan beri orada hareketsiz olarak yatıyorlar, bizler ise; canımız istediğinde oralara gidiyor, istediğimiz zaman geri dönüyor, işimize-gücümüze bakıyor veya evimizde dinleniyoruz!.. İşte buna TIP da, uzmanlar da, sanatçı-gazeteci-yazarlar da "YAŞAMAK" diyorlar!.. Zaman zaman başımız ağrıyınca Dr. Şevket'e, dişimiz ağrıyınca Dişçi Yalçın'a, Şeyimiz kesilecekse Sağlıkçı Zübeyir'e, cüzdanlarımız hastalanınca Bankalara, karnımız acıkınca da Köfteci Bahri'ye, ya da Çorbacı Necdet''e koşuyorsak eğer, bunların hepsi canlı ve de yaşıyor olduğumuzun kanıtları değil mi?
Bunca geçen ömrünüzü bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçiriniz: Hani bizim 'bir dediğimizi iki etmeyen' tonton dedelerimiz ve ninelerimiz nerede? Hani bize her şeyi öğreten eli öpülesi Öğretmenlerimiz, her hastalığımıza çare bulan Doktorlarımız, paramız olsa da olmasa da bize her istediğimiz şeker-lokum-leblebileri veren eski babacan Bakkallarımız neredeler? Hani birçok iş yeri ve asker arkadaşlarımıza niye yok olup gittiler? Ya çok sevdiğimiz gazeteciler, yazarlar, karikatüristler, komedyenler; ya yeri doldurulamaz ses sanatçılarımız nerelerdeler? Hiçbir makam-koltuk, istifledikleri para-pul, yakaladıkları büyük şöhretler onları bu mutlak sondan kurtarmaya yetti mi? 'Ölüm' denilen kaçınılmaz son onları da buldu, hepsini birer birer alıp götürdü işte!..
İşte ben de onun için diyorum ya; "Her şeye rağmen hayattaysanız, yaşamak güzey şey be kardeşim!" diyorum ya... Siz de bizim gibi yapın; sık sık mezarlıklara gidin, orada yatanları görün, mezar taşlarını okuyun, nefes aldığınıza şükredip, hayatın tadını çıkarmaya bakın, yaşamınızdan geriye de bir şeyler bırakın ki; yarın o mutlak son geldiğinde, 'bahar otları' gibi öldüğünüz gün unutulmayın, insanlık adına yaptığınız güzel işlerle 'koca çınarlar' gibi hep hatırlanın!.. Sakin KOŞAR...