Osmanlı Tarihini iyi bilenler; son yıllarında önüne gelenin, cahil-cühelanın, küçük bir başarı gösteren kazmaların bile 'Paşa' yapıldıklarını çok iyi bilirler!.. Liyakatsiz ve sonradan görme bu Paşaların gözlerinin doymak bilmediğini, devleti ve milleti söğüşlediklerini 'Sağır Sultan' bile duymuş, bazılarının kelleleri vurulmuştu, çoğu insan da bunları bilirdi...
İşte bunlardan bazıları: "Gedik Ahmet Paşa, Kuyucu Murat Paşa, Tabanı Yassı Mehmet Paşa, Kemankeş Mustafa Paşa, Tiryaki Hasan Paşa, Baltacı Mehmet Paşa, Varvar Ali Paşa, Öküz Mehmet Paşa..." gibi... Bunlar içinde "Padişah Deli İbrahim (1640)" zamanında Sivas Valisi olan 'Varvar Ali Paşa'nın durumu çok farklıdır... Aslında çok çalışkan, üretken ve dindar bir adamdır!.. Bitmez tükenmez savaşlar yüzünden başı sıkışan Padişahlar, hemen kendisinden 'at, asker-silah-zahire-canlı hayvan' isterler, kapısına gelen Padişah Elçilerinin her seferinde; "Şu da var mı? Bu da var mı?" diye sordukları her ihtiyaç için, o da hemen; "Var efendim, var!.." dediği, hiçbir isteği geri çevirmediğinden dolayı, lâkabı da "Varvar Ali Paşa" ya çıkmıştı...
Bir gün Padişahın Elçileri, Deli İbrahim'in iyice gözüne girmek için kendisine şöyle derler: "Haşmetli Padişahım; Sivas Valisi 'Varvar Ali Paşa'nın komutanı 'İbşir Paşa'nın bir karısı var, tam sizin istediğiniz gibi çok genç bir kadın; boylu-poslu, balıketinde, dünya güzeli!.. Onu da isteseniz, Vali hemen size gönderir!" demişler... Padişah Deli İbrahim'in ağzının suyu akmış, hemen Elçilerini Sivas'a göndermiş, kadını istetmiş... O güne kadar her isteğe; "Var efendim, var!.. Hemen göndereyim!" diyen Valinin, bu isteğe tepesi atmış!.. Elçileri konağından kovup; "Bu sefer size hiçbir şey yok lan, yok !.. Ulan ben pezevenk miyim!? Padişah da istese, Müslüman adamın nikâhlı karısını ben nasıl Saray'a gönderirim, Padişah efendinize aynen böyle söyleyin!" demiş...
Sonra ne olmuş biliyor musunuz? Varvar Ali Paşa'nın hakkından gelemeyen Deli Padişah, bu sefer de onun üzerine, nikâhlı karısını istettiği 'İbşir Paşa'yı göndermiş, o da padişahın fermanı gereği, yakaladığı yerde o dürüst Valiyi öldürmüş, iyi mi? Bu büyük başarısından (!) dolayı İbşir Paşa ve güzel karısını İstanbul'a çağırıp, Sarayında uzun süre misafir etmiş... Tabii, bu arada Padişahın o güzelle ne halt ettiğini de bilmem söylememize gerek var mı?
Dedim ya, işte o devasa Osmanlıyı böyle Padişahlar ve Paşalar bitirdi, sonunda her yeri de işgale uğradı!.. Peki, yerine kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti'nde ne yapıyoruz? Son yıllarda her yerde 'Liyakatsizler' yine meydana çıktılar, ne ekonomimizin, ne eğitimimizin, ne sağlık kuruluşlarımızın ne de paramızın 'Pul' kadar değeri kaldı!.. Borçlarımız paçamızdan akıyor!.. Emekliler desen, ev kirasına yetecek kadar aldıkları düşük maaşları yüzünden; 'Askıda Ekmek, Çöpte Yiyecek' arayarak karınlarını doyurur hale geldiler!..
Ülkede hal ve gidiş böyleyken, iktidar partisinin eski Kayseri Milletvekili olan "Osmanlı Paşası Torunu" bir sayın Bayan çıkıp; "Güzelköy'den bir amca bana dedi ki; 'biz yaşlı emeklilere çok para veriyorsunuz, bunu durdurun' dedi... İşte gerçek bu, insanlarımız çok mes'ut ve bahtiyar yaşıyorlar artık!" dedi... Ya bu çok yersiz ve pek lüzumsuz sözler nasıl !? Bu tür insanların gözüne hayat, Paşa dedelerinden kalma saraylardan böyle görünüyor herhalde? Her yerde münasebetsizlik ve liyakatsizlik diz boyu görülmeye başladı gari, yazık bu ülkeye!..
Neyse... Biz gene lâfa daldık, yerimizi gene doldurduk... Halbuki daha 'Tabanı Yassı Mehmet Paşa'nın, Kuyucu Murat Paşa'nın, Öküz Mehmet Paşa'nın yaptıklarını da anlatacaktık ama, onları da önümüzdeki günlerde anlatalım bari... Bizim deli Orhan Veli'nin tuhaf bir şiiriyle yazımızı bitirelim:
"Ne tuhaftır Ali Rıza ile/ Ahmet'in hikâyesi?/ Birisi köyde oturur/ Birisi de şehirde/ Ve her sabah/ Şehirdeki köye gider/ Köydeki de şehire !?" Sakin KOŞAR...