ACININ IRMAĞINDAN GEÇMEK

ACININ IRMAĞINDAN GEÇMEK

      Sait Faik'in sevdiğim öykülerinden biri de Sinarit Baba'dır. Olta sahiplerini tanıyan Sinarit Baba, kusursuz bir insanın oltasında can vermek istemektedir. Ama o, kokladığı her oltanın sahibinde bir kusur bulur. Sonunda aradığı oltayı bulur. Ancak yakalanır yakalanmaz belki de ölünceye kadar cömert, cesur, mağrur yaşayacak olan bu adamın o ana kadar bir defa bile imtihana sokulmadığını anlar. Ölmeden evvel adama bir daha bakar. Namuslu, cesur, cömert ölecek olan bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnından okur. Sinarit Baba hırsından tekrar tepinir. Bağırmak ister gibi ağzını açar. Sinarit Baba son nefesini, böylece bir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verir.

     O anın, Sinarit Baba'nın "acının ırmağında boğulduğu an" olduğunu düşünmüşümdür hep.

     Derviş adlı öykümde bir bölüm vardır. Derviş, insanların söylemleriyle eylemlerinin farklılığından bıkar ve yollara düşer. Sonunda bir pınar başına varır, suda suretini görür, söylenir:

    "Anlat onlara ey su, yüzün neden böylesine duru! Sen toprağın derinlerine, hayata hayat katarak süzüldün. Yerin katmanlarında kendini arıttın. Işığını, kaç karanlık ırmağın dehlizlerinde başını taşlara vura vura bulduğunu de haydi onlara.

     Derviş, sevinç ödünç alınabilir; ama acı, ancak yaşanarak öğrenilebilir, diye düşünürdü. Bu yüzden sevinçlerden kuşku duyalım; ama acılarımızdan asla, derdi.

     "Su olmalıyım."

     İçindeki bu aceleci sese kızdı Derviş.

     "Ne olduğun değil, ne olduğunu bilmen önemli. Buhar ol, bulut ol, yağmur ol. İster bir çimen yaprağında can, ister bir üzüm tanesinde nektar ya da koca bir ummanda bir katre ol. Suysan yanmaya hazır olmalısın. Bulutsan savulmaya razı gelmelisin. Savrula savrula cem olmayı becerebilmeli yüreğin. Öylesine çoğullaşmalısın  ki benliğin ağır gelmeli sana; ancak çözülerek var olabileceğini fark edebilmeli ve yeniden damla olup düşebilmelisin toprağa. Sonra karanlık ırmaklarda acını yıkaya yıkaya arayabilmelisin ışığını."

    Acı, kimi zaman ansızın gelir. Bir boradır sanki, yakar yıkar geçer. Öyle güçsüz öyle umarsızsınızdır ki anlamazsınız olan biteni, anlayamazsınız.

    Bazen de ayak seslerinden tanırsınız acıyı. Her adımda küt küt atar yüreğiniz. İçinizdeki umut azala azala söner:  Acı yüreğinizdedir artık.

    İster koluna aşkı takıp, ister ölüm atına binip gelsin; acı, yitiğin rayihası, umarsızlığın korudur. Bir düdendir acı... Üstelik acıttığıyla yetinmez. Bizi girdabına çağırır, iğdiş eder aklımızı. Neden sonra anlarsınız; acı, sevginin izdüşümüdür. Ne kadar sevmişseniz, o kadar derin yaşarsınız acınızı.

    "Dokunabilirim bulutların sesine gecenin derinliğinde

     Tutabilirim ışığını Afrikalı şarkıların

     Dilimin tuzu biberi,   yüreğimin kandili

     Sen ey  yaşamak!

     Soluk soluğa, kan ter içinde

     Zor gelir adama

     Elden ayaktan düşmeden bu dünyadan ayrılmak."

     Elden ayaktan düşmeden giden birinin acısını yaşarken yazmıştım bu dizeleri. Oysa elden ayaktan düşenlerin gitmesi de bir yitikliğin acısıymış. Bir bilge kardeşim: "Annem-babam yok, demekle annem-babam hasta demenin arasındaki farkı, ancak yaşayan bilir" demeseydi, nereden bilebilirdim bu gerçeği. Vah ki, benim dervişim, yaprağından uçup giden damlanın acısını irdelerken, yaprağın acısını pek düşünememiş.

     Acı yitenlerin değil, yitirenlerin; yalnız bırakanların değil, bırakılanların; terk edenlerin değil, terk edilenlerin. Acı, öznenin değil; nesnenin. Acı, bilincin meyvesi. Bu yüzden, bilinci arkamıza almadan onun ırmaklarından geçemeyeceğimiz bir gerçek.

     İnsan aklının unutma özürlü olması ne iyi. Çünkü acıdan kurtulmanın başka bir yolu yok. Ancak unutma özrümüz sayesinde kurtulabiliyoruz ondan.

     İyi de nasıl unutabiliriz? Unuttum diyebilmek kolay belki; ya unutmak?

Kimileri acının ilacı, acıdır diyor.  Sanmam. Acı, yurdunu biliyor çünkü. Acı, acının dostu; düşmanı değil. Yurdundan yuvasından etmiyor kendisinden önce geleni.

Kimileri acının ırmaklarından geçmenin yolu isyandır, diyor. Ağla, bağır, küfret, kır, dök, öldür... Boşalsın içindeki zehir. Ya su bilincindeysen, kime, neye, niçin isyan edebilirsin ki? 

     İyi ki hayat devam ediyor ve geride kalanlardan kendisini üretmelerini bekliyor.  Varlığımızın bir yüzü sevinçse, öteki yüzü de acı. Çünkü hayat halden hale her geçişte, acıyı da, sevinci de birlikte sunuyor bizlere.

Üretmek, toprağa bir avuç tohum atmak, ak kâğıda iki satır yazı yazmak, bir kuşa bir avuç yem vermek, bir hastaya ilaç, bir aça bir lokma aş sunmak. Acıların ırmaklarını geçmenin en insancıl yolu bu olmalı.a

YAZARIN DİĞER YAZILARI