DİLİM DİLİM; ANA DİLİM

 

 

DİLİM DİLİM; ANA DİLİM

 

Yugoslavya'nın parçalanma sürecinin başladığı dönemdi. Yurt dışı seyahatlerimden birinde uçakta karşılaştığım bir Arnavut, açtı ağzını yumdu gözünü; mübadele için söylemediğini bırakmadı.

Sözün özü adam;

"Mübadele, Balkanlar'ın içini boşalttı. Bizler azınlığa dönüştük. Savunmasız kaldık." diyordu.

O dönemlerde AB'de "Göçmen eğitimleri" konusunda çalıştığım için göçmenlerin yaşadığı uyum sorunlarını; özellikle de çocuklarını eğitim dili ile anadili farklılığı yüzünden yaşadıkları sıkıntıları çok yakından biliyordum.

Dahası bana;

"Karanfile, cvijece moje,

Karanfile, cvijece moje,

da sam, Bog d'o, sjeme tvoje,

dizelerini hâlâ unutmadığım Boşnakça şarkılar söyleyen Çeşme Nohutalanlı öğrencilerim, kendi aralarında illaki Arnavutça konuşan Güllübahçeli ve nergisin hasını yetiştiren Karaburun - Saipli Batı Trakya mübadili dostlarım vardı.

Ya onların hikâyeleri neydi?

Nasılsa o zaman kadar "mübadele"nin sosyolojik, psikolojik, ekonomik boyutları üzerinde kafa yormamıştım.

Okuyup araştırdıkça kendime başka türlü olabilir miydi, diye sordum çoğu kez? Hele hele Yugoslavya'nın parçalanma sürecinde yaşananları öğrendikçe mübadeleye salt güvenlik açısından bakmayı sorgular oldum.

Aslında Anadolu, göçmenliğin, sürgünlüğün, mülteciliğin tarihinin yazıldığı bir coğrafya. Ancak bu coğrafya, 1789 Fransız ihtilaliyle başlayıp dünyayı dalga dalga saran milliyetçiliğin etkisini birçok coğrafyadan daha derin acılar yaşayarak geçiyor. Günümüzde Suriyeli bir mülteci aileye bakışınız da, devletinizin Suriye'ye çomak sokanlar arasında olması da, göç edilen ülkenin göçmen çocuklarına anadilinde eğitim vermemek için bin bir dereden su getirmeleri hep aynı bakış açısının ürünü.

Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 2000'den bu yana 21 Şubatı dilsel farkındalık yaratmak ve çok dilliliği teşvik etmek için "Dünya Anadil Günü" olarak kabul etmiş.

İyi de bundan kimin haberi var? Kim bunun gereğini yapıyor?

Dünyanın her neresine gidersek gidelim; acının katmerlisini azınlıklar, göçmenler, mülteciler, yurtsuzlar çekiyor.

Ha köksüz ağaç; ha dil gurbetine düşmüş insan.

Bugün yurt dışında nüfus cüzdanında TC yazan dört buçuk milyon insanımız yaşıyor. Batı Avrupa'ya işçi göçü başlayalı yarım asrı çoktan geçti. Ne var ki bunca zamandır insanımızın anadili eğitimi sorununu hâlâ çözebilmiş değiliz. Çocuklarımızın çoğu çift dillilikten kaynaklanan sorunlar yüzünden başarılı bir eğitim sürdüremiyor. Sonuçta da birkaç örnek dışında yaşadıkları ülkelerde etkin konumlara gelemiyorlar.

Ne yazık ki benzer durumlar, ilimizin komşusu adalarda yaşayan soydaşlarımız için de geçerli.

Ege'deki kayalıklar ve bazı küçük adalar ile ilgili duyarlılıklarımız elbette değerlidir.

"Mavi Vatan" felsefesinin önemini elbette kimse inkâr edemez.

Ya, bizim için 2. Dünya savaşı yıllarında Rodos adasında 11.000 olarak tahmin edilen Türk nüfusunun, son yıllarda 3 binlere; Yunanistan'a geçmeden önce İstanköy'de 4.000 olan İstanköy/ Kos'un nüfusunun 1.400'lere düşmesi görmezden gelebileceğimiz bir durum mudur?

İkili anlaşmalardan doğan haklar bir yana; devletin, Muğla'nın komşuları olan bu adalarda yaşayan çocuklarımızın anadil eğitimleri için özel programlar hazırlaması, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesinde Rodoslu ve İstanköylü gençler için özel kontenjanlar açılması onların barınma sorunlarının çözümlerine destek olunması hiç de zor olmasa gerektir.

Yine adalardaki soydaşlarımızın yapılacak özel bir düzenlemeyle ilimizin sağlık kurumlarından bizler gibi yararlanmasını sağlamak devletimize çok mu büyük bir yüktür?

Dünyanın her neresinde olursa olsun anadili Türkçe olan bir kişi, Türk kültürünün elçisidir. Onun bulunduğu yerde varlığını sürdürmesi için gerekli desteği vermek devletimizin temel görevlerindendir.

Bu coğrafya, binlerce yıldır nice dile ve kültüre yurt oldu. Ayrıştırmadan ve ötekileştirmeden her dile ve kültüre saygının, bugün de varlığımızın ve birliğimizin en değerli gücü olduğu açıktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI