DİRENİŞİN ÖYKÜSÜ
(24 Kasım Öğretmenler Günü Nedeniyle Tüm Öğretmenlere) MUĞLA DEVRİM'DEN)
Denizli Muallim Mektebine giriş sınavı 1930 yılı Haziran ayında Muğla Kocamustafendi İlkokulu'nda yapılmaktadır.Muğla Orta Okulunu bitiren ve bu sınava katılmak için baş vurusunu zamanında yapan Hüsnü,o yıllarda Muğla ile belde arasında işleyen otobüs olmadığından sabah erken kalkıp Yerkesik'ten "İnüstü"ve Akkaya(Dirgeme)yolu ile Muğlaya gelecek ve sınava girecektir.Dul bir ananın en büyükleri (İbrahim) Kurtuluş Savaşı'nda Afyon cephesinde şehit düşmüş beş çocuğundan üçüncü sırada olanıdır.
Belde ile Muğla arasında en kestirme olan bu yol yaklaşık 15 km.dir.O yıllar bırakınız kolda saati,zamanın "gölge boyu"ile,Hüsnü'nün yola çıktığı vakitte "ülker yıldızları"ile ya da vakit biraz geçce ise "kuşluk"gibi yerel vakit ölçüleri ile ölçüldüğü ve Cumhuriyet'in bu "yokluk"tan"varolma" savaşı verdiği yıllardır.Hüsnü bu yüzden vakitlice yola koyulmuşsa da Muğla pazarında satıp harçlık edeceği odunla yüklü merkebinin tek düze yürüyüşü yüzünden Muğla'ya varışı biraz gecikmiştir.Sınavın yapılacağı Kocamustafendi İlkokuluna vardığında kendisine sınav başlayalı onbeş dakika olduğu,bu yüzden sınava giremeyeceği söylenir.
Hüsnü,Kocamustafendi İlkokulunun 2.katında devam eden sınava her ne pahasına olursa olsun katılmaya kararlıdır.Yaya yürüdüğü 15 km.lik yolun her bir adımına bu kararlılığın sarsılmaz sağlamlığı sinmiş,bu kararlılıkla bilenmiş bir bıçak gibi onca yolu katetmiştir.Bu duygu seli içinde Kocamustafendi İlkokulunun tahta merdivenlerinden yukarıya çıkmaya başlar.Basamak gıcırtılarını duyan mümeyyiz,birden merdivenin bitiminde bir heyula gibi belirip "dur"diye bağırır.Kim olduğunu,ne istediğini sorar.Hüsnü,dimdik ve vakarla,sınava girmek için Yerkesik'ten yaya geldiğini,bu yüzden biraz geciktiğini,fakat sınava girmek istediğini söyler.Mümeyyiz,sınavın başladığını,bu yüzden kendisini sınava alamayacağını bildirir.Fakat Hüsnü kararlıdır.Başeğmez,başkaldırır.Ve birden Kocamustafendi İlkokulunun taş duvarlarında okuma azmi ile dolu bu köy çocuğunun "BEN SINAVA GİRECEĞİM"haykırışı yankılanır.Mümeyyiz sınava almamada,Hüsnü sınava girmede ısrarlıdır.Mümeyyiz içeriden birini çağırıp "atın bunu dışarı"dediğinde Hüsnü birden Kocamustafendi İlkokulunun ahşap merdivenindeki tahta trabzanlara mıh gibi sarılıp kendisini merdivene kilitler.Mümeyyiz ve yardımcısı onu tahta trabzanlardan söküp almaya gelirken Hüsnünün aklına sabah erken düştüğü yolda ne olur ne olmaz diyerek yanına aldığı küçük çakı bıçağı gelir.Hemen cebinden çıkarıp"gelmeyin,kendime zarar veririm"diye haykırır.
Gürültüler ve bağırış çağırış üzerine merdivenin başında orta boylu,saçları kırlaşmaya yüz tutmuş bir bey belirir.Duruma el koyup etrafı sorgulamasından sınavın yürütülmesinde en yetkili kişi olduğu anlaşılmaktadır.Mümeyyiz olanı biteni o zata anlatıp,sınav usul ve esaslarına göre sınav başladıktan sonra hiç kimseyi sınava alamayacaklarını,ancak bu öğrencinin gereksiz ısrarları ile sınav disiplinini bozduğunu söyler.İşte tam o sırada Kocamustafendi İlkokulunun tahta trabzanlı merdivenlerine mıh gibi sarılıp yay gibi gerilen ve elinde küçük çakı bıçağı olan çocuğu gören bu bey,birden sağ kolunu hafifçe yukarı kaldırıp hızla yere doğru hareket ettirerek,"DURUN"der."Bu çocuğu derhal sınava alın ve ek süre verin."Ve devam eder:"BU ISRAR,BU AZİM,BU DİRENÇ,İÇİNDE VAR OLAN BİR CEVHERİN İFADESİDİR.HİÇ BİR YASA,HİÇ BİR YÖNETMELİK.HİÇ BİR EĞİTİMCİ BU CEVHERİ SÖNDÜREMEZ.AKSİNE BU CEVHER KARŞISINDA ERİR."
O zat,dönemin Muğla Milli Eğitim müfettiş Ulalı Şevket Aker’dir.
Ve Hüsnü böylece sınava alınmış,direnme hakkı,bir kez daha bu hakkı kullananın yüzünü kara çıkarmamıştır.
1930 yılının sıcak bir Ağustos ayıdır.Hüsnü kim bilir hangi tütün tarlasından gelirken karşı toprak şosede görünen ve beldede"Devlet",aynı zamanda "hilafetçi"bir damara karşı "Cumhuriyet"demek olan Ömer Ağa,Hüsnü'ye yaklaşıp atını durdurur ve "müjde,Denizli Muallim Mektebi sınavını kazanmışsın,buna ilişkin yazıyı bana tebliğ ettiler,var git,anana,devlete,millete hayırlı bir evlat ol"der.
Hüsnü'nün kirpiklerinde ha düştü ha düşecek gibi asılı duran göz yaşı tomurcukları sağanak olup birden yere inmeye başlar,yere düşen her damlada güneşin parlak beyaz ışığını yedi renge ayrıştırması ile oluşan yüzlerce gök kuşağı sanki yedi telli lir olup onun yetim gönlünde bir vuslat,fakat dul anacığından ayrılacak olmanın hüznüyle bir "gurbet"türküsü olarak yankılanır.Ve doğruca "yalnız"fakat"vakur"anasına koşar."Acını görmesin gözüm alemde,teselli demeksin bana son demde"diyen anacığına.
O "direnme"simgesi,dik duran,baş eğmeyen Hüsnü,ilk görev yeri (1933-1936)Fethiye'nin Kestep beldesi(şimdi Eşen)olan babam Hüsnü Türkeş'di.
O ve onun gibiler,Cumhuriyet'in ilk öğretmenleri olarak Cumhuriyet'in taşıyıcı sistemleri,kirişleri,kolonları idiler.
Onlar,karanlığı aydınlığa kavuşturan tan yeri,yanan birer "fecr"idiler.
Hiçbir güç,hiçbir çapsızlık,hiçbir maskaralık,isterse "öğrencisiyim"diyenden kaynaklansın,"us"la,"yürek"le büyümüş böylesine bir direncin önemini ve Türkiye Cumhuriyetini omuzlarında yücelten bu efsane öğretmenlerini unutturamaz.
Cumhuriyet,kiriş ve kolonları ile oynanmasına,ele bıçak alınıp insafsızca köklerine saplanmasına(Kurtuluş Savaşında keşke Yunanlılar galip gelseydi,o zaman ne hilafet yıkılırdı,ne şeriat yıkılırdı,ne medreseler lağvedilirdi diyen kırmızı fesli densizlik hatırlansın)karşın bugün de hala ayakta ise,onların yaktığı aydınlanma meşalesini elden ele devredip sonsuza taşıyacak olan Cumhuriyet'e aşık,Atatürk sevgisi ile dolu vatan evlatlarının uyanık bekçiliğindendir.