2018 GÖCEK MENEVİŞ ve OT YEMEKLERİ FESTİVAL
(DAİDALOS ve OĞLU İKAROS)
GÖCEK adının dört ayrı olaydan gelebileceği belirtilmektedir: Birincisi eski düğünlerde Rodos’tan gelen KÖÇEK’ lerden geldiği (KÖÇEK/GÖCEK, ikincisi: Göç zamanı geldiğinde bir gün öncesinden hazırlıklar yapılır ve “HAYDİ GÖÇEK” derler ve oradan geldiği söylenir. Üçüncüsü: Denizin karaya fazla girip saklandığı yere “GÖCEK!” deniliyormuş. Dördüncüsü ise: Bir karış boya gelmiş ekine de “GÖCEK” adı veriliyormuş. Artık hangisi mantığınıza uyarsa, hepsi de çok uygun…
Girit Adası’ nın KRALI MİNOS, MİNOTAUROS denilen canavara çok içerliyordu. Bu canavar, kral ailesinin huzurunu kaçırmıştı. Bu boğa başlı canavar her dokuz senede bir yedi genç kızla yedi genç erkeğin kendisine kurban edilmesini şart koşuyordu. Bu nedenle onu hiç kaçamayacağı bir yere hapsetmek gerekiyordu. DAİDALOS, Yunanlı bir mimar çağırtarak içerisi karmaşık yollarla ve çıkmazlarla dolu bir kale yaptırdı. Bu kale o kadar karmaşık koridorlarla donatılmıştı ki bunlara labirent adı verildi. Buraya hapsedilen bu boğa başlı canavar bir yere kaçamıyordu. Lakin bir nedenden DAYDALOS’ a sinirlenen MİNOS, bu bina yapısının sırrını kimseler öğrenmesin diye DAYDALOS ve oğlunu da bu labirente kapattırdı. Burası öyle karmaşıktı ki burayı yapan mimar bile çıkış yolunu bir türlü bulamıyordu. Eğer DAYDALOS ve OĞLU kanat yaparak buradan kaçmayı akıl etmeselerdi buradan kurtulamayacaklardı. Baba-oğul uçan kuşlardan kopan tüyleri ve yanlarına konan kuşlardan biriktirdikleri telekleri bir araya getirerek kanat yaptılar ve sonra bu kanatları balmumu ile birbirlerinin omuzlarına yapıştırdılar. Birkaç denemeden sonra bu labirentten yükselerek çıkış yaptılar. Ülkeleri Yunanistan’ a doğru kaçmak isterken oğlu İKAROS, fazla rehavete ve hırsa kapılıp kanatlarının tadını çıkarmak isterken güneşe kadar yükselmeye kalkar ve güneşin kavurucu sıcağına dayanamayan bal mumu erir, İKAROS, düşerek hayatını kaybeder. İKAROS’ un GÜZELLİĞİNE HAYRAN KALDIĞI ve sonrasında canından olduğu o yerin GÖCEK yakınındaki İNLİCE’ de bulunan DAYDALA antik şehri olduğu söylenir/öyle kabul edilir. GÖCEK, ilk çağlarda LİKYA uygarlığına ait TELMESSOS ve KAUNOS şehirleri arasında kalan aynı uygarlığa ait KALİMCHE antik yerleşiminin bulunduğu yerde kurulmuştur. Sonrasında bölge Roma uygarlığı etkisinde kalmıştır. Yöreyi kapsayan arkeolojik çalışmalar henüz yapılmadığı için ne yazık ki elimizde GÖCEK ’in bu döneme ait kalıntılar ve kültürel bakımdan zenginliği konusunda kesin bilgi yoktur. Uzun yıllar sonra GÖCEK’ e ait elde edilen bilgilerin ilki 1700’ lü yıllara aittir.
Bu dönemde yörede yaşayan Yörükler, göçebe hayatı sürdürdükleri bu topraklar üzerinde kış aylarını geçirmek için sahile/Göcek’ e inmişlerdir. Geçimlerini hayvancılık ve tarımla sağlayan Yörükler, Mayıs ayında Pırnaz, Karanfilli, Gürsu, Nif ve Gölhisar gibi yakın yaylalara göç edip yaz bitiminde tekrar GÖCEK ’e dönüyorlardı. GÖCEK, tarihinin önemli bir dönüm noktası da yörede krom madeninin bulunması olmuştur. 1930’ lu yıllardan itibaren yöredeki maden ocaklarından çıkarılan krom Göcek içinde bulunan iskelelerden gemilere yüklenerek dünya üzerinde farklı bölgelerdeki birçok ülkeye ihraç edilmiştir. Madenciliğin önemli bir geçim kaynağına dönüşmesi ile GÖCEK’ te yerleşik bir hayat başlamıştır. GÖCEK halkının en önemli gelir kaynağı uzun yıllar madencilik olmuştur. 70’ li yıllarla birlikte başlayan MAVİ YOLCULUK ile tutkunlarının vazgeçilmez uğrak noktalarından biri haline gelen GÖCEK, 80’ li yıllara gelindiğinde turizm potansiyeliyle dikkat çekmeye başlamıştır. Bu tarihlerden itibaren de adını Türkiye ve Dünyaya en önemli yatçılık merkezlerinden biri olarak duyurmaya başlamıştır. Buna bağlı olarak turizm yatırımlarının arttığı ve ekonomik faaliyet türünün yat turizmine dönüştüğü GÖCEK, TURKUAZ MAVİSİ denizi ve muhteşem çam ormanlarının kucaklaştığı doğasıyla bu övgüyü sonuna kadar hak etmektedir. 1. Derece koruma alanına sahip olan Göcek, doğal ve güvenli koyları ile YATÇILIK DÜNYASI içinde hak ettiği gururu en iyi şekilde koruyarak geleceğe baktığı söylenmektedir.
Değerli okurlarım, Göcek’ te MENEVİŞ ve OT Festivali olacağını duyunca gününü ve saatini denk düşürerek aracımıza atladığımız gibi hemen Göcek’ e yetişiverdik. Öğle saatlerine doğru vardığımızda liman kıyısında uzanan caddede türlü türlü yöresel ot ve organik yiyecek standlarının kurulduğunu ve halkın akın akın festivale rağbet ettiğini gözledik. Öncelikle standların sonuna kadar yürüyüp sondaki FETHİYE/GÖCEK YÖRÜK GÖÇERLERİ çadırlarını görünce durup onlara takıldık ve fotoğraflarını çekmeye, sonra çalan müziğe uyarak hep birlikte oynamaya, meraklıları da oyuna katmaya çalıştık. Epeyce bir katılım oldu ve ortalık da şenlendi. Zaten biraz sonra da Halk Oyunları ekibinden geçler gelerek müzik eşliğinde oynadılar, oynadılar. Yalnızca gençler değil; Ak pürçekli Yörük nineleri, palabıyıklı Yörük dedeleri de meydanı doldurup bu meydanlar, bu dağlar/taşlar bizim edasıyla oynadılar, oynadılar.
Sandlarda kişkininden, köremenine, hardalından, iğneliğine, gelincik otuna, sığırdili, koyun gözü, labada, kuzu kulağı, kaz ayağı v.b. türünden otlara, menevişinden, günlük filizine, tilkişeninden, kuşkonmazına hatta kuzu göbeği mantarına (kg.100 tl.) kadar her türlü doğal ot çeşitleri bulunuyordu. Otların, kavurması, ekşilemesi, kızartması, hatta yoğurtlaması/boranası çevrede bolca sergileniyordu. Standlarda gezerken göğüsleri madalyalarda dolu aşçı ustalarının harıl harıl çalıştıklarını görünce durup yakından baktım. Birisi büyükçe bir tencerede yağı eritirken sanki bir İstiklal Gazisinin göğsü gibi göğsü madalyalardan geçilmeyen bir usta da önündeki masaya yığılmış yemyeşil ve düzgün otları doğruyordu. Baktım, sarımsak ve pırasa arası bir ot türüydü. Her ikisine de konduramadım ve sormak zorunda kaldım. Çünkü bu doğanın çocuğu olarak arazide/ormanda bilmediğim ot türü yok sanıyordum. Meğer bu ot KİRİŞ diye bilinen bir ot türüymüş. Kardelen gibi karlar eridikten sonra bol miktarda dağlarda/Toroslarda oluyormuş. Ben bu otu görür/bilirdim de zehirli/zararlı bir ot türü sanırdım. Yenildiğini bilmezdim. Hatta bunlar daha sonra çok daha büyür ve çiçekler de açar kocaman olurlardı. Yapraklarından bir tane alıp çiğneyip yuttum. Biraz tatlımsı bir tadı ve hoş bir aroması vardı. Onlar harıl harıl çalışırken Ustabaşının göğsündeki madalyaları sordum. İstanbul’ daki Aşçılar Federasyonu üyelerindenmiş.” ŞEF Mavi Fethiye Personel Aşçılar Derneği’” ne gelmişler. Özellikle madalyalarının fotoğrafını aldım. Aksanının doğulu olduğunu anlayınca sordum. Urfalıymış, kendisi ŞEF imiş. Kolaylıklar dileyerek yanlarından ayrıldık. Festival devam ediyordu. Başta otlular olma üzere birbirinden güzel hamurlular, tatlılar, börekler, çörekler standları dolduruyordu. Halkımız da bu yöresel/organik ürünleri çoluk/çocuk, genç ihtiyar bolca tüketiyorlardı. Allah sağlık versin de tüketsinler, sağlıklı olalım da bu yöresel ve töresel ürünlerimizden doyunca yiyelim. İleriki yıllarımızda yiyecek doğru/dürüst organik bir şey bulamayacağız. Çünkü havamızdan suyumuza, toprağımıza, denizlerimize, içtiğimiz ilaçlarımıza kadar her şey hızla kirletiliyor. Helal olsun/afiyet olsun… Göcek’ lilerin festivalleri de hayırlara vesile olsun.