LETOON-XANTHOS-PATARA'YA YOLCULUK
Uzun zamandır planladığımız ve sıcaklardan dolayı bir türlü çıkamadığımız Antalya yönüne doğru yapacağımız geziye nihayet 11 Eylül günü çıkabildik. 08.10'da Köyceğiz'den çıktık ve 09.10'da 66 km. sonra Fethiye yol ayrımında idik. Durmadan devam ettik ve 09.40'ta Kaş yol ayrımına vardık. Çobanlar, Çaltıözü, Alaçat, Çaykenarı köylerini geçtikten sonra Eşen' e geliyoruz. Burada bir şey dikkatimizi çekiyor: Köyceğiz'den 260 km. olan Antalya; Eşen' den 250 km. Oysa 100 km. de yol geldik. Demek ki sahil yolu uzun, amacınız gezip görmek değilse Antalya'ya Korkuteli üzerinden gideceksiniz.
Saat tam 10.00'da LETOON' dayız. Hanım, ören yeri nöbetçileriyle otururken ben hemen tarihi şehre dalıyor ve görüntüler avlamaya başlıyorum. Hemen de bir tepeye çıkıp çevreyi gözlemliyorum. Kumluova, seralardan dolayı bembeyaz bir alana sahip ve deniz birkaç km. ileride. Letoon'da kazılar 1962'lerde başlamış ve Fransızlar yapıyormuş. Ören yeri nöbetçilerinden Enver YILDIZ ve Ramazan DENİZ' in ikram ettikleri üzümlerden yiyerek 11.00'de LETOON' dan ayrılıyoruz.
11.10'da Eşen Çayı'nın üzerindeki köprüdeyiz. Bu çay, Saklıkent'ten bu yana akıp geliyor ve Muğla-Antalya doğal sınırını oluşturuyor. Birkaç fotoğraf aldıktan sonra devam ediyoruz. Meğer çayın hemen arkasında" XANTHOS HARABELERİ" varmış. Burası, bugünkü adıyla artık Antalya'nın" KINIK" beldesidir. Hanımı ören yerinin girişindeki dinlenme yerinde bırakarak hemen arkadaki dev Türk Bayrağı'nın olduğu tepeye tırmanıyorum. Buradan taa Akdeniz'e kadar bütün KINIK ve çevre köyleri, dağları, tepeleri ayaklar altında. Eşen çayı, menderesler çizerek birçok yerde ağaçların ve binaların arasında kaybolarak denize ulaşıyor. Hemen her ören yerinde olduğu gibi burada da havuzlar, hamamlar, koşu yolları, tapınaklar, amfiteatrolar, yönetici kesimin oturduğu akropoller var. Ama hepsinden öte krallar ve önemli kişiler için yapılan" KRAL MEZARNLARI" çok özel yapılar. Ayrıca üzerleri yazılarla dolu ve boyu 9 metreyi bulan dikilitaşlar. Eşen çayının hemen üzerindeki kayaların başında bir de teras var ki görmeye değer. Eskiler de çok keyif ehli insanlarmış. Ancak tarihin ilk toplu intiharı da burada gerçekleşmiş, şöyle ki: Heredot' un kaydettiğine göre M.Ö.545 yılındaki Pers istilasına kadar bağımsız yaşayan Xanthos halkı, Pers ordusuna karşı dövüşüp yenilince Harpagos' un kuvvetlerine teslim olmamak için kadınları, çocukları, hazineleri ve kölelerini akropole kapatıp ateşe vererek topluca intihar ederler. Kalan erkekler de terastan Eşen çayına atlayarak yaşamlarına son verirler. Heredot' un kayıtlarına göre yaylaya çıkan 80 kadar aile sağ kalmıştır bu kıyımdan. Xanthos soyunu sürdüren bu seksen ailedir. 30-35 yıldır buradaki kazılarda çalıştığını söyleyen gönüllü rehberimizin anlattığına göre ikinci bir saldırıda da yenilen Xanthos halkı, yine toplu intiharı seçmiştir. Ancak resmi kayıtlarda ve tanıtım kitapçıklarında böyle bir bilgiye rastlayamadım. Yine gönüllü rehberimizin Fransız arkeologlardan öğrendiğine göre o çağlarda Eşen çayından suyun bir dolap sayesinde bu tepelere çıkarılarak kullanıldığı belirtiliyor. Harabeleri gezerken topraktan yapılmış su borularını, hamamları ve havuzları açıkça görebiliyoruz. M.Ö. 8. yüzyıllara tarihlenen bu harabeler daha sonra Roma ve Bizanslılar' a, ondan sonra da Osmanlıların yönetimine geçiyor.
Xanthos 'un öyküsü anlatmakla, ören yeri gezmekle bitmeyeceği için 12.30 gibi buradan ayrılıyoruz. 13.15 gibi PATARA antik kentindeyiz, burada da kazılar sürdürülüyor. Burada da amfiteatrolar, tapınaklar, hamamlar, havuzlar, yollar, yapılar var. Ancak en çok dikkati çeken yol kenarındaki M.Ö. 1. yüzyılda yapıldığı belirtilen" ROMA ZAFER TAKI." Bir de tek tek yükselen ve neredeyse sayılamayacak kadar çok özel bir mimariye sahip mezar anıtları.10.000 kişilik Amfitiyatroda kazı devam ettiği için giremiyoruz ama uzaktan da olsa zumlayıp yeterince büyüterek fotoğrafını alabiliyoruz.
Fazla oyalanmadan devam ediyor ve 13.30gibi PATARA PLAJI' na iniyoruz. Eşen Çayı'nın getirdiği alüvyonlarla ve denizin kumuyla oluşan bu plaj, 18 km. uzunluk ve 280 metreden 1500 metreye kadar varan genişliğiyle Türkiye'nin en büyük plajıymış. Öyle ki rivayetlere göre pek çok Türk filminin çöl sahneleri burada çekilmiş. Ayrıca" NOEL BABA" olarak bilinen Saint Nicholas, Patara'lı imiş. Patara plajı, ayrıca İztuzu gibi" CARETTA CARETTA" kaplumbağalarının üretim alanı. Her yerde plajın ve kaplumbağaların korunmasıyla ilgili yasaklı uyarı levhaları bulunuyor. Mersin'den Marmara'nın Kandıra/Kefken' e kadar oldukça çok kıyı ve plaj gördüm, böyle güzelini görmedim. Bembeyaz kumullar ve inadına mavi bir deniz. Bir an" Türkiye'de böyle yerler de var mıymış?" Diye düşündüm ve bu güne kadar bunlardan haberim olmadığı için utandım. Gelemiş Köyü'nün sınırları içerisinde kalan bu plajın kumları, rüzgârla yakınlardaki tepelere kadar taşınıyor. Bunu önlemek için girişteki boş alan, akasya, zakkum ve çam ağaçlarıyla yeşillendirilmiş. Binlerce yıldır temiz denizlerin göstergesi ve bir çeşit mikro-organizma ürünü olan bu kumlar, kum kürü yapanların ağrı ve sızılarını dindiriyormuş. Sağa/sola koşturup fotoğraf çekmeye çalışmaktan, doğru dürüst denize giremedimse de girebildiğim kadarıyla mükemmel ve muhteşemdi deniz bu son deminde. Deniz, ancak bu kadar güzel olur, kum ancak bu kadar ince, beyaz, temiz ve sıcak olur. Tüm bunlar anlatılamaz, ancak yaşanabilir.
16.30 gibi hiç de istemeden, gözümüz ve gönlümüz arkada kalarak, belki bir daha gelmek umuduyla hanımla' Kara Kartalımıza' atlayarak PATARA' dan ayrılıyoruz. Yemyeşil çam ormanlarıyla süslenmiş tertemiz asfalt yollarda 100 km. yi aşan hızla çok rahat ve zevkli bir şekilde adeta uçarak ve kayarak dönüyoruz. Göcek' e geldiğimizde henüz güneş batmamıştı, ancak orada bir saat kadar eğlenince dönüşümüz karanlığa kaldı. Göcek'ten bu yana ancak 50-60 km. hız yapabiliyorduk. Ortaca' yı geçip de Kocabel' e tırmanmaya başlayınca motorumuzun arkasının gezmeye başladığını hissettik. "Aman ne oluyor? Yola bir şey mi attılar, bir şey mi döktüler?" demeye kalmadan durum anlaşıldı. Farımızın aydınlatabildiği alanda bir su izini fark ettik, çöp deposuna doğru çıkarken burnumuzun direğini kıran bir koku, bu izin su değil; çöp kamyonlarından akan yağlı çöp ifrazatı olduğu kuşkusunu uyandırdı. Yine de emin değiliz, eğer öyleyse durum vahim! Belki de Kocabel' deki kazalardan bazılarında bu ifrazatın etkisi vardır?
Bilemiyorum, araştırılmalı, ilgilenilmeli. Böyle bir şey varsa, aman motorcular özellikle gece yolculuklarına dikkat! aman ha! Sonra demedi demeyin.
NOT: Bu yazı daha önce 2007 yılında yayımlanmıştı.