MİRYOKEFALON, LAVANTA BAHÇESİ ve CAMİLER.
Değerli okurlar, Çivril Belediyesine çıkarken merdivenlerde bazı fotoğraflar ve bir yazı dikkatimizi çekti: "ATAM İZİNDEYİZ!" başlığı altında ATA' nın şu özlü sözleri yer alıyordu: "Küçük Hanımlar, Küçük Beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk pırıltısısınız. Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar kıymetli olduğunu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz." M. Kemal ATATÜRK. Bunların da fotoğraflarını çektik. Derken bir sonraki yazı bizi oldukça derinden etkiledi. Daha önce bir yazımızda "Tarihte ilk defa biyolojik bir silah olarak DELİ BAL' ın" kullanıldığını yazmıştık. Bunu okuyan rahmetli Şadan Hocamız, bizi arayarak yazımızdan dolayı tebrik etti ve "MİRYOKEFALON SAVAŞI" nı da yaz Nail! Demişti. Ne var o savaşta? Diye sormuştuk da " bak da gör!" demişti. Biz de araştırınca gerçekten Anadolu için çok önemli bir savaş olduğunu öğrenmiştik. Burada, belediyenin merdivenlerindeki duvarda da " ÇİVRİL' DE MİRYOKEFALON ZAFERİ" başlığı altında şu yazılar dikkati çekiyordu:
"MİRYOKEFALON SAVAŞI, Anadolu Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan ile Bizans İmparatoru Manuel Kommenos arasında 17 Eylül 1176 tarihinde Denizli ili, Çivril ilçesi topraklarında yapılmıştır. Bu savaş, Türkler' in galibiyetiyle sonuçlandığından "MİRYOKEFALON ZAFERİ" olarak da adlandırılmaktadır. Miryokefalon Zaferi ile Anadolu' nun tapusu Türkler' in üzerine tescillenmiştir. Türkller' i Anadolu' dan atma hayali ile sefere çıkan Bizans İmparatoru Manuel Kommenos' un bütün ümidi Çivril'in Homa mahallesinin bir konak ötesindeki Miryokefalon Kalesinin yakınlarında tükenmiştir. Bizans İmparatoru, Türkler' i bu topraklardan atmak için ilkbahardan itibaren sefer hazırlıklarına başlamıştır. Bu durumu öğrenen Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan ise Manuel'e elçiler göndererek barış isteğinde bulunmuştur. İmparator, bu isteği kabul etmeyerek İstanbul'dan yola çıkıp Alaşehir üzerinden Honaz'a kadar gelmiştir. Sultan 2. Kılıçarslan ise Bizans ordusunun geçeceği yol güzergâhı üzerinde tedbirler almış, yol üzerindeki otları yaktırıp su kuyularını kirletmiştir. Bu nedenle askerleri yıpranmış vaziyette Çardak-Dazkırı üzerinden Homa (Gümüşsu)' ya kadar gelen Manuel, burada son hazırlıklarını yaptırdıktan sonra bir konak ötedeki yıkık Miryokefalon Kalesi önünden geçerek Tzibritze (Çivrici) Boğazı' na girmiştir. Bu boğazda 2. Kılıçarslan, ani baskınlarla Bizans ordusuna büyük kayıplar verdirip savaşı kazanmıştır. Ertesi gün yapılan anlaşma gereği, geldiği yoldan geri dönüp Homa Sublaion Kalesi'ni yıktırmış ve Honaz üzerinden İstanbul'a dönmüştür. Malazgirt Savaşı ile Anadolu' nun kapısını açan Türkler, 17 Eylül 1176 yılındaki Miryokefalon Zaferi ile de Anadolu'nun tapusunu almasına yol açan bu savaş, Çivril topraklarında kazanılmış olup ilçemiz, bu zafere ev sahipliği yapmanın onurunu taşımaktadır". Niyazi VURAL/Çivril Belediye Başkanı. Bu yazıyı görünce çok eski bir aşinayı görmüş gibi mutlu olduk ve buraya almadan edemeyeceğimizi anladık.
Nilüfer tarlalarını oluşturan gölden çıkar-çıkmaz Akdağlar' ın yamaçlarını süsleyen mosmor lavanta tarlalarına koştuk. Dinar-Çivril karayolu üzerinde bulunan lavanta bahçesi, ilçeye 28 km. mesafededir. Ege Bölgesinin 2. En yüksek (3000 m. nin üzerinde) dağı Akdağ'ın etekleri, mavi/mor ile yeşilin buluştuğu Işıklı Göl'ün arasında kalması Çivril Lavanta Bahçesini Türkiye'ni en güzel Lavanta Bahçesi yapmaktadır. Beydilli Mah. Sınırları içinde bulunan bahçeyi her yıl binlerce yerli ve yabancı turist ziyaret etmektedir. Şunu da söylemeden geçmeyelim ki, bizim Muğla/Yerkesik/Yeniköy' deki Lavanta Bahçemiz de bir o kadar güzeldir. Ayrıca burası KOKU VADİSİ olarak adlandırılmakta ve kekik, biberiye, ada çayı, nane v.b. kokulu bitkiler de yer almaktadır. Tabi ki Isparta' daki Lavanta Bahçeleri de bu işin önderliğini yapmaları bakımından anmaya değer zenginliklerimizdendir. Her bahçede olduğu gibi buradaki bahçede de salıncaklar, masalar, süslenmiş ahşap düzenekler, tak' lar yapılmış ve gelenlerin fotoğraf çekebilmeleri için uygun ortamlar hazırlanmıştır.
Belediyenin görevlisi Fadim Hanım, bizi belediyenin aracıyla Çivril Ovasını adım adım gezdirip nerede bir cami, bir türbe, bir akarsu, bir göl, bir köprü var. Diyerek adım adım gezdirirken buraya neden YEŞİL ÇİVRİL denildiğini bir kez daha anlamış olduk. Ovada geçtiğimiz her yerde su kanalları, kanaletleri, su arkları bulunurken bunlar için bol bol meyve bahçelerini görüyoruz. Bunların başlıcaları; şeftali bahçeleri, kiraz/vişne bahçeleri, elma/armut bahçeleri, ceviz bahçeleri, badem bahçeleri ve daha ismini bilmediğimiz nice ağaçlar ovayı yeşille bezemişlerdi. Çevredeki dağlar, orman bakımından fakirse de ova, inadına yemyeşildi. Hatta bir ara büyükçe bir kanalın kıyısından geçerken kanalın/suyun adını sormuştuk da "MENDERES SUYU" adını duyunca şaşırmış ve sanki bir komşumuzu/tanıdığımızı görmüş gibi mutlu olmuştuk. Biraz araştırma yapınca Menderes'in asıl kaynağının Dinar ilçesi sınırları içinde olduğunu öğrendik. Ama demek ki, gözelerden birisi de Çivril sınırlarında imiş.
Fatim Hanım, zaman zaman yol kavşaklarında durarak yolları arayıp bularak ovadaki görülmesi gereken yerleri buluyor ve bizi o yöne götürüyordu. Önce yakındaki GÜMÜŞSÜ ŞELALESİ' ni görüp fotoğrafladık. Devam ederek Bayat Köyü' ne vardık. Burada bir cami gördük ki, minaresi yok. BAYAT KÖYÜ ESKİ CAMİ/1289. Önünde hafif bir çıkartması olan kare planlı bir cami. Gittiğimiz bütün camilerde ve türbelerde orası ile ilgilenen Hocaları ve görevlileri haberdar etmişlerdi, hepsi de gelip bize gerekli bilgileri verdiler. Karadeniz'de de camisi olmayan bir minare vardı. Yaylada yaz günlerde Cuma namazlarını kılmak için bir cami yapmışlardı ama bu caminin minaresi var ama cami binası yoktu, onun yerine bir avlu içinde toplanan cemaat namazını eda ediyordu. Oradan devamla Balçıkhisar Mh. DEDEKÖY CAMİİ' ne geçiyoruz. Burada alanda antik kalıntılara rastlıyoruz. Bu kalıntıların Geç Tunç Çağı' na kadar uzantılarının olduğu yazılıyor. Derken birden yağmur bastırıyor. Caminin avlusunda bir aileye mahsus TÜRBE ile bir ÇİLEHANE olduğunu görüyor ve onları da fotoğraflıyoruz. Orada da cami imamından gerekli bilgileri aldıktan sonra çıkış kapısına yöneliyoruz. Ancak yağmur altında patır patır yere dökülen parmak gibi mor dut üzümleri bizi bırakmıyor. Biraz dut üzümü avlıyor ve buradan da ayrılıyoruz. Yeterince gezip turladıktan sonra asfalta çıkıyor ve merkeze doğru yaklaşıyoruz. Saat 17.00' ı geçmekte ve artık akşam olmaktadır. Biz, "Tamam artık her şey bitti!" derken bir de bakıyoruz ki, karşımızda üstü kapalı bir antik alan. Yoksa!... Göbeklitepe 'ye mi geldik?... Derken bir de bakıyoruz ki, karşımızda "BEYCESULTAN HÖYÜĞÜ." Eeee. o da haftaya. İnşallah.